Ses

Karanlık, karmaşık ve de kuşkusuz kaotik bir yılı geride bıraktık. Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılını sanırım kimse, özellikle ezilenler, emekçiler hayırla yad etmeyecek. Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya uzanan yoksul uluslar, ABD ve AB’nin kazan-kazan oyununda en fazla kaybedenler oldu. Kendilerini gelişmiş piyasalar diye tanımlanan devletlerde bile emekçiler, ezilenler hep yitirdi. Hepsinden önemlisi “ses”leri kısıldı.

Geride kalan 2009’da Türkiye bir çok değerli aydınını yitirdi. Her ölüm bir kayıptır. Gönüller yakar. En son Zeki Ökten’le Ali Taygun’u birlikte yolcu ettik. İkisi de eskilerin deyimiyle toplumcu yani kollektivistti, imececiydi. Haklarında çok şey yazıldı. Hepsine katılırım. Tek şaşırdığım nokta Zeki’nin filmlerine değinilirken birine değinilmedi ya da ben görmedim. Oysa bu film “Sürü” kadar önemli bir yapıttı adı “Ses”ti. Bir darbe döneminden sonra işkencelerden geçmiş solcu delikanlı, Egenin bir sahil beldesine sığınır. Ekmeğini çıkartmaya çalışır. Yazlardan birinde sahildeki lokantadan birinde tok, yüksek avazlı sesi duyunca irkilir. Bu ses onu en ağır işkencelerden geçiren kişinin sesidir. Delikanlı bu ses’in peşine düşer, film bir yüzleşmeyle son bulur.

Ökten’in vurguladığı gibi “ses” çok şeyi anlatır. Egemen sınıfın buyurgan hodgamlığını, ezilenlerin şikayetlerini, ağıtlarını yansıtır. Bazen bir türkü, bazen bir Nazi marşı, bazen bir şiir, film ya da roman, öykü olabilir. Tarih öncesinden bu yana insanların tek iletişim kaynağıdır. Tüm canlılar için ses anlamlıdır. Hükmedenlerin hunharlığını, ezilenlerin çaresizliğini ve de isyanını dillendirir.

Ses, zamanla yazıya dönüşür, resimde, bir oyunda, senaryoda da kendini hissettirir.O nedenle bir çok kutsal kitap önce “kelime” vardı başlar. On beşinci yüzyıldan beri “kitap”a dönüşen ses matbaa sayesinde çoğaltılmış, etkisini kitaplıklardan çok uzaklara taşımış, duyurmuştur. Gazete, dergi vb gibi periyodik yayınlar ise günlük hayatın bir parçası olmuş adeta bir yankı aracı görevini üstlenmiştir.

Pedallı, hurufatlı ilk baskı makinelerini günümüz nesilleri bilmez. Oysa o pedallı baskı makineleri çok etkin görevler görmüşler, kentlerin, kasabaların, beldelerin vicdanını, sorunlarının haykırıldığı bir ses olmuşlardır. Baskı adetleri sınırlıydı ama suskunluğun kol gezdiği ortamda bir borazan etkisini yaratabiliyorlardı. Yeni Osmanlılar, Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Ebüzziya Tevfik zulme olan isyan çığlıklarını böyle duyurdular, hem zamana hem de mekana meydan okudular. Osmanlıların o döneminde Türkler matbaa ve gazete ruhsatı alamazlardı. Bu nedenle Yeni Osmanlılar yazılarını gayri müslim azınlıkların gazetelerinde yayınladılar. Zamanla bu durum değişti. Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal, Mizancı Murat vb.leri kendi gazetelerini yayınlayabildiler. Bu dönemde gazete çıkartmak büyük sermayeyi gerektirmiyordu. Nitekim bu yapı İkinci Dünya Savaşının nihayetine kadar devam etti. Matbaa ve basım teknolojisi gelişti ve de yatırım için gerekli olan sermaye miktarı arttı ama gene de Yunus Nadi, Ahmet Emin, Hüseyin Cahit, Us Kardeşler, Serteller, Emeçler kendi gazetelerini yaşatma olanağını buldular. Bir ölçüde halkın, yoksulların büyük ölçüde kendi düşüncelerini seslendirebildiler.

Bir davayı, düşünceyi yansıtan ses önemlidir. Milli Mücadelenin ilk aşamasından itibaren yerel basının oynadığı etkin rol bunun en güzel örneğidir. Ankara’da TBMM’nin açılması ile mücadelenin sesinin de yükseltilmesi gerçeği anlaşılmış, “Hakimiyet-i Milliye” gazetesi ve Anadolu Ajansı bu nedenle kurulmuştur. O günlerde Yunus Nadi’nin “Yeni Gün”ü, Arif Oruç’un “Yeni Dünya”sı da aynı doğrultuda yayın yapmıştır. Milli Mücadeledeki yerel basının önemli bir örneği de Adana’da Yüreğir ailesinin yayınladığı “Yeni Adana” gazetesidir. “Yeni Adana “ 1918’den bu yana yayınlanmaktadır. Bugün 92 yaşındadır. Türkiye’nin basın çınarıdır. Milli Mücadele süresince bir yandan Fransız işgalcilerine, diğer yandan Ermeni zorbalıklarına karşıdirenmiş, başını dik tutmayı başarmıştır. Cumhuriyeti savunmuş, dönüşümlerin sesi olmuştur. 1945’den sonra Demokrat Parti muhalefetinin yükseldiği dönemde ilk sarsıntıyı geçirmiş, bu partinin yöredeki sesi olan “Bugün” gazetesinin etkisiyle tiraj yitirmiştir. Bu sorun önce iktidarların baskısı, son yirmi beş yıldır basındaki tekelleşmenin yarattığı rekabet nedeniyle artarak devam etmiştir.

"Yeni Adana" örneği basındaki tekelleşmenin, bu tekellerin kullandığı gelişmiş teknoloji ile baş etmenin ne denli güç olduğunu ortaya koymuştur. Medya tekellerinin artan gücü, gelişen etki alanları (TV, radyo, internet vb) yereldeki basının "ses”ini kıstığı, bastırdığı gibi sermayenin ses’ini de alabildiğine yükseltmiştir. Sedat Simavi ile başlayan “Hürriyet”in yolculuğu Aydın Doğan’ın pes etmesiyle ilginç bir noktaya ulaşmıştır. Bu noktada artık “Hürriyet” sermayenin en güçlü borazanı olmaya soyunmuştur. Başarır mı bilinmez. Ama Çalık vb gibi yeni güçlerden daha iyi yapar. Gelişmeleri hep beraber izleyeceğiz. Şimdiden söyleyebileceğimiz tek şey halkın, ezilenlerin, emeğin sesinin, Verdi’nin Nebucco operasında ki ünlü esirler korosunun sesi gibi ağır ama kararlılıkla yükseleceğidir. O koroyu bu nedenle çok severim.
Nazım Usta’nın dizelerinde haykırdığı gibi:

Bu ses!
Bu sesin kuvveti,

bu kuvvet

yaralı aç kurtların gözlerine perde

vuran,

onları oldukları yerde durduran

kuvvet !

2010’a bu umutla giriyor, sesimizi yükseltiyoruz: Güneşin zaptı yakın!

Dikkat : “Burj Dubai” bu yazıyı okuduğunuz gün açılıyor. Yüksekliği 800 metre 4.1 milyar dolara mal olmuş yapımında 330 bin metre küp beton dökülmüş, 39 bin ton çelik kullanılmış. 22 milyon saatlik emeğin ürünü. (19. yüzyılın sonlarından bu yana semaya yükselen) Eyfel Kulesi (Paris)- Empire State Binası (Newyork)- Burj Dubai… Uygarlık göstergesi mi yoksa birilerinin insanoğluna attığı kazık mı? Kimin, kime kazığı?...