Ramazan'da Tuluat

Siyaset ciddi ve yaşamsal bir uğraşı alanıdır. İçeriği olmayan, amacı kestirilemeyen, tehdit içeren, asabi konuşmaları kaldırmaz. Yığınlar kürsülerde esip gürleyenleri değil, sakin ve anlaşılır bir şekilde sorunlarının nasıl çözüleceğini anlatan politikacıları daha canı gönülden dinler. Bu tavra, SHP’nin bir mitinginde gözlerimle, kulaklarımla tanık oldum. Merhum Erdal İnönü miting meydanlarında esip gürleyen bir tip değildi. Ağır konuşur, anlaşılır cümleler kurar, dinleyenler “ne diyor diye” kulak kesilirlerdi. Baykal ise asabi bir eda ile esip gürlerdi. Yığınlar ise o konuşurken ağır ağır alanı terk ederdi. Patlamaya hazır bir bombaya benzeyen konuşma dinleyenleri ürkütür ve de korkutur. Eğer korkutarak yığınları kendinize “ram” etmek istiyorsanız, o başka… Bunun en güzel örneği Üçüncü Reich’in Führer’i Hitlerdir, savaşı kaybettiği günlerde bile o dehşetengiz tavrını koruyordu.

Bu, uzun sayılabilecek girişi, halk oylamasına ilişkin meydan konuşmalarındaki gayri ciddiliğe, gerçek sorunlara değinmeden, söylenen temeli olmayan, bir yerde “malumu ilan eden” niyetleri ortaya koyan nutukların yarattığı “traji komik” havayı yansıtmak için gerekli gördüm.

Ciddiyet, gülmecede bile aranan bir öğedir. Ünlü aktör Charlie Chaplin, her filmiyle bu noktayı beyinlerimize işlemiştir. Hitler’i kepaze ettiği “Diktatör” filmiyle, bu bağlamda en etkin yapıtını ortaya koymuştu. Bu filmin, 1930’lu yıllarda üretildiği halde, savaşın sonuna kadar ülkemizde gösterilmesi yasaktı. Ancak 1945’den sonra görebildik.

Referandumda 'Evet' ya da 'Hayır' isteyen partiler ciddiyetsizlik örnekleriyle halkın huzuruna çıktılar. CHP günlerce “Havuzlu Villa”ya takıldı. Şu anda, elimde CHP İstanbul İl başkanlığının “Hayır” oyunu savlayan broşürü var. İtiraz edemeyeceğimiz nedenler alt alta sıralanmış. Ama, AKP’nin neo-liberal misyonunun temel öğesi yok. Yani özelleştirme, devlet varlıklarının babalar gibi, satılması, banka sisteminin yabancılaştırılması, keçiboynuzundan bal çıkarma örneği olarak taşeronlaşma, yerli sanayinin bile yabancıların taşeronluğuna indirgenmesine değinilmemiş. Hele oylanacak taslağın “kamu yararı kavramını ortadan kaldıran” maddesi “es” geçilmiş. CHP üst yönetimi böylesine aymaz mı? Yolsuzluklarla uğraşırken, işsizlikten, fukaralıktan dem vururken bunun temel nedeninin on yıldır acımasızca uygulanan neo-liberal politikalar olduğunun farkında olamaz mı? Ne var ki bugünkü politikaya, Kemal Derviş’ten bu yana, onlar da biat etmiş durumda. İstihdamsız büyüme onlarında gözünü boyamış. Çarşaf düşkünü, çıkarcı Tekin Bey’i de üst yönetime aldıktan sonra buna şaşmamak gerekir. Ayrıca bu söylemleri ile “Recep” beyin meydanları boş bulup aşağıdaki incileri savurmasına da kızmamaları gerek.

AKP mitinglerinde, önder genel başkanı, bilinçli ve asabi bir tavırla konuşuyor, söyledikleri tartışılmıyor. Halka söylediklerinden birisi var ki sosyal demokrat cenabın hemen ayağa fırlayıp, irdelemesi gerekirdi. Başbakan binlerce insanın önünde TÜSİAD’a yönelik şunları söyledi: “Sermayenin hegemonyasına asla izin vermeyeceğiz…” Tabii kalabalıktan yaşa sesleri…. Alkışlar. İstanbul’daki Belediye Başkanlığı dönemini bir yana bırakalım. Ama 2002–2010 iktidar döneminde iktidarın tek hedefinin, eski maliye bakanının söylediği gibi, “babalar gibi satmak” olduğunu nasıl unutabiliriz. Ülkenin en stratejik kurumu olan “Telekom”u İsrail–Suudi karışımı bir şirkete kim sattı? Finans sistemi, yabancı gruplara altın tepsiyle hangi dönemde sunuldu? “Çalık Holding”i kim yarattı? Bu konuşmanın yapıldığı günlerde İstanbul (Avrupa Yakası), Gediz (İzmir) elektrik dağıtımı, Ankara doğalgaz dağıtımı yaklaşık 5 milyar doların üzerinde sermayeye devredilmedi mi? Böyle iddialı, “sol” kokan sav nasıl söylenebilir? Miting meydanlarında savrulan inciler bu kadarla sınırlı değil.

Bir diğeri “yok öyle 25 kuruşa simit”. Böyle bir söz oy istenirken söylenir mi? 1946’dan bu yana ülkemizdeki seçimleri yakından izlerim. Örneğin 1950 kampanyasında Demokrat Partinin temel savı “pahalılığa son vermek” di. Hatipler konuşmalarında ceplerinde, o tarihte 2,5 TL olan, “Yeni Harman” sigarasını çıkartır "bunu bir liraya indireceğiz" derlerdi. Pahalılık bu ülke halkının asırlık sorunudur. Osmanlıdan müdevverdir. Yani, bugün de devam etmektedir. Çeşitli kurumların yayınladıkları “tüketici fiyatları indeks”leri ise seçilen maddeler nedeniyle her zaman eleştirilmiştir.

Başbakan yukarıdaki sözü söylerken bir yerde piyasa olgusunu öne çıkarmaktadır. Her şeyin bir bedeli olduğunun altını çizmektedir. Bir önce değindiğimiz söz, açmasız, bir piyasa tutkusunu yansıtmaktadır.

Son aşamada ise anayasal bir suça dört elle sarınılmıştır. Her kurumdan oyunun rengi sorulmaktadır. Bu bağlamda iki suç olgusuyla karşılaşıyoruz. 1950 genel seçiminden bu yana “gizli oy açık tasnif” seçim sistemimizin temel öğesidir, oysa şimdi seçmenden oyunun rengi açıkça sorulmaktadır. Diyarbakır’daki sivil toplum örgütleri hemen emre uymuşlardır. Ne var ki örgütün yönetimi “Evet” dese de üyelerini buna nasıl zorlayacaktır. “Evet” oyunun gizlilik kuralını ihlal ederek ilan edilmesi, o örgütleri sıfıra indirger. Nitekim Bayan Boyner net olarak, üyelerine baskı yapmayacağını ifade etmiş ve de “bertaraf” edilmeyle tehdit edilmiştir.

Kampanyadaki ciddiyetsizlik bu kadarla da kalmıyor, dini bilgilerinin bizlerden çok ilerde olduğunu bildiğimiz Başbakan, Erzurum mitinginden önce tamamen boşaltılan camide namazını kılmıştır. Ben emin değilim. Bilenler açıklasın, cemaatsiz Cuma namazı makbul müdür?

Yirmi bin kişilik, kırk bin kişilik iftar sofraları ekranları süslüyor. Herkes sevabını, dinen “farz” olan görevini, gösteri haline getirmekle meşgul, İslam’ın hangi vecibesi bu “show”u onaylıyor. Bilen açıklasın.

Önümüzde üç hafta daha var, daha ne garabetlere tanık olacağız kim bilir? İnsanlar için hava ve su kadar elzem olan politikanın böylesine ciddiyetten uzaklaşmasına Ortaoyunu ve Tuluat’ın ustaları İsmail Dümbüllü, Naşit, Celal Sununi, İrma Toto, Muzaffer Hepgüler gibi ustaları “Hayır” derler ve de eklerlerdi: “Bu bir kepazelik”. Bu kepazeliğe HAYIR demek de hepimize düşer.