Masal ve Serap

Son haftanın gündeminde “Dubai” mali krizi önemli bir yer tuttu. Haber bültenlerinin klasik deyimiyle yatırımcılar, borsa oyuncuları irkildi. Ekonominin ünlü borsa falcısı ise müjdeyi verdi. Sırada Mumbai (Hindistan) ve Şanghay var. Ben buna bir ekleme yapayım. İstanbul da bu örneklere neden eklenmesin?

Dubai küresel kapitalizmin yarattığı yapay bir masal şehridir. Emirliklerin (aşiretin arapçası demek daha doğru olur) birleşip ilginç bir devlet oluşturdukları Basra Körfezi’nin kuzey-batısındaki bu petrol zengini bölge, varlıklı olmanın tüm şımarıklıklarının sergilendiği bir alandır. Kuveyt’in Saddam’ın Irak’ı tarafından işgali sonrası ABD müdahalesinin nelere mâl olduğunu hatırlayın. Küresel kapitalizmin koruyucu şemsiyesi bu sanal devletçiklerin daima üzerindedir.

Dubai Şeyhi 'Binbir Gece Masalları'nın etkisiyle olsa gerek ilginç bir azamet gösterisini yaşama geçirmeye çalıştı. Gökdelenler, deniz üzerine kurulmuş yapay adalar ve daha nice gösterişli binalar. Dünya son on yıldır bu yapay masal cennetini anlata anlata bitiremiyor. Dubai’ye gitmek vazgeçilemeyen bir trend halini aldı. İki gün tatilde bile cebi dolu olanlar buraya gitmek için yarışıyorlardı. Dubai şeyhi “Makdum” hem İslam aleminin hem de dünyanın en masalsı mekanının sahibiydi. Bizim, kendilerine rol modeli arayan tutucu iktidarımız için de bu yapay kent gıptayla bakılan “İkon” haline geldi. İstanbul belediyesi Marmara kıyılarına yapay adalar inşa etmeyi gündemine aldı, bir başla politikacı Mersin’den Dubai üretmeye kalktı. Medyamızın amiral gemisinin en uçuk bayan yazarı ise Dubai’yi mekan tuttu. Öve, öve bir hal oldu. Bir zamanlar (12 Eylül dönemi) saygıdeğer düşünürlerimiz tarafından “Jean D’arc” olarak nitelenen bir başka nazlı hanım ise lüks lokantalarda peçeli arap kadınlarının nasıl batı burjuvasının “adab-ı muaşeret” kurallarına uygun yemek yediğini yazılarında “İslâmi Modernite” olarak göklere çıkardı. Kısacası Dubai çöl ortamında yaratılmış bir masaldı, bir anlamda da küresel kapitalizmin vaad ettiği “yeni dünya”nın simgesiydi

Ve birden bu simge çökmeye, çözülmeye, yapay yüzünü ortaya çıkarmaya başladı. Belki telaffuz edilen 60 milyar dolar düzeyindeki borç önemli bir miktar değildi fakat nereye ve kimler için harcanmıştı? Bu noktada küçük bir öyküyü anlatmanın yararı olacak.

İslam sultanlarından en zengin ve ünlüsü Harun Reşit kendisine ilgi çekecek bir marifetini gösterecek kişilere ödül vereceğini ilan etmiş. Sınav günü bir çok kişi huzura çıkmış, bir buluşunu, yaptığı bir aleti sunmuş ödüllendirilmiş. Sınava girenlerden birisi ise bir çuvaldızın deliğinden yirmi beş kadem uzaktan bir iğneyi geçirebileceğini söylemiş ve bunu gerçekleştirmiş. Halife beğenmiş kendisine bir kese altın verdikten sonra yüz kırbaç atılmasını da yanındakilere emretmiş. Şaşıran adama da şunu söylemiş. “Marifetine diyecek yok ödülünü aldın fakat bu işi yapabilmek için sarfettiğin emeği ve zamanı yararlı bir işe tahsis etmediğin için cezayı da hak ettin”

Gösterişli, azametli, masalsı “Dubai”de bu örneğe benzer. Burj’lar (gökdelenler), yapay adalar, plastik palmiyeler… Peki kimin yararına? Maliyet öylesine tavana vurmuş ki yanlarına yaklaşılmıyor. Bu bir yerde finansal çılgınlığın varacağı son durağı gösteriyor. Dubai kapitalist düzenin en çarpıcı masalıdır, dinlerken seversiniz, sonra da sizi derin uykulara daldırır.

Masal güzeldir. Güzel prenslerden, perilerin yardımıyla saraydaki baloya giden ve ayakkabısının tekini düşüren üvey kızdan, bir öpücükle yakışıklı bir prense dönüşen kurbağadan… bahseder hepsi olmayacak öykülerdir. Ama ben içlerinde Kibritçi Kızı severim. O gerçektir. Ne var ki günümüzün kapitalist düzenin post-modern kültürü kibritçi kızları gündem dışına itti.

Yazımın başında İstanbul’unda “Dubai” sevdasıyla son yirmi yılda silüetini değiştirdiğine işaret etmiştim. Bu yaklaşımı irdelemenin zamanı geldi. 1990’ların başında İstanbul’da gökdelen olarak İnönü stadının arkasında inşa edilen bina gösterilirdi. Oysa şimdi İstanbul gökdelenden, lüks plazalardan, her biri küçük Dubai olma hevesindeki korunaklı sitelerden, uydu beldelerden geçilmiyor. Boğazın bile yapayını inşa eden sitelerin ilanlarını medyada görüyoruz. Lüks kelimesi bu siteleri tanımlamakta yetersiz ultra-lüks ya da mega-lüks demek gerekiyor.

Bu komutları kimler alabilir, aylık ve yıllık giderlerini kimler karşılayabilir? Bu sorunun tek yanıtı var: Finansal kumarbazlar.

Bir önceki sergilediğimiz görünüm dünyanın bir çok ülkesi için de geçerli. Artık sanayi sermayedarı tatmin edecek kârı sağlamıyor. Böylece yeniden finansın olanakları devreye girdi. Şimdi finansal manipülasyonlar birikmiş servetlerin tek umarı ve de ultra-lüks yaşamı ancak bu yüksek oranlı kazançlar satın alabilir. Dubai beklediği talebi bulamadığı için çölün kumlarına ağır, ağır gömülüyor. Bizdeki ve öteki ülkelerdekilerinin de akibeti bugünden belli.

Sermaye başka bir deyimle servet birikimine sahip olan ve finansal oyuna girebilenler, köpük paralarla servetlerini çoğalttıkça açlar, yoksulların sayısı hızla artıyor. Gelir uçurumu da, varlık uçurumu da hızla derinleşiyor. Bir dönemin görece yoksulları da mutlak yoksulluğun pençesini sırtlarında hissetmeye başladılar. Anlatılan masallar, yapay refah mekanları çöldeki serap gibi gözler önünden silinip gidiyor. Bugünün düzeninin milyarlarca insana yaşanabilecek bir baraka bile sunmaya niyeti yok. Açlık, yoksulluk, hastalık ve “kurşun gibi ağır bir hava” gelecek için vaat ettiği sadece bunlar. Çölde su diye bağıranlar, şimdi sudan vazgeçtiler bir nefeslik havaya bile razılar. Böyle devam eder mi? Ben biliyorum edemeyecek, ama sizde artık öğrenmeye başlayıp sesinizi yükseltin. Farkında mısınız gerçek kıyamete bir adım kaldı. Maya takviminden değil küresel sermayenin “serazat ve de hunhar” aç gözlülüğünden korkun.