Gerçeğin Tokadı

Çarşamba günü (14 Ekim) Bursa’da İsmail Dümbüllü’ye, Naşit’e ve nice üstadlara şapka çıkartan bir orta oyunu sergilendi. Pişekâr’ı, Kavuklusu hatta Zennesi bile eksik değildi. Türkiye-Ermenistan milli futbol maçı inanılmaz bir gözetim şemsiyesi altında oynandı. Sonucun hiçbir anlamı kalmamıştı. Her iki takımda Afrika’da ki Dünya Kupası finallerine gitme umutlarını sıfırlamışlardı, ne var ki maça final atmosferi içinde çıktılar.Ortam bu havayı verecek biçimde hazırlanmıştı.

Bir kaç gün önce, Zürih’te “Düvel-î Muazzama”nın gözetimi altında imzalanan ortak protokollerde çekilen “Aile Resmi” ürperticiydi rahatsız edici ve haysiyet kırıcıydı. İster istemez Osmanlı’nın son günlerini anımsatıyordu. Üzerine çok makale yazıldı, fotoğrafın arkasındaki boyun eğiş çeşitli imzalarla gündeme getirildi. Aynı şeyleri yinelemeyeceğim. Anlayanlar anladı, gören gözler fark etti. Görmemekte ısrar edenlerde ne olacak yüzyıllık kavga sona eriyor onun şölenidir bu diye “Barış” çubuklarını yaktılar. Kimsede sormadı “ Hangi yüzyıllık kavgadan söz ediyorsunuz” diye.

Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde baş gösteren Ermeni ayaklanmaları, Padişah’a suikast’e kadar uzanan terörist girişimler daima, İmparatorluğu paylaşmayı amaçlayan İngiltere, Rusya, Fransa ve ABD vb. gibi emperyalist devletlerin kışkırtması, ve de himayesi ile gerçekleştirilmiştir. Zürih’teki aile resminde imza atan iki Dış İşleri Bakanını alkışlayanlar bu kavganın mimarlarıydı. Nitekim Ermenistan’la imzalanan ve yeni protokoller tarafından teyid edilen 1921 antlaşmasının sınırları yaklaşık doksan yıldır geçerliliğini koruyor. Sovyetler Birliği döneminde Türkiye ile Ermenistan arasında hiçbir sorunun da yaşanmadığı biliniyor. Ne zaman ki Ermenistan bağımsız bir ülke oldu, sorunlarda adım adım büyüdü. Ermeni Diaspora’sının baskısıyla “Soykırım” savları ortaya atıldı. Asala’nın cinayetleri peş peşe geldi. Çünkü tek kutuplu dünyanın egemenlerinin siyasal gıdası “etnik kavga” üzerine kuruluydu. Zürih’te ki imza töreni ne denli haysiyet kırıcıysa, Bursa’da ki “maç”lı orta oyunu daha utandırıcıydı.

Günlerce “kent” bir sis perdesini andıran baskı altında yaşadı. Seyirci bileşimi olay çıkmayacak biçimde düzenlendi, maç günü Bursa’da tam anlamıyla ilan edilmemiş bir sıkıyönetim havası vardı. Cumhurbaşkanlarının gelişi ve toplantıları aynı güvenlik zinciri içerisinde gerçekleşti. Bütün bunlar olurken Uluslararası denetim ve gözetim de devam ediyordu. Avrupa futbolu açısından hiçbir “kıymeti harbiyesi” olmayan bu maça UEFA Başkanı Platini geliverdi. FİFA hiçbir maça göstermediği şiddet içerikli bir ilgiyi bu maça gösterdi. Bireysel özgürlüğü kısıtlayarak Azerbeycan Bayrağına yasak getirdi. Acaba FİFA tarihinde böyle bir yasak daha önce de uygulanmış mıydı. Tüm bu düşündürücü uygulamalar yetmezmiş gibi ara bulucu İsviçre’nin zarif Dış İşleri Bakanı da Bursa’da boy gösterdi. Böyle bir kuşatma Zürih’teki aile fotoğrafını bile naiv kılıyordu.

Yıllarca yazdık,anlattık 24 Ocak 1980 Türkiye’nin bağımsızlığına vurulan bir hançerdir. Özal 1970’li yılların başından itibaren özenle bilemişti bu hançeri. Kuşkusuz neo-liberal öğretinin biley taşlarıyla keskinleştirerek. Neo-liberalizme tam eklemlenme aşaması ise 12 Eylül darbesiyle gerçekleşti. Düşe kalka bugünlere ulaştık ve resimlerle ortaya konuyor ki (aksi yöndeki tüm savlara karşın) ülkemin dış politikasına ilişkin kararları “Düvel-î Muazzama” alıyor ve de bize adeta “dikte” ediyorlar. Yani tam anlamıyla bir emir komuta sistemi geçerli. Geçen hafta bu gerçek, hem Zürih’te, hem de Bursa’da, bir “Osmanlı Tokadı” gibi yüzümüze patladı.

Ne var ki, aynı tokat tüm dünya halklarının yüzüne de bir başka nedenle acımasızca indi. Şu günlere kadar gerçek “Zamir”ini ustaca perdeleyen “Nobel Ödülleri”ni veren komite bu kez fütursuzca Barrack Obama’yı Nobel Barış Ödülüne layık gördü. Nobel komiteleri bugüne kadar böylesine bir karara imza atmamışlardı. Özellikle edebiyat ödüllerinde küçük oyunlarla yetinirlerdi. Bu kez ölçüyü bilerek kaçırdılar.

ABD ve O’nun Başkanı Obama’nın barışa nasıl bir katkı yaptığı her zaman sorulacaktır. Bu ödül kurulması son BM toplantısında ilan edilen “Pax-Americanan”ın ilk meyvesidir. Anlaşılıyor ki vaad edilen bu barış, silahların susmadığı bir barış olacaktır.Yazıyı bu tümceyle noktalamak isterken “Barış İkon”u Obama, Türkiye Başbakanını bir çalışma toplantısı için huzuruna çağırdı. Anlaşılıyor ki ulusal ve küresel dingin bir “barış” geride kalmak üzere. Bu olaylar dizisi bir başka gerçeği de yüzümüze bir tokat gibi çarparsa mutluluk duyacağım Gerçek barış, özgürlük ve bağımsızlık sosyalistlerin elinde büyüyecek ve etkinleşecektir.