Düzenin uç beyi

Bir ülkenin “Merkez Bankası” ulusal bağımsızlığının temel simgelerinden biridir. Ülke ekonomisinin, bir anlamda kalbidir. Para politikasının asal öğesidir. Cumhuriyet döneminin iktisadi ereklerinin başta geleni “Ulusal Merkez Bankasını” oluşturmaktı. Çünkü eski yönetimden müdevver “Osmanlı Bankası”ndan çok çekmişlerdi.

Bilindiği gibi “Osmanlı Bankası” 19. yüzyılın ikinci yarısında kurulan, Fransız sermayesinin ağır bastığı bir bankadır, kuruluşundan önce Osmanlı hükümetlerinin, sarayın ve ileri gelen ricalinin kredi gereksinimlerini ünlü ve de güçlü Galata bankerleri sağlardı. Galata bankerlerinin yarattığı bu düzenek, neredeyse beş yüz yıllık bir geleneğe sahipti. Kökenlerinin Ceneviz ve haçlı kalıntısı Levantenler olduğunu da söyleyebiliriz.

Tanzimat ve onu izleyen 1856 Islahat tedbirleri banka sisteminin Osmanlı ülkesine girmesinin kapısını açtı. Daha önce Avrupa bankalarının oluşturduğu “konsorsiyum”ların verdiği krediler bu kez İstanbul’da kurulan ya da şube açan bankalar tarafından verilmeye başlandı. Yabancı bankalar peş peşe şube açarken İstanbul merkezli Osmanlı Bankası da oluştu. Kısa süre içerisinde devletin “Merkez Bankası” olma görevini de üstlendi. Başta emisyon hakkı olmak üzere bir merkez bankasının tüm yetkilerine sahip oldu. Ve de İmparatorluğun yarı sömürgeleşmesinde başrolü oynadı.

Cumhuriyet’in kurulduğu ilk andan itibaren Osmanlı Bankası bir dizi oyunla yeni dönemin hükümetlerini baltalamaya çalıştı. 1929 dünya ekonomik bunalımı da sorunları bir kat daha arttırdı. Bir ara İş Bankasının bu görevi (Merkez Bankası olması) üstlenmesi gündeme geldiyse de Başbakan İsmet İnönü buna razı olmadı. Bazı yabancı uzmanların raporlarına dayanarak T. C Merkez Bankası 1930’lu yılların ilk çeyreğinde yaşama geçti. Banka 1980 Özal darbesine kadar başta emisyon olmak üzere para politikasını yönetti, Hazinenin gereksinimlerini karşıladı, kambiyo işlemlerini yerine getirdi, ne var ki mali akımların serbestisiyle birlikte işler değişti. Her köşe başında açılan döviz büroları artık Merkez Bankası’nın kambiyo görevini üstlenmişlerdi. 1970’li yılların son döneminde yerli ve yabancı sermaye odaklarının yarattığı “Tahtakale” borsası T.C Merkez Bankasına son darbeyi vurdu.

20. yüzyılın sonunda da Kemal Derviş yeni Merkez Bankası tasarımına nihai biçimini verdi. Artık sözde bağımsız, özünde “küresel” sisteme bağımlı bir Merkez Bankamız vardı. Kemal Derviş’in çizdiği “iktisadi politika”yı bir milim dahi saptırmadan izleyen AKP hükümeti de bankayı emin ellere teslim etti. Türkiyenin neo-liberal ana düzene bağlı Merkez Bankası, son on yıl süresince dönemsel para politikası raporlarını ve enflasyon hedeflerini açıklamaktadır. Diğer Merkez Bankaları gibi sadece piyasadaki likidite ayar düğmesi (yani faiz haddi) ile, oynayarak enflasyon düzeyini saptamakta, TL değerinin sınırlı salınmasına izin vermektedir. Nitekim TL / Dolar paritesi yıllardır 1,50 – 1,60 TL aralığında seyretmektedir. Bir zamanlar “askılı üçler” dediğimiz “eko-vole” ailemizin ballandıra ballandıra anlattıkları “çıpa” ya böylece kavuşmuş bulunyoruz.

İlk nazarda “ne var bunda” bakın paramız değer yitirmiyor diyebilirsiniz, ama işin arka planını bilirsek aynı şeyi söyleyemeyiz. Bunlardan öncelikle ikisini açıklayalım.

• Düşük döviz kuru ithal ürünlerini ucuzlatır. Yurt içinin ithal mallarla donanmasına neden olur, son büyüme verilerinde görüldüğü gibi toptan ve perakende ticaret genişler, alışveriş merkezleri dolar, taşar, ama bundan sadece yurtdışı şirketler, sanayiciler karlı çıkar. Sözün özü kazanan yurt dışıdır.
• Bilindiği gibi bugün özel sektör sanayi, özellikle otomotiv sektörü “taşeron” niteliğindedir. Üretim için gerekli yarı-mamül ürünleri ithal ediyor ve bunları kullanarak ürettiği otomobil, kamyon, otobüs vb araçların çoğunu dışarıya satıyor. Ucuz döviz ithal ürünlerin maliyetini düşürdüğü gibi, işçi ücretinin de yükselmesini engelliyor. Yani sömürü çifte kaymaklı lokuma dönüşüyor.

Bunlar yetmezmiş gibi faiz oranlarının düşük tutulması iç ve dış borçlanmayı, bunun yanı sıra finansal kumarı da teşvik ediyor. Yani Türkiye sisteme kan sağlıyor. Belki milli gelir büyüyor, yani ulusal bilanço kar gösteriyor ama kimlere gidiyor bu kar açıklanmıyor. Sistemin kaçınılmaz gereği olarak işsizlik artıyor, sağlık sistemi, sosyal güvenlik, eğitim hizmetleri adım adım geriliyor, iflası yakalıyor. Merkez Bankamız neo-liberal düzenin ayarını elinden kaçırmıyor. Tek yönlü iş görüyor. Bizlerin, emekçilerin, ezilenlerin bankası değil, adının başındaki (T.C) rumuzu kimseyi aldatmasın.