Devletin İflası

Yalanlarla dolu bir dönemi yaşıyoruz. Politika arenasında at oynatan, mecliste sandalye sahibi partilerin temsilcileri meydan söylevlerinde ciddiye alınabilecek tek söz söylemiyorlar. Belki tekelci medyanın yalancısıyız. Ekrana yansıttıkları konuşmalarda “Havuzlu Villa” ya da emeklilik maaşları tartışılıyor. Kendimi zaman zaman Dümbüllü İsmail’in ortaoyununda zannediyorum. Karagöz ve Ortaoyununda, eskilerin deyimiyle, çok daha ciddi konulara değinilirdi. Zaten “avamdan” Karagöz ile “Münevver” Hacivat’ın kişilikleri bile tartışmalarına bir anlam katardı.

Kamu oylamasının “Hay-huy”u arasında İstanbul ve İzmir’e elektrik sağlayan dağıtım şebekesi, milyar dolarla ifade edilen bir bedelle Kara Mehmet grubuna satıldı. İktidar’a yakın gazeteler “Hazine Kazandı” manşetleriyle adeta ulusal bayram ilan ettiler. Ne var ki gerçek kaybedenin kim olduğuna değinmediler. Muhalefet ise, Türkiye halkını, fakiri, fukarayı adım adım “yağlı kandil”e sürükleyen bu satıştan söz etmedi. Konuyu gerçek anlamıyla ele almadan gazetelerde yer alan bir haberi alıntıyalım: Türkiye’nin 2010’nun ilk altı ayındaki cari işlemler açığı 20 milyar 750 milyon dolar düzeyine yükselmiş. Bu açık, bir yıl öncesinin neredeyse iki katı. Yılsonuna kadar, bu gidişle, 50 milyar dolara ulaşır. Bu denli yüksek cari açık ancak yeni borçlanmalarla kapanacak. Yani kazanan hazine değil. Yani sağ eliyle topladığını sol eliyle verecek. Kazanan iç ve dış sermaye olacak. Bu satışlar yapılırken eldeki malın güncel değerinin tespiti açısından hiçbir “değerlendirme” çalışması da yapılmıyor.

Bu satışta halk kaybetti. Bunun iki temel nedeni var. Birinci, devredilen bu dağıtım şebekesi kamu malıydı, satılması için kamudan izin alınmalıydı, gerçek, anlamda referandum konusuydu. Şimdiki gibi 20’yi aşkın torbaya oy verilmesi istenmeyecekti. Yani oylanacak belli, tek bir soru. 12 Eylül’de ise halktan içi çıyanlar, akrepler ve daha nice zehirli böceklerle dolu “Pandora’nın sandığını kabul etmesi isteniyor. Bu sandığa verilecek her “evet” oyunun bin yıllık “Kerim Devlet”in tasfiyesi demek olduğu da ustaca saklanıyor.

Osmanlı’nın bir özelliği de “Devletin Kerim” oluşudur. Yani koruyucudur, yardım edicidir, adaleti ve güvenliği sağlayandır. Cumhuriyetin 1923 – 1980 döneminde de devlet birçok yönden bu özelliğini devam ettirmiştir. Karma ekonomi temelinde, ithal ikamesine dayanan sanayileşmesi ile ve de “planlama örgütüyle bu özelliğini sürdürmeyi, bir ölçüde, devam etmiştir.

24 Ocak 1980 kararları devletin bu niteliğine son noktayı koymuş ve tasfiye hareketi başlamıştır. Özelleştirme bu bağlamda ilk başvurulan yoldur. Bu yolla KİT diye adlandırılan tüm kamu iktisadi kuruluşları adeta yağmalanarak satılmıştır. Elde, herhangi bir bunalım anında, kurtarıcı olarak başvuracağımız hiçbir kamu kurumu kalmadı. Şimdi sıra enerji nakil hatlarına geldi.

Temelde halk kaybediyor. Çünkü satış sonrasında her şirket ürününü, hem verdiği parayı çıkartmak, hem de karını azamileştirmek için pahalıya arz edecektir. Sadrazam Ali Paşa ile Hariciye Nazırı Keçecizade Fuat Paşa’nın Hünkâr Abdülaziz’e verdikleri “arıza” da önerdikleri her öneri imparatorluğu adım, adım yarı sömürgeye olmaya sürüklemişti. Bugün uygulanan her satış, temelde devleti tasfiye ye yöneliktir. Ben bu tasfiye işleminin sonuçta, sermaye = devlet noktasına ulaşacağına kaniim. Zaten Özal’dan bu yana, adım adım, “tüccar devlet” kavramı kamuoyuna sunulmuş, yığınlar bu yaklaşıma alıştırılmıştı. Diyeceksiniz ki sermaye, yerel ve küresel ekonomiye egemen olarak zaten iktidarın politik eğilimlerini denetlemiyor mu? Doğrudur, ne var ki “erk” güçlendirmek için bu kez bir adım daha ileri gidiliyor.

Geçen hafta gazetelerde, ABD’deki ekonomi hocalarının şu saptamasına tanık olduk. “ABD iflas etti” ne demekti bu sözün altında yatan? Artık tek egemenin piyasa ve şirketler olduğu ima ediliyordu. Çok uzun süredir dillendirilen “şirketokrasi” iktidarı adım adım yaşama geçiyordu.

Selçukluların Anadolu’ya adım atmasından bu yana geride kalan bir yıl, devletin kerimliğine inanışla geçmiştir. “Devlet Kuşu”, “Devletli”, “Devletle” vb. gibi nice terime sahibiz. Ne var ki artık bu kavramın üzerini karalamak üzereyiz. Bu karalamayı, Osmanlıya olan bağlılığını, padişah torununun tabutuna omuz veren AKP iktidarı gerçekleştiriyor.

Kamunun her varlığını, “bila tereddüt” satma özgürlüğünü fütursuzca kullanan, bugünkü sınır kural ve temayül tanımayan siyasal erk bu tasfiyeyi yapmaya kararlı. İnsanların özgürlükleri bir insanın ve onun kulu olan bir savcının iki dudağına kalmışsa, artık devlet tasfiye edilmiştir. Devlet “Kerim”dir nitelemesi dışlanmıştır.

Yıllar önce, memur olan babam her “tensikat” rivayeti çıktıkça ürkerek beklerdi. Tensikat, tasfiyenin kibarcısıydı. Yeni yayınlanan bir sayısal bilgiye göre dünyada ki genç işgücü içindeki işsizler hemen hemen yüz milyona erişmiş. Neo-liberal tensikatın resmi belgesi budur.

Kerim Devlet, Kerim olmayan devlet adım adım tarihe karışırken, bunun Türkiye’deki “zimamdar”ının nereden emekli olduğu sizce ne kadar önemlidir. 12 Eylül’de “Hayır” demenin bir gerekçesi de budur.