Boş Meme

İnsanoğlunu zeki hayvan diye tanımlarlar. Oysa her hayvanın geninden gelen ritüelleri yanı sıra kendi yaşamını sürdürecek ve gelecek nesillere aktaracak bir zekası vardır. İnsan beyni , iki ayağının üzerinde durabilmesi sonucu daha gelişmiştir ama insan beyninin algılama ve üretme kapasitesini tartışmak benim haddim ve de bilgi alanım değil. Bu konuya değinmemin temel nedeni insanların doğumlarından itibaren zekalarına karşın aldatılma ve koşullandırmaya her hayvan kadar müsait olduğunu belirtmektir, Pavlov’un koşullandırma kuramı insanları da kapsar.Günümüzde çok gelişmiş olan sosyal-psikoloji bu doğrultuda çok önemli adımlar atmıştır.

Bizler, doğduğumuzdan itibaren kandırılmaktayız. Bu alışkanlığımızı ana rahminde eğitilerek ediniriz. Temelde genetik bir ritüeldir.Doğunca da anne sütünü yudumlar, daha sonra da avutmak için ağzımıza tutuşturulan boş memeyi aynı iştahla emeriz. O olmazsa parmaklarımız aynı görevi görür. Kanarız, ağlamayız, bağırmayız. Son günlerde peş peşe gelen zamların arkasından emekliye yapılan komik zamlar bana “Boş meme” alışkanlığını anımsattı. Olayı daha kapsamlı ele alınca insanların tüm yaşamlarında bir avuç egemen tarafından “Boş Meme” yöntemiyle soyulduğu, sömürüldüğü yaklaşımının günümüz “Yeni Dünya Düzeni”ni açıklama açısından yararlı bir araç olduğunu fark ettim.

Cumhuriyet gazetesinin Perşembe günkü (07.01.2010) nüshasında Nilgün Cerrahoğlu’nun Hindistan’a ilişkin yazısını okurken “Boş Meme” yaklaşımının nasıl kullanıldığını bir kez daha gördüm. Cerrahoğlu, tüm düşünce ve savlarına katılmasam da yazılarını zevkle okuduğum bir yazardır. Yazısına “Kalkınma” kelimesinin nasıl unutturulduğu ile başlıyor. Bizim de yıllardır söylediğimiz gibi “Büyüme” kavramının ne derece dar bir toplum kesimi için anlamlı olduğunu belirttikten sonra, savını Hindistan örneği ile pekiştiriyor. Bilindiği gibi Hindistan son yılların yıldızı parlayan, dünya ekonomileri içerisinde ilk yirmiye giren ülkelerin en dikkat çekeni. Hızla yükselen piyasa ekonomilerinin neredeyse başında geliyor. Nüfusu 1 milyar 200 milyon dolayında. Cerrahoğlu yazısında bu hızlı büyümenin nimetlerinden ancak ülkedeki 300 milyon kişinin yararlanabildiğini, bunların da çok büyük bir oranının orta sınıf bile sayılamayacağını vurguluyor. Bu saptama doğrudur “Obama” ile güler yüzlü polisi oynayan bugünkü küreselleşmiş neo-liberal kapitalizmin ana felsefesini yansıtmaktadır. Konuyu şöyle de izah edebiliriz: Yeni dünya düzeni sadece tüm dünya nüfusunun %10’unu bile kapsamayan bir seçkinlerin daha fazla kazanması için kurgulanmıştır. Bu çekirdek “servet sahiplerine” yamanan küçük bir orta sınıfı da yemlenen yanaşmalar biçiminde tanımlamak yanlış olmaz. Geçmişte Turgut Özal elindeki kalemi gözümüzün içine sokarak, televizyon ekranlarında “ortadirek” kavramını savunuyordu. Çünkü neo-liberal ekonomi öğretisinin “boş meme”si orta sınıf rüyasıydı. Bebekleri düşünün “boş meme” ağzında uyurken, onu eme eme gülümser, işte dönemin en büyük aldatması budur. Rahmetli Kemal Sunal “Ortadirek Şaban”la bu yalan rüyayı kendi üslubuyla ne güzel anlatmıştı.

Egemen sınıflar tarihin her döneminde “Boş Meme” koşullandırmasını kullanmışlar dini inançlar da aynı koşullandırmanın sonucu olan fukaralığın erdemini kutsamıştır. Yenilerdeki büyük zamlarda bu bağlamda çözümlenebilir. Maliye derslerinde hocamız Neumark ve Orhan Dikmen bir kuralın üzerinde ısrarla dururlardı: Vergi adaleti, vergi yükünün kişinin gelirine orantılı olarak dağılımıyla sağlanır. Kuşkusuz bu tanım da yetersizdi, doğru olan bu yükün servetin dağılımına uyumlu dağılmasıdır. Buna karşın hocaların klasik tanımı da yabana atılmazdı. Ne var ki günümüzde bu tanımın hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Neo-liberal öğretinin ilk uygulayıcıları olan Reagan-Theacher iktidarları ilk iş olarak gelir vb gibi vergilerde yüksek oranlı indirime giderek yeni vergi politikasının ip uçlarını ortaya koymuşlardır.

Bu politikanın ana kuralı vergi yükünün yığınlara dağıtılmasıydı. İşte KDV, ÖTV ve benzeri dolaylı vergilerin etkinleşmesi böyle başladı. Böylece yaşayabilmek için tüketen herkes eşit olarak bu vergileri ödeyecekti. Sermayenin vergi yükü ise azaldıkça azaldı. Çünkü iktisadi faaliyetlerin, kamu hizmetlerinin ağırlığı özelleştirme mantığı ile özel sektöre devredilmişti. Vergi gelirleri yetmediği sürece devlet, tahvil, bono vb araçlarla borçlanma yoluna gidiyordu. Bugün en zengin kapitalist ülkelerin bu nedenle birikmiş borçları 60 trilyon doları aşmaktadır. Bu inanılmaz borcun faizlerini ise gene tahvilleri satın alan sermaye sınıfı cebe indirmektedir. Bu bağlamda sermayeci devleti de “Boş Meme” mantığıyla soymaktadır.
Devletlerin ekonomik anlamda elleri kolları bağlıdır. Sahip oldukları İktisadi Teşekküller özelleşmiştir. Yıllarca önce Türkiye’de bütçe sıkıştı mı, açık verdi mi sigaradan şekere kadar KİT (Kamu İktisadi Teşekkülleri) ürünlerine zam yapardı. Son sigara zammını bile gerçekleştiremeyen hükümetin ekonomik alandaki aczini iyice ortaya çıkarmıştır.

Bütçe açıkları büyüdükçe halkın, emekçilerin vergi yükü daha da artacaktır. Emekçi, memur vb gibi kıt kanaat geçindikleri maaştan, ücretten kesilen gelir vergisinin yanı sıra ekmeğini bile artan vergilerle yiyebilecektir. Yenilerde yayınlanan bir istatistiğe göre bankalarda ki hesapların %95’inden fazlası on bin liranın altında. Bu veri, bırakın geliri, servetin bile nasıl eşitsiz ve gayri adil dağıldığını ortaya koyuyor. Bir de bankada bir kuruş parası bile olmayanları hesaba katarsak eşitsizlik alabildiğince artacaktır.

Sermayenin, ödediği vergileri bile aldığı devlet tahvillerinin faizi, ürünlerine yaptığı zamla geri aldığını düşünürsek neo-liberal ekonominin tersine “Robin Hood”luk yaptığı ortaya çıkar. Sistemin emme-basma tulumbası fukaradan alıp zengine verme doğrultusunda işlemektedir. Yığınlara verilen üç kuruşluk zam, birkaç kuruşluk bulgur-makarna paketi sadece “Boş Meme”dir. Uyutur, rüyada güldürür. Orta direk ise insanları sadece şans oyunları gişelerine yığılmasına neden olur. O oyunlarda çıkması olası ikramiyelerin dağılımı bile adil değil. “Ortadirek” olma rüyası ancak safların rüyasıdır. Riyakar bir yardakçılıktır. Yanaşma olmanın ötesine uzanamaz. Nur içinde yat Kemal Sunal…