Aymazlıklar Komedyası

İtalyan’ların geleneksel bir tiyatro biçimi vardır, bizim ortaoyununa benzer. Gülünç kıyafetlerle oynanır. Goldoni bu akımın en güzel örneklerini vermiştir. Onun yapıtlarını bizim halkımız da çok sevmiştir. İster bu üslupta, ister ortaoyunu geleneğinde olsun sergilenen oyunlarının temel öğesi aymazlıklarıdır. Aymazlık antik Yunan tragedyalarından günümüze fazlasıyla kullanılan bir öğedir. Oyunu seyrederken güleriz ama sonradan, üzerinde biraz düşününce bir hıçkırık içimize oturur. Ağlamak isteriz.

Politikada aymazlık daha da dramatik bir sonuç doğurur. Başlangıçta doğru gibi görünür, ilk izlenimin arkasından asıl trajediyi yaşarız. Ülkemizde siyasi aymazlıkların haddi hesabı yoktur. En yakın tarihli uluslararası bir aymazlıkla derdimizi anlatalım.

Bush’un Irak’a müdahale etmeden BM’nin onayını alabilmek için Powel ve diğer yandaşlarıyla “Güvenlik Konseyi” oturumunda sergilediği komedi bütün dünya halklarıyla adeta alay eden bir aymazlığın somut yansımasıdır. Kore savaşında ABD ordusunun BM gücü olarak oynadığı rol de, “Uluslararası Kamuoyu”nun bir başka aymazlığıdır. Soğuk Savaşın tüm hızı ve yoğunluğu ile devam ettiği dönemdeki politik aymazlıkların sayısız olduğunu rahatlıkla ileri sürebiliriz.

1950’li yılların ilk yarısında ABD’yi avucunun içine alan senatör McCarthy’nin anti-komünist provokasyonları, ülkenin üst düzey siyasi mahvillerinin buna katılması bu ülke için utanç vericiydi. Bu bağlamda Sovyetler Birliği’nin bilimsel ve teknolojik yetkinliğini inanmayarak bu ülkenin nükleer bomba yapmasını ancak ABD’den çalınan planlara dayandırması, bilim adamlarını bu açıdan suçlayıp cezalandırması da bir siyasi aymazlık gösterisidir.

Geride bıraktığımız siyasi aymazlıkların doruklaştığı bir zaman dilimidir. ABD, İngiltere ve Fransa’nın Anadolu’yu paylaşmaya yönelik “Sevr” planı bu aymazlıkların ilkidir. Yunan ordusunun Batı Anadolu'yu terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Alman Nazilerinin sürekli arkalanarak Sovyetlere saldırmasını beklemek aymazlıkların en büyüğü idi.

Türkiye’de de bir dizi siyasal aymazlık örneği sergilenmiştir. Cumhuriyet döneminde “Şeriye Vekaleti”ni kaldırırken, onun yerine Başbakanlığa bağlı bir “Diyanet İşleri” Teşkilatını kurmak aymazlık değil de nedir. Bunu günümüzde bile savunanların ana tezi “tarikat”ların denetimi gereğidir. Ne var ki şimdilerde bu teşkilat tarikat ve cemaatlerin yuvalandığı, beslendiği, arkalandığı bir kurum haline dönüşmüştür.

İkinci Dünya Savaşı “Aymazlıklar Komedya”sının “32 kısım tekmili birden” örneği sahneye konduğu günlerdir. İç ve dış siyasetteki yalpalanma inanılmaz boyutlara uzanmıştır. Meclis, hükümet ve medya adeta ikiye bölünmüştü: Nazi ve müttefik yandaşlığı. Alman Ordularının her başarısı alkışlanıyor, kutsanıyordu. İnönü direksiyonundaki dış politika Almanya ve demokrasi cephesi arasında rüzgar gülüne dönüşmüştü. Stalingrad Nazi etkinliğini sarstı, Churchil’in Türkiye’yi ziyareti rotayı değiştirdi.

“Tek Ulus-Tek Parti ve Tek Şef” programı Berlin’de kızıl bayrak dalgalandığı gün noktalandı. Oluşturulan “Birleşmiş Milletler” kurumunun kurucu üyesi Türkiye Demokrasi’ye geçiş kararını da vermişti. Nasıl bir demokrasi? Kimse bu konuyu tartışmadı. İnönü, yeni partiyi kuran Celal Bayar’la konuşması sırasında “yeni demokrasi”nin sınırlarını da tayin etti: sola (yani sosyalizm ve komünizme) ve sağa (yani dini gericiliğe) kapalı olacak. Bu tanım şu demekti: merkezde sabitlenen bir siyasal özgürlük. İşte siyasi aymazlıkların en önemli örneği bu karardı. Nitekim sola konan sınırlamaya aynen uyuldu, sağa doğru ise açılınıp, saçılındı.

Ecevit’in ılımlı, yumuşak, söylemde kalan solculuğu bile tutucu sağın saldırılarına uğradı. “Ortanın solu Moskova yolu” sloganı, ABD’li destekli Şili Cuntasının devirdiği “Allende”ye telmihen kullanılan “Büllende” nitelemesi 1970’li yılların aymazlığıdır. 1980 sonrasındakilere oranla soldaki sıfır mesabesindedir.

Yakın dönem siyasi aymazlıkların en büyüğü ve etkisi en yıkıcı olanı “Turgut Özal” ihanetinin yüceltilmesidir. Naomi Klein’in ünlü “Şok Kuramı”nın dünyadaki en dikkati çeken uygulamalarından biri Özal’ın bu bağlamda oynadığı roldür. Özal, 12 Mart cuntasından sonra ABD’de “Planlama” teşkilatında edindiği iktisat alt yapısını geliştiren, “Neo-Liberal” kuram doğrultusunda eğitilmişti. Türkiye’ye geldikten ülkenin emek düşmanlığı ile tanınmış işveren sendikası MESS’in başına geçti. Tam bir sınıf bilinciyle sınıfsal gerginliği arttırdı. 1977 1 Mayıs katliamının arka planını hazırladı, neo-liberal yeni ekonomi planını oluşturdu. Aydınlar Ocağı’nın toplantısında bu planı deklare etti ve TÜSİAD’ın 1979 Mayıs’ında Ecevit hükümetini uyaran tam sayfa gazete ilanlarının alt yapısını hazırladı. 1978-80 arasındaki ekonomik darlık krizinin yerli ve yabancı sermaye işbirlikçi temelini de hazırlayan odur. 1975-80 arasında yer alan derin şok’un sonunda 24 Ocak kararlarıyla ekonomiyi neo-liberal doğrultuya oturtan Özal’dır. Yapıtının gücünü ABD ve NATO destekli TSK’nın 12 Eylül 1980 cuntasından almıştır.

1980-2010 dönemi “Aymazlar Komedya”sının her türlü örneğini gördük

-Ticari ve mali serbestiyi iktidar ve muhalefet birlikte alkışladı.

-Özelleştirme, siyasi partilerin ittifakıyla yaşama geçti ve hız kazandı.

-Ekonomi neo-liberal doğrultuda yeniden yapılandı.

-Ekonominin yönetimi IMF ve onun gösterdiği uzmanların (Kemal Derviş vb) gözetimine terk edildi.

-Bu bağlamda dönemin oy oranı yüksek partileri AKP, ANAP, DP, CHP, DSP, MHP tam bir işbirliğini aymazlık sınırlarını da zorlayarak sürdürdüler

Bu örnekleri daha da arttırabiliriz. Şurası kesin ki önümüzdeki yıllarda bu aymazlıklara daha çok tanık olacağız. Çiller-Karayalçın ikilisinin Gümrük Birliği'ne girme kararı, bir gecede Ecevit’in apar topar Helsinki’ye taşınıp AB’nin aile resmine katılması, Karayalçın’ın SHP Genel Başkanı iken hemen “Euro”yu kabul edelim önerisi göreceğimiz aymazlıkların yanında zikre bile değmeyecek. Çünkü doğal serbestiye dayanan pervasız ve de hunhar kapitalizm hep bu tür aymazlıklara dayanarak hegemonyasını sürdürüyor.