Alışırsınız... Alışırsınız...!

Merhum Turgut Özal spor gömlek, şort ve ayağında sandaletle askeri selam kıtasını teftiş ettiğinde herkes şaşırmıştı, o ise haklı olarak “alışırsınız” demişti. Alıştık kendisine, önerdiği nev serbestiye ve daha nelere… Düşünürsek insan ömrü bir alıştırma ve alışkanlık sürecinden ibarettir. Eskilerde doğar doğmaz kundaklanır ve de ona alışıverirdik. Günümüzde kundaklama neredeyse unutulmak üzere. Evde ailemiz, sonra çevremiz, okulumuz, içinde yaşadığımız düzen bizi sürekli belli hareket biçimlerine değerlere vb gibi uyumlandırdı. Alıştırmanın daha yumuşak ifadesiyle uyumlanarak bugünlere ulaştık. Süreç değişmeden devam edecek egemen düzen bunu gerektiriyor.

Bundan yaklaşık elli yıl önce Orwell soyadlı bir yazar, soğuk savaş rüzgarlarının estiği günlerde Sovyetler Birliği'ni eleştirmeyi hedefleyen 1984 ve Hayvan Çiftliği adlı iki roman yazmıştı. 1984’ün yankıları büyük oldu. Özellikle romanda betimlenen ülkenin “Big Brother Watch You” yani “Büyük Birader Sizi İzliyor” sloganı adeta sosyalizme yönelik temel kanıt biçimine dönüştü. Sosyalist ülkelerin tüm kurumları bu bağlamda topa tutuldu. 1960’larda bir adım daha ileri gidildi, ABD kaynaklı bir dizi “Mission Impossible” (Görevimiz Tehlike) çeşitli teknolojilerin kullanıldığı, insanların dinlendiği, görüntülendiği bir istihbarat örgütünü bize tanıttı. İsmail Cem, TRT Genel Müdürlüğü döneminde derhal bu diziyi ekranlarımıza taşındı. Meraklı, nefes, nefese, son karesi bile kaçırılmadan izlendi. Sovyet tehlikesi ortadan kalktıktan sonra temel öğenin unutulmaması için “Biri Bizi Gözetliyor” yarışmaları gündeme getirildi. Böylece gizlice dinlenebileceğimiz, görüntülenebileceğimiz fikrine alıştık.

Bunları sokaklarımıza konuşlandırılan kameralar takip etti. Artık her adımımız, arkadaşlarımız, eylemlerimiz adım adım izleniyordu. Sonra tele kulak ve gizli kamera eylemleri sergilendi. Sistem tüm bunlara bizi alıştırdı. Özal’ın deyimiyle alıştık… Artık sokaklarda mobesseler, evlerimizde böcekler, nereye konduğunu bilemediğimiz kameralarla koyun koyuna yaşıyoruz. Hiç bir devinimiz gizli değil. Sözün özü Orwell’in “Big Brother Watch You” sloganını neo-liberal küresel kapitalizm yaşama geçirmiş oldu.

Geçen hafta Pazartesi günü Baykal’ın Genel başkanlıktan istifasıyla patlayan krizin özünde bir önce sergilediğimiz yapı vardır. Baykal ve CHP neo-liberal küresel düzene uyumlanma çabalarının seyiesini çekmektedir. Kapitalizmin bu yeni aşamasının acımasızlığını görmemenin, daha etkin bir deyimle aymazlığının vardığı noktadır bu ve korkarım aymazlık devam etmektedir. Şöyle ki Pensilvanya ile Langley’deki (CIA) kurumun birlikteliğini bir yana bırakarak Pensilvanya’yı aklamanın anlamı nedir? Eğer ondan medet umuluyorsa bu açıkça “Emirlerinizi ben daha iyi uygularım” demektir. Aymazlık, öngörüsüzlük at başı beraber gitmektedir. Baykal ve yandaşları olayı inkâr etmiyorlar, komplodur diyorlar.

Medyamız “reyting” uğruna dedikoduyu çok sevdiği için bütün hafta CHP Genel Başkanı kim olacak, Baykal dönecek mi “geyiği” ile uğraştı. Ama bir gerçeği özenle gözden kaçırdı: kurultay delegelerinin yapısını…

Adı SODEP, SHP, CHP olsun, son 25 yılın bu kulvarda faaliyet gösteren partilerin delegelerinin saptanması, denetlenmesi, büyük ölçüde Önder Sav- Baykal ikilisinin elinde toplanmıştır. Partiye üye yazılımı bu ikilinin gözetiminde gerçekleşir. Mahalle delegelerinden Kurultaya kadar tüm delege seçimlerinde Önder Sav direksiyonun başındadır. Bu nedenle Baykal-Sav ikilisinin birlikteliği hiç değişmez. Bir hafta sonra yapılacak kongrenin delegeleri de aynı grubun yandaşlarıdır. Bu bağlamda Yılmaz Ateş’in de bazı delegeleri kontrol edebildiği rivayet edilmektedir. Tüm gerçekler ortadayken A ya da B’nin genel başkan olması ancak “icazet” almasıyla mümkündür.

CHP neden bizi bu kadar ilgilendiriyor. Bunu tek bir gerekçesi vardır. AKP’nin gerici, işbirlikçi, piyasacı, al-satcı yönetimine karşı “acil mücadele” gereğinin yaşamsal bir hal almasıdır. Sosyal demokrat (bu artık bir meziyet değil) olma savındaki CHP’nin, örgütlenmemiş bir ölçüde kitleleri harekete geçirebilme umududur. Bu umut büyük bir iyimserliği ifade etmiyor. Ama kuvvetli, dirençli temelleri olmasa da bugünkü cemaatler koalisyonuna karşı bir direnç noktası olabilir cılız olsa da bir adım atılmasını sağlayabilir.

AKP, hali hazırda, cemaatlerin, dış bağlantılı işbirlikçilerin, sermaye gruplarının üstü örtülü bir koalisyonudur. Son kısmi anayasa değişiklik paketi de bu koalisyonun şu ya da bu ölçüde istemlerini karşılamaktadır. Buna karşın yargıya yönelik tek yönlü yapılanmayı hedefleyen değişiklikler “Fincancı katırlarını” ürkütmüştür. Kuvvetler ayrılığı ilkesini neo-liberal ekonominin sevmediği gizli bir olgu değildir. Ama böylesine göz çıkarırcasına yapılması rahatsızlık yaratmıştır. Bu nedenle neo-liberal ekonomik erkler daha ılımlı bir eylemi tercih etmekte, yığınları rahatsız etmeden, uyandırmadan “hegemonya”yı sağlamayı yeğlemektedirler.

Bir önce altını çizdiğimiz olgu CHP’nin bugünkü bunalımının da temel öğesidir. Baykal’ın geride kalan kırk yıllık politik serüveni bu bağlamda tıkanmıştır. Sürekli bunalıma oynayan, hırçın üslubu sık sık değişen siyasal stratejileri (Anadolu sol’undan- çarşaf açılımına kadar) sermayeye güven veremiyor. Bu nedenle önümüzdeki kongrede “siyasal albenisi” olan bir genel başkan ve ipleri elinde tutan bir yönetimin seçilmesi yeğleniyor. CHP bunu Ecevit hareketinde de denedi. Bu hareketin dinamosu olan, İsmet Paşa’nın devrilmesini sağlayan Dr. Kamil Kırıkoğlu’nun kısa sürede nasıl tasfiye olduğunu bir düşünün.

Önümüzdeki hafta içinde bu bağlamda hangi yolun tercih edileceğini göreceğiz. Ya vitrin değiştirilecek, ya da aynen devam edilecek. CHP’nin atanmış delege ve de milletvekillerinin tavrını merakla bekleyeceğiz. Ne var ki Baykal-Sav vesayet yönetimi parti yönetimini parti erkini ellerinde tutmayı sürdürürse sonuç Edmond Rostand’ın ünlü “Cyrano de Bergerac” oyunun finaline uygun olacak.

“Ölümü kaza yetti

Cyrano de Bergerac maktulen vefat etti”

Siyavuşgil’in kafiyeyi tutturma tutkusuyla Türkçe’yi katletmesine karşın. Dokunaklı bir finaldir… Aklımdan hiç çıkmaz.