‘Pardon çağı’

İçinde bulunduğumuz çağı isimlendirmek istersek, muhtemelen “Bilgi Çağı”, “Bilgisayar Çağı”, “Yeni Medya Çağı” gibi isimler seçeriz. Artık imkanı olanlar için hemen her türlü bilgiye, her yerde, her an ulaşmak mümkün. Biraz daha klişe bir ifadeyle söyleyecek olursak bilgiye erişmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Ancak aynı zamanda bilgi, hiç bu kadar, göstere göstere yok sayılmamıştı da. Hadi bizzat araştırmayı geçelim, araştırılmışı rapor edilip sunulsa, yeri gelip bas bas bağırılsa da bilgiyi elinin tersiyle itip bildiğini okumak da içinde bulunduğumuz çağın gerçeklerinden biri haline geldi.
Bunun en bariz örneklerinden birini HES’ler konusunda yaşadık. Onlarca bilimci ve mühendisin uyarılarına, çevre örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının itirazlarına, yerel halkın direnişine rağmen HES’ler yapıldı, doğa talan edildi, sonra da çıkılıp “pardon, derelerinizi boşuna mahvetmişiz” dendi. Gerçekten bu bilgiyi yeni öğrendikleri ve ortadaki kanıtlar onları ikna ettiği için mi? Hayır, bu sefer nükleer santraller için aynı döngüyü başlatmak, HES’lerin enerji sorununa çözüm olmadığı, zaten doğayı mahvettiği gerçeğini nükleer santral inşasına gerekçe kılmak için. Bakalım “pardon, sizleri boşuna kanser etmişiz” açıklaması kaç vakte kadar gelecek.

4+4+4’te de böyle olmadı mı? Bu uygulamanın çocukların bilişsel ve bedensel gelişimine neden uygun olmadığı açıklandı, okullardaki fiziksel yetersizlikler bir bir ortaya döküldü, kız çocuklarının uğrayacağı mağduriyet anlatıldı, veliler isyan etti. Buna rağmen apar topar uygulama yürürlüğe konuldu, söylenenler teker teker çıkıyor: Okulöncesi eğitimde okullaşma oranları düştü, binlerce öğrenci imam hatip, meslek ya da devam zorunluluğunun olmadığı açık liselere gitmek zorunda bırakıldı, mesleklerini hakkıyla yerine getiremediğini düşünen 40 bin sınıf öğretmeni alan değişikliği talebinde bulundu, 70 bin öğretmen norm kadro fazlası durumuna düştü. 4+4+4’ün acısı daha da çıkmaya devam edecek. Henüz kimse çıkıp “pardon, çocuklarınızı boşuna heba etmişiz” demedi ama MEB bu yıl 66-69 ay arası çocukların ilkokula kayıtlarını velilerin tercihine bırakarak durumu kurtarma çabalarına girişti.

Müneccim olmaya gerek yok, İstanbul depreminde de aynısını yaşayacağız. Bunca bulguya, veriye, bilgiye, çözüm ve önlem önerisine rağmen yine kuru bir “pardon” duyacağız. 3. köprüyü yapmayın, ağaçları kesmeyin, trafiği çözmeyecek kendi trafiğini yaratacak, etrafındaki yerleşim İstanbul’un doğal kaynaklarını kurutacak diyoruz dinleyen yok.

Elbette bu bilime, bilgiye kulak tıkama tavrı sadece Türkiye’ye özgü değil. Küresel iklim değişiminin vehameti kayıtlarla, analizlerle, modellerle, öngörülerle ortaya konsa, yapılması gerekenler gösterilse, acilen herekete geçmeliyiz çağrıları yapılsa da hükümetler pek gönülsüz.

Bilimsel olarak çürütülen iddialara rağmen yapılmayan aşılar ve patlak veren salgınlar, su gibi kullanılan antibiyotikler ve evrilen dirençli bakteriler, göz göre göre göç yolları üzerine yapılan hava alanları ve telef olan kuşlar... Saymakla bitmez bilgiyi-bilimi umursamama halleri ve önlenebilir musibetlerin örnekleri.

Bilgi kadar, doğru kullanıldığında yapıcı, kullanılmadığında yıkıcı olan çok az şey var. Kafalar fersahlarca uzak olduktan sonra bilgi iki tuş kadar yakın olsa bile kâr etmiyor. Hal böyle olunca “Bilgi Çağı”nda “Pardon Çağı”nı yaşamaya mahkum oluyoruz ama “hal” böyle olmak zorunda değil. Bir pardonla kurtulabileceklerini sananlardan hesap sormalı, bilimi arkamıza alarak, yarının pardoncularının üzerine gitmeye devam etmeliyiz.