Meşveret meclisi

Anayasa, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, HSYK tartışmalarının yarattığı gerilimin ve bundan sonra olabilecek rejim ve yönetim kaynaklı tüm sıkıntıların önünü almak için benim önerim, meclisin feshedilmesi, Osmanlı usulü bir Meşveret Meclisinin kurulması ve sözün başında saydığım Anayasa, HSYK ve tüm Tay’ların kaldırılması doğrultusunda olacaktır.

Meşveret Meclisinin tam karşılığı “Danışma Meclisi” olarak tercüme ediliyorsa da Padişahın danıştığı değil de, Padişaha danışıldığı sınırlı sayıda üyesi olan bir “sosyal söyleşi kurumu” olarak tercüme etmek daha doğru ve yerindedir.

Meşverete katılacak olan zevatın makam ve rütbelerinin “şer’an” yeterli olup olmadığı bir sorun olarak zaman zaman ortaya düşse de Padişah bunun kolayını bulmuştu. Temsil, gecelik entarisini seçen çok takdir ettiği ve önemsediği Esvapçıbaşını meşverete dahil etmek istiyorsa, onu Reisülküttaplığa(Dışişler Bakanı) atar ve sorunu kestirmeden çözmüş olurdu.

Meşveret Meclisinde şimdi olduğu gibi uluorta meseleler gündem yapılamazdı. Meselenin “Kitap” ta yeri olup olmadığına bakılır, “Kitap” ta açık bir hüküm varsa o meselenin tartışılıp ayağa düşürülmesinin önü daha baştan kesilirdi.

Temsil, Çavuşbaşı(Adalet Bakanı) “Hatun kişiler için pozitif ayrımcılık” başlığını Meşverete konu olarak taşımışsa, bu taşımanın “kadın dövülürken sopa omuz hizasına kadar kaldırılıp mı vurulsun(pozitif), yoksa yaradana sığınıp mı vurulsun(negatif)” ayrıntısında düğümlenebileceğini öngören Padişah, Kazasker’e (Dinişler Bakanı) döner nazar atardı. Tabi ki bir Padişahın bir Kazaskere nasıl nazar atması gerekiyorsa öyle nazar atardı. Kazasker ilgili ayetlere dikkat çekerek meselenin tartışılıp sulandırılmasına izin vermez, genellikle de “pozitif” mana taşıyan ayetleri bazı hadislerle de destekleyerek tartışmayı derhal durdurur böylelikle söyleşide söyleşilenin, “teamül” olarak çıkmasının önü açılırdı.

Meşveret toplantısı Padişahın emriyle yapılırdı. Söyleşiye öncelikle Divan-ı Hümayun(Bakanlar Kurulu) üyeleri ile cemeaatleri temsil eden kişiler ve bazı bürokratlar katılırdı.

Her toplantı öncesinde Padişah, herkesin düşüncesini özgürce ifade etmesinin “farz” olduğunu, kimseye kırılıp gücenmeyeceğini gayet yumuşak bir dille beyan ederdi. Bu sözlerini ”hem vallaha hem billaha” diye pekiştirmeyi de ihmal etmediğini “Türk Parlamento Tarihi"nden öğreniyoruz(Cilt:1). Padişahın bütün kışkırtmalarına ve iyi yürekliliğine karşın, “ifade özgürlüğü" ancak bir defa kullanılmıştır. Ondan sonra tövbe...

Kullanmaz olaydı!

1656 yılının 17 Aralık gününde özgürlük hakkını bir defa kullanmaya yeltenen Sadaret Kethudası (İç işleri Bakanı) aykırı sözleri nedeniyle Padişah tarfından “hiddetli” şekilde azarlanmıştır.

Kul taifesinin Padişah tarfından azarlanmasının kötüye yorulup hakaret olarak algılanmasının doğru olmayacağını, tam tersi, o kulun bunu “ilgiye mazhar” olduğu için şen’lik ve saadetle karşılaması gerektiğini yazan ünlü Osmanlı tarihçisi Mehmet Halife ‘dir (Tarih i Gılmani, 1976).

Ancak bundan sonra yapılan Meşveret Meclisi toplantılarının sakin ve verimli geçmesini sağlayan Padişahın hiddetinden ziyade, toplantı sonrasında Veziriazam’ın, Sadaret Kethudası’na yaptığı şirinlik olmuştur: Veziriazam “bre gavat” diyerek bir eliyle Sadaret Kethudası’nın sakalını çekiştirirken, boşta kalan diğer eliyle de sırtını yumruklamıştır.

Hani tövbe dedik ya, o bundan sonradır.

***

Ülkeyi temsil eden birinin hilei şeriyye’ye başvurmak zorunda bırakılmasını hoş görmek mümkün değil.

Her ne kadar hilei şeriyye kutsal amaçlar için yapıldığında dinen hiçbir sakınca taşımıyorsa da, kişinin buna sık sık başvurmak zorunda bırakılmasının caiz olmadığını Bediüzzaman Hazretleri büyük bir açıklıkla yazar. Cumhurbaşkanı daha dün Anayasa Mahkemesi raportörünü Yüksek Mahkeme’ye atayabilmek için neler çekti gördünüz, insanın içi yanıyor!

“Densiz” bir gazetecinin “Bir de yaş konusu var, 45 yaş alt sınırı varken, sizin atadığınız 42 yaşındaymış” sorusu, ortalığı bulandırdıysa da Cumhurbaşkanlarına bundan böyle kişilerin yaşlarını büyütme ya da küçültme yetkisinin de verilmesi gerktiğini hatırlatması açısından hayırlı olduğunu söylemenin ne sakıncası olabilir?

Bana kalırsa bütün bu “Anayasa” tartışmalarına son verilmelidir. Hele hele Anayasa paketi içinde emekçiler için düzenlendiği iddia edilen “haklar” telafuz edilirken, Ankara’da Sakarya Meydanında düzenlenen vahşi saldırı ayıp ötesidir.

Meclisin feshi ile birlikte Abdullah Gül Padişah ilan edilmelidir. Köşkte her hafta meşveret düzenlenmeli, meşveret sonunda çıkan “teamül”, gazete ve teve aracılığı ile kullara duyurulmalıdır. Alınan kararların “Kitab” a uygun olup olmadığının danışılacağı bir adet Kazasker meşveret toplantılarında mutlaka bulundurulmalıdır. İlla bir isim diye tutturursanız önerim Fethullah olacaktır

Meşveretin sonunda aykırı laf edenlerin sakallarını, sakalsız olanların bıyıklarını ya da saçlarını çekiştirip sırtlarını yumruklama yetkisi de Başbakan’a verilmelidir.

Kısaca Anayasa tartışmaları bir kenara bırakılmalı Meclis feshedilmelidir. Bu da benim fikrimdir!