Şunun şurasında kaç yıl geçmiş, 1927 yılında okunacak olan Nutuk’ta hiç yaşamamış gibiler.

Topal Osman ve Ali Şükrü ve Yahya ve Mustafa Suphi

Nutuk’un yeni baskılarında “Kişi adları dizini” ilave ederek iyi bir iş yapmışlar. Bir yandan aradığını kolaylıkla bulabiliyorsun öte yandan olması gerekir diye düşündüklerinin olmadığını görüp arama zahmetinden kurtuluyorsun.

Temsil; Osmanlara bakıyorsun Osman Şemseddin diye biri var ama olması gerekir diye düşündüğün Topal Osman yok. İki Yahya ve çok sayıda Mustafa var ama Kayıkıçı Kâhyası Yahya ve Mustafa Suphi yok.

1920-1923 döneminde, bu Birinci Meclis demektir, Meclis’i ve Mustafa Kemal’i fazlasıyla meşgul eden ve her biri birbiriyle ilintili cinayetlere konu olan bu tarihsel figürler, Topal Osman, Kayıkçı Kâhyası Yahya ve Mustafa Suphi Nutuk’ta yoklar. Bunda bir tuhaflık olmalı zira gizli/açık Meclis görüşmelerinde ve döneme tanıklık eden hatıratlarda benim başlığa aldığım bu üç isme de ihmal edilemeyecek çoklukta yer ayrılmış olduğunu görüyoruz ama şunun şurasında kaç yıl geçmiş, 1927 yılında okunacak olan Nutuk’ta hiç yaşamamış gibiler.

***

Ali Şükrü Bey’de olmayanlardan. Nutuk’ta diyorum. Alilere bakıyorsun, 600’lü yıllardan gelip 1920’ye nasıl sızdıysa artık, Hazreti Ali var mesela, ya da gayet ilgisiz bir Ali Ağuş Efendi’ye rast geliyorsunuz ama Ali Şükrü Bey yok. Oysa Ali Şükrü Bey hem Birinci Meclis’teki muhalefetin sözcülerinden, hem de yukarıda saydığım üç isimle bağlantılı cinayetler zincirinin halkalarından biri. Özetle hoşlansak da hoşlanmasak da önemli tarihsel bir figür. Başına gelenleri düşündüğümüzde insanın aklına “kötü şeyler” geliyor ister istemez…

***

1884 Trabzon doğumlu. Bahriye Mektebi’ni bitirmiş bir deniz subayı. 1909’da kurulan Donanma Cemiyeti’nin kurucularından biri aynı zamanda Cemiyetin ikinci reisi. Gençliğinden beri siyasete meraklı olduğu ilk dönemlerde İttihatçılara yakın durduğu ama kısa bir süre sonra onlardan kopup askerlikten de binbaşı iken istifa ettiği bilgilerimiz arasında. Ali Şükrü Bey’in İttihatçılardan soğumasını ve askerlikten istifa nedenini Kadir Mısıroğlu İttihatçıların Siyonizme olan “aşklarına” yoruyor.

Atlayarak yazıyorum, Ali Şükrü Bey’i son Osmanlı Meclisi’nde Trabzon Milletvekilidir. Uzun sürmüyor. Mart 1920 İstanbul’un işgali ve Osmanlı Meclisi’nin dağıtılması sonrasında Mustafa Kemal’in çağrısıyla Ankara’ya Büyük Millet Meclis’ine katılıyor. Meclis’te kimi konularda Hükümete ve Mustafa Kemal’e karşı oluşan ve İkinci Grup olarak anılan muhalefetin Hüseyin Avni Bey’le birlikte sözcülerinden biri oluyor. Hakkında yazılanlardan gayet konuşkan, sözünü esirgemeden söyleyen, bildiğinden şaşmayan ve kesinlikle radikal dinci ve halifeci biri olduğu anlaşılıyor. İkinci Grup içinde yer alan “dinci hizip”in sözcüsü diyebiliriz.

Şimdi bunu bir dinciden daha açık kim anlatabilir. Ben Kadir Mısıroğlu diyorum. Artık bu dünyada olmayan, öbür dünyada Peygamber’e komşu olduğu varsayılan Kadir Mısıroğlu, Hüseyin Avni’nin Ali Şükrü’nün katlinden sonra kürsüden yaptığı heyecanlı ve kınayıcı konuşmada Meclisi “Kâbe” ye benzetmesine fena halde içerliyor ve şöyle değerlendiriyor:

“… Hüseyin Avni Bey öteden beri İkinci Grup’un lideri ve bu sebeple muhafazakar bir kimse olarak takdim edilegelmiştir. (…) Gerçekten mümin bir kimsenin bir millet meclisini Kâbe’ye teşbih etmesinin dinen mubalatsızlık (dikkatsizlik) teşkil ettiği ve bu haliyle imanlı bir kimsenin irtikap (kötülük) etmesine imkan olmayan bir cürüm eylediği aşikardır (…) Hüseyin Avni Bey muhalefetinin Mustafa Kemal Paşa’nın diktatörce davranışlarına münhasır (özgü) bulunduğu, yoksa ortada temel bir fikir ayrılığı olmadığı(…) sarihtir.”

Mısıroğlu Ali Şükrü Bey’in muhalifliğini İkinci Grup’un muhalifliğinden daha yükseklerde tutuyor ve onu ayrı bir yere koyuyor. Özelikle saltanatın kaldırılması, İstiklal Mahkemeleri, Halifelik ile başkomutanlık meselesinde ve Mustafa Kemal Paşa’ya verilen yetkilerin tartışıldığı Meclis oturumlarında Başbakan Rauf Bey’i (Orbay) artık ne kadar bunaltmışsa, “Allah aşkına yeter artık Ali Şükrü” dedirtecek kadar kürsüye inip çıkan ve her defasında “ben bu işin fedaisiyim” diye söze giren biri Ali Şükrü var. Ama onun ününü günümüze kadar taşıyan henüz gruplar oluşmadan önce Meclis’e sunduğu ve bir oy farkıyla kabul edilen bir kanun teklifidir: Men-i Müskirat Kanunu. Türkçesiyle İçki Yasağı Kanunu…

Falih Rıfkı Atay’ın yazdıklarına göre kanun tartışılırken Maliye Bakanı Ferit Tek paranın en çok gerektiği bir dönemde hazinenin vergi kaybına uğrayacağını ileri sürerek teklifin reddi için çok çırpınmış, “yasaklamayalım içene Hadd-i Şeri uygulayıp her kadeh için 80 değnek vuralım”, “aman efendim dört kadeh içene dört kere seksen sopa, nasıl dayanır yazıktır” bağırtıları arasında bir oy farkıyla da olsa teklif kabul ediliyor. Ali Şükrü Bey’in ününe ün katan budur!

Falih Rıfkı’nın Ali Şükrü’ye yönelik bir değerlendirmesi de şöyle:

“Muhafazakâr, hatta mutaassıptı. Cemiyet hayatımızda değişikliğe mütehammil olmayıp kadınlarımızın cemiyet içinde vazife almalarına taraftar değildi” Güzel. Benim bundan anladığı Falih Rıfkı’nın “dinci gerici” diyesi olduğu ama diyemediğidir!

***

Yıl 1923’dür. Mustafa Kemal’in Samsun’dan itibaren yol arkadaşlarından Ali Fuat (Cebesoy) Meclis Başkanı, Rauf Bey(Orbay) ise Başbakandır. Ali Fuat Paşa hatıratlarının “Ali Şükrü Bey’in Şehadeti” bölümüne; Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in 29 Martta kürsüye çıkarak, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in 27 Marttan beri ortalıkta görülmediğini ve bir cinayete kurban gittiği ihtimalini umumi heyete arz ettiğini söyleyerek başlar ve ardından Meclis ayağa kalkar. Neyse ki Başbakan Rauf Bey Hükümetin olayı çözmek için ciddiyetle uğraştığını söyleyerek ortalığı güçlükle de olsa yatıştırır.

***

Devamında Kılıç Ali’nin yazdıkları var.

“Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları”nı Hulusi Turgut derlemiş. Ali Şükrü Bey’in katlini “Meclis’i Sarsan Olay” ara başlığıyla 13 sayfa anlatıyor ve şöyle başlıyor:

Ankara’da 29 Mart 1923 Perşembe günü kulaktan kulağa fısıldanan ve türlü yorumlara yol açan bir olay Meclis’i de, Türkiye’yi de sarsmıştı. Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Salı akşamından beri kayıptı…”

Kılıç Ali Meclis’e geldiğinde genel kurul salonunda büyük bir kargaşa olduğunu ve hükümetin ağır dille suçlandığını, Başbakan Rauf Bey’in (Orbay) Millet Vekillerini sakinleştirmek için çırpındığını gördüğünü yazıyor. Sonra gözü dinleyici locasındaki Topal Osman’a ilişiyor. Mustafa Kemal’in özel muhafızı olan Topal Osman’ın “her zamanınkinin aksine biraz heyecanlı olduğunu” yazan Kılıç Ali “ Bu heyecanın nedenini iş ortaya çıktıktan sonra Topal Osman tahlili yapıyor:

“Osman Ağa okur yazar değildi. Milli uygularla dolu, halim selim görünen fakat ruhen şiddetli bir adamdı. Duygularını hiç belli etmez, aklına her geleni yapar ve yapabilir karakterdeydi.”

2 Nisan’da Başbakan Rauf Bey kürüsye çıkarak izahatta bulunur. Ali Şükrü Bey bir cinayete kurban gitmiş ve cesedi Mühye köyünde bulunmuştur. Bütün deliller ve tanıklar Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman’ı işaret etmektedir. Topal Osman komutası altındaki silahlı adamlarıyla Çankaya Köşkü’nün hemen ne yakınında Papazın Bağı denilen yerdeki karargâhına çekilir. Karargâh askerler tarafından çembere alınır. Teslim ol çağrılarına silahla karşılık veren Topal Osman çatışmada 15’e yakın adamıyla birlikte öldürülür. Topal Osman’ın cesedi önce gömülür sonra “genel istek üzerine” ayaklarından asılarak üç gün boyunca Meclis’in önünde sergilenir!

***

Sonrası karışık. Ali Fuat Paşa hatıralarında Mustafa Kemal ve “refikası Lâtife Hanımefendi ile birlikte akşam yemeğini Çankaya Köşkü’nde yedikten sonra gizlice istasyona indiğini ve Osman Ağa’yı “tenkil” hareketinin başladığını yazıyor.

Rauf Orbay da yazdı hatıralarını ve biraz farklı anlatıyor. Yazdıklarına göre Topal Osman’ın Mustafa Suphilerin katili Kayıkçı Kâhyası Yahya’yı öldürdüğünü söyleyen Ali Şükrü’ye kızgındır. Öldürme nedeninin bu olabileceğini yazıyor Rauf Orbay. Ancak bununla yetinmiyor devamında Mustafa Kemal’in Topal Osman ve adamlarına yapılacak saldırının planlarını çizerek yeni Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Bey’e verdiğini yazıyor. İlginç olmalı, Rauf Bey istasyonda bir aşağı bir yukarı gidip gelirken, kendi demesidir, Köşk’ten haber geliyor. Topal Osman Çankaya Köşkünü basmış ortalığı kırıp dökmüştür. Arayıp bulamadığı Mustafa Kemal’dir.

Kimilerine göre de Topal Osman yaralı olarak ele geçirilmiş ancak sedyede iken Mustafa Kemal Paşa’ya küfrettiği için Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Bey tarafından tabancayla vurularak öldürülmüştür. Yalnız şu var ki kimileri bu ölümü Topal Osman’ın çok şey bilmesine yormaktadır.

***

Kılıç Ali hatıralarından söz etmiştim. Şimdi durup dururken, hani dedikodu gibi, ne demeye sıkıştırmış olabilir ki şu aktaracaklarımı hatıralarına. Mustafa Kemal, Kılıç Ali’nin Keçiören’de ki evindedir. Akşam sofrası kuruluyor. Kılıç Ali o gün Mecliste olanları hikâye ederken Mebuslardan İhsan Bey’le Ali Şükrü arasında geçen tartışmayı naklediyor. Mustafa Kemal dinliyor.
. “… Böyle konuşan insanlar gerçekten dövülmeye layıktırlar!”

Burada dövülmeye lâyık görülen Ali Şükrü Bey’dir. Lâyık gören de Mustafa Kemal. Kılıç Ali devam ediyor:

“Bütün bu konuşmalar, Gazi’yi görmek için çevrede toplanan konu komşunun, sofradaki arkadaşların önünde yapılıyordu. İşte bazı muhalif milletvekillerinin dilleri altında sakladıkları bakla buydu. Güya Gazi’nin, ‘Gerçekten dövülmeye layıktırlar’ sözü Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi için verilen bir emirmiş… Bunları kulaklara fısıldıyor, durmadan dedikodu yapıyorlardı. Bu dedikodular yargı üzerinde de etki yapmış olmalı ki, soruşturmayı Gazi’ye kadar götürmüşler (…) köşke giderek bu konuda Gazi’nin ifadesini almışlardı.”

Kılıç Ali Bunları yazıyor. Biz yönümüzü tekrar Falih Rıfkı’ya çeviriyoruz. Falih Rıfkı, üstelik Çankaya yaranı, Mustafa Kemal’in başyazarı, 1923-1950 arasında kesintisiz milletvekili, adeta “beşik Mebusu”, üstelik Mustafa Kemal’e bu kadar yakın birinin yazacağı şeyler mi şu satırlar Allah aşkına! Buyurun bakalım:

“… Karadeniz kıyılarının bu destan kahramanı, sonuna kadar Mustafa Kemal’e bağlı kalan, çetesinin adamlarına Çankaya’da ve köşkle şehir arasındaki yolda nöbet bekleten Topal Osman da, en sonunda, nizamlı ordunun kıta komutanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur.”

Bu aktardıklarım elbette Falih Rıfkı’nın “resmi” olmayan kişisel fikridir. Gene de bir yerlere not edilmelidir. Ama benim esas merak ettiğim başta belirttiğim gibi şu:

Nutuk’ ta Osmanlara bakıyorsun Osman Şemseddin var ama olması gerekir diye düşündüğün Topal Osman yok. Alilere bakıyorsun, Hazreti Ali var, Ali Ağuş Efendi bile var ama olması gerekir diye düşündüğün Ali Şükrü yok. İki Yahya ve çok sayıda Mustafa var ama Kayıkçı Kâhyası Yahya ve Mustafa Suphi yok… İşte benim merakım budur. Neden yoklar?

***

Meraklısına not: Topal Osman için bir önceki yazım olan “Topal Osman” yazısının okunmasını önerebilirim.

Bu yazıda kullanılan kaynaklar:

Nutuk, Hazırlayan, Kemal Bek, Bordo-Siyah Yayınları, ist.2005
Ahmet Kekeç, Ali Şükrü Bey Cinayeti, İşaret Yayınları, İst.1994
Kadir Mısıroğlu, Trabzon Mebusu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey, Sebil Yayınları, İst. 2012
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş Yayınları, İst. 1984
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Temel yayınevi, İst.2002
Rauf Orbay, Siyasi Hatıralar, Örgün yayınevi, İst. 2003
Kılıç Ali’nin Anıları, derleyen Hulusi Turgut, İş Bankası yayınları İst. 2006