Sahiden pek güzel ve anladığımız şudur ki Mustafa Kemal Paşai Fevzi Çakmak’a hiç güvenmiyor ve onun “hissettirmeden” adeta bir tutuklu gibi sevkini istiyor.
“Fesli Deli Kadir” namıyla anılırdı Kadir Mısıroğlu. Geçmiş zaman kipi kullanmamın nedeni yakınlarda öldüğündendir. Tarihiçidir. “Deli” demelerinin nedeni ileri sürdüğü tarih tezlerinden midir yoksa bizim Maraş dondurmacılarını andıran kıyafetinden midir bilemedim. Her neyse ölümünden kısa bir süre önce attı, neden yazmış demezler de “attı” derler anlayabilmiş değilim ama attı. Yani “tweet” attı. Bir önceki “Padişahımız Ankara’nın zaferiyle sevinir başarısızlıklarıyla hüzünlenirdi” başlıklı yazımda sözünü ettiğim Fevzi Çakmak’ın 27. 4. 1920 günü Meclis kürsüsünden mebusların şiddetli alkışları altında okuduğu, bana göre Mustafa Kemal Paşa’nın müstehzi bir ifadeyle dinlemiş olması yüksek bir olasılık olan nutkuna işaret ediyordu bu tweet.
Fevzi Çakmak’ın geçmişteki kendi günahlarını örtmek için uydurduğu, ısrarlıyım, Mustafa Kemal Paşa’nın müstehzi bir ifadeyle dinlemiş olması yüksek bir olasılık olan, Çakmak’ın İstanbul’dan Ankara’ya gelinceye kadar yol buyunca nasıl yapsam da geçmişin yükünden kurtulsam diye kurguladığı bu uyduruk hikâye, ben masal diyorum, yıllar sonra Vahdettin’i aklamak için delil olarak kullanılacaktır.
Şimdi, ikidir Mustafa Kemal Paşa’nın müstehzi ifadesi deyip duruyorum ya hikâyeye oradan başlasak diyorum:
25 Nisan 1920, 27 Nisan 1920 ‘den iki gün önce anlamına gelir. Yani Fevzi Çakmak’ın Meclis kürsüsüne çıkıp konuşmaya başlamasından yalnızca iki gün öncesi demektir 25 Nisan 1920. Geyve’de “Umum Kuvayı Milliye Komutanı” namıyla karargâh kurmuş olan Ali Fuat Paşa(Cebesoy) hatıralarında yazdığına göre 25’i 26’ya bağlayan gece tam da uykuya çekileceği bir vakitte yaveri onu uyandırarak Fevzi Paşa’nın teşrif ettiğini ve görüşmek istediğini iletiyor. Gelen bir ay öncesine kadar Harbiye Nazırı olan Fevzi Çakmak’tır. Ali Fuat “yerinden sevinçle fırladığını” yazıyor hatıralarında. Konuşuyorlar. Fevzi Paşa İstanbul’dan nasıl güçlüklerle kaçtığını anlatıyor. Ali Fuat’ın demesine göre uzun uzun anlatıyor. O’nun Ankara’ya, Millicilerin safına katılacağını öğrenince sevinci artıyor Ali Fuat’ın ve şunları yazıyor:
“Fevzi Paşa’nın daha on beş gün evvel Harbiye Nazırı iken Ankara’yı tanımamak hususunda aldığı vaziyet Anadolu’da duyulmuştu. Bilhassa isyan mıntıkalarında Fevzi Paşa’nın bu muhalif vaziyeti aleyhimize bir hayli istismar edilmişti. Paşanın birdenbire kediliğinden bize geçmiş olması isyan mıntıkalarında lehimize iyi bir vaziyet yaratacağı şüphesizdir…” Bunları düşünüyor Ali Fuat ve düşüncelerini de “müjdeli haber” eşliğinde Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf marifetiyle iletirken şunları da yazmaya özen gösteriyor:
“…Anadolu’ ya geçen Paşa, sizden beklediği hüsnü kabulü görmekten memnun olacaktır…”
Ali Fuat Paşa, Çakmak’ın “güler yüzle karşılanmasını” temenni ediyor.
Mustafa Kemal Paşa cevap yazıyor. Çektiği telgraf tek cümleliktir:
“Fevzi Paşa’yı geldiği yere iade ediniz!”
Ali Fuat Paşa “Hiç intizar etmediği bu cevap karşısında çok müteessir olmuştum” diye yazıyor hatıralarında ama koskoca Harbiye Nazırının Ankara’ya katılmasının önemine vurgu yaparak Mustafa Kemal Paşa’yı ikna ediyor. Mustafa Kemal’in Ali Fuat’ı rahatlatan ve onu sevince boğan cevabı biraz daha uzun ve doğrudan Fevzi Paşa’ya hitaben yazılmış:
“Anadolu’ya geçtiğinize memnun olduk. Hoş geldiniz. Ankara’ya teşrifinize intizar ediyoruz. Hürmetlerimiz.”
Ali Fuat devam ediyor hatıralarına ve ben size aktarmak durumundayım zira burası pek güzel. Şöyle yazıyor; “diğer taraftan bana da ‘hissettirmeden Fevzi Paşa’yı nezaret altında acilen trenle Ankara’ya gönderiniz’ emrini vermişti.”
Sahiden pek güzel ve anladığımız şudur ki Mustafa Kemal Paşai Fevzi Çakmak’a hiç güvenmiyor ve onun “hissettirmeden” adeta bir tutuklu gibi sevkini istiyor.
Fevzi Çakmak Ankara’ya geliyor. Mustafa Kemal onu sevinçle karşılıyor. Çakmak alelacele Kozan Milletvekili yapılıyor ve kürsüden bir önceki yazımda da belirttiğim ünlü konuşmasını yapıyor. Masaldır:
Şimdi ben masalın ortasında bir yerlerden alıyorum:
“… Arkadaşlar İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvay-i Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemezdik ve etmedik de. Çünkü Kuvay-i Milliye’yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmektir. Biz bunun farkındaydık.” Masalın en çok “padişahlı” olan burasını seviyorum.
Zira elimin altında Doğan Avcıoğlu’nun Milli Kurtuluş Tarihi çalışması var ve Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak’ın 25 Mart 1920 tarihli bir emirnamesini sayfalarına taşımış Avcıoğlu ve bu tarih Çakmak’ın, Ankara’ya gelişinden bir ay öncesi demektir. Çakmak’ın anlattığı masalla ucu ucuna denk geliyor. Uzasın istemiyorum ve İstanbul’un 16 Mart’tan itibaren işgal altında olduğunu hatırlatarak sadece ilgili kısmını alıyorum emirnamenin. Şöyle:
“İngiliz Devletinin siyasal temsilcisi, Hükümete verdiği notada (…) İngiliz birliklerine ateş edildiğinden söz ederek, böyle bir saldırıdan dolayı Osmanlı Hükümeti ile Hükümet Başkanının tamamen ve kişisel olarak sorumlu olacağını açıklamıştır. Her zaman bilindiği üzere, böyle bir olayın millet ve memleket başına iş açacağı bela ile bunun sonucundan doğacak tehlikeler sizce de tamamen değerlendirileceği için hemen ateşin kesilmesiyle herhangi bir saldırıdan zinhar kaçınılması ve İtilaf Devletleri kuvvetlerine ve özellikle İngiliz birliklerine karşı her çeşit iyi davranışta bulunulmasının sağlanması…”
Çakmak bu ağır yükten kurtulmak istiyor.
Bunun yolu masal anlatmaktan geçiyor ve devam ediyor masala, gerilere gidiyor. İzmir’in işgalinden sonra ortaya çıkan direniş örgütlerine en çok da Kuvay-İ Milliye’ye övgüler düzüyor. O kadar coşkuyla övüyor ki, Milletvekilleri heyecana gelip ayağa kalkıyorlar, ayakta alkışlıyorlar Çakmak’ın konuşmasını. Ben masal demekte ısrarlıyım ve masal diyorum. Gerekçem var ve şimdi Çakmak’ın Harbiye Nazırı olarak 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa’ya göndermiş olduğu emirnameyi, Doğan Avcıoğlu demiştim, aktarıyorum:
“Amiral Calthorpe, Anadolu İstanbul Hükümetini tanımamak yoluna girdiği için daha şiddetli tedbirler alacağını bildirmiştir. Anadolu’da bazı sergerdelerin hareketleri, Osmanlılığın gerçek çıkarlarına aykırıdır. Anadolu’da Sultan tarafından atanmış en kıdemli komutan sizsiniz. Harbiye Bakanlığının emrini bütün birliklere duyurarak Ordu’nun İstanbul Hükümetini tanımakta devam etmesini sağlayınız.” Bu emir Ankara’ya da geliyor.
Sözlüklerde “sergerde” kötü ve olumsuz işlerde elebaşı anlamına geliyor. Kuvay-i Milliyecileri böyle görüyor Fevzi çakmak. Emirnamenin tarihi 16 Mart 1920 olduğuna göre bu, Meclis kürsüsünden anlattığı masaldan bir ay öncesi anlamına geliyor.
Fevzi Çakmak anlattığı masala kendisini iyiden iyiye kaptırıyor: “Efendiler, bendeniz İstanbul’dan daha evvel çıkmak istiyordum. Ancak temasım İngiliz siyasetini anlamak hususuna matuf idi. Anladım, bunda hiç şüphem kalmamıştır. Saniyen İngilizlerin askerlikçe ne yapacağını tetkik etmekti.”
Milletvekilleri alkışlıyor. Mustafa Kemal de alkışlıyor. Tahmin edebiliyorum. Fena halde müstehzi!
Fevzi Paşa masalını şöyle bitiriyor:
“Bendenizin hissiyatı bundan ibarettir. Ümit ve azim efendiler!”
Vahdettinistlerin en sevdiği masaldır.
Sonra mı?
Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki Bir numaralı Divanı Harp Divanı 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal Paşa Ve arkadaşlarını “Fitne ve fesat düzenlemek, zorla para ve asker toplamak, ülkeyi yıkmaya kalkışmak “gerekçesiyle gıyaben idamlarına karar veriyor. Vahdettin bu kararı 24 Mayıs 1920’de onaylıyor.
Vahdettin idam kararlarını onaylarken aynı gün Harp Divanı Fevzi Çakmak’ı da idama mahkûm ediyor. Vahdettin bu kararı üç gün sonra 27 Mayıs 1920’de onaylıyor.
Kararın gerekçelerinden biri “…Asilerin meclisine girip fesat bir söylev” vermiş olmasıdır. En başta da bizim Maraş dondurmacısı olmak üzere bütün Vahdettinistlerin, Vahdettin’i aklamak için dayandıkları Çakmak’ın konuşması onun gıyabında idama mahkûm olmasının gerekçelerinden biri oluyor!
Kaynaklar:
T. B. M. M Zabıt Ceridesi,27. 4. 1336 (1920)
Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Temel Yayınevi,İst. 2000
Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yayınevi,1. Kitap,İst. 1973
Not ve özür: Bir önceki yazımda “Kaynaklar” bölümünde, Yusuf Kaplan’ın soyadı sehven “Kazi” olarak yazılmıştır, özürle düzeltiyorum.