'Müşteri velinimettir. Alacağı ürünü aşırıya kaçmamak kaydıyla belli sınırlar içinde inceleme hakkına sahiptir. Yönetmelik buna izin veriyor. Ancak tetkikler İslâmik olmak zorundadır.'

Osmanlı'da avrat pazarları

1925 yılında,15 Şubat, İçişler Bakanlığı’nın bütçesi görüşülürken Erzurum Milletvekili Ziyaettin Efendi (Gözübüyük) artık nasıl bir bağlantı kurmuş, nereden icap etmişse, bilinmez, kürsüye çıkarak İstanbul’da 14 bin meyhane, 800 tane dans salonunun açıldığını, kucağında bebelerin olduğu halde kadınların da meyhanelere gittiklerini  ileri sürdükten sonra;   “Florya’da çıplak erkek ve kadınların birlikte deniz hamamlarında icrayı ahenk ettiklerini” haykırarak milletvekillerinin o günlerin protesto tarzı olan ayak patırtıları ve sözlü sataşmaları arasında kürsüden inerken “ Eski/Yeni” kavgasının fitilini ateşlemiş oldu!

Bu konuşmanın ardından İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver) kürsüye çıkar ve “Yeni”yi savunurken Ziyaettin Efendi’ye bakarak “Eski” olandan bir de örnek verir:

“Arkadaşlar! Biri Beşiktaş’ta diğeri Çarşamba’da olmak üzere İstanbul’un maruf ve meşhur iki avrat pazarı vardı. Gürcistan’dan getirirler, Çerkez memleketlerinden getirirler. Bir ucu Kafkasya’da, bir ucu Habeşistan’da bir esir ticareti vardı.(…) Eski ailelerin haremi kadın ve erkek kervansarayı idi. Efendiler! Hassas ve zahit ruhuyla kuvvetli ahlak isteyenlere soruyorum. Bu kervansarayların içinde özlediğiniz aile hayatı mümkün mü idi? Odalıklar, müstefreşler, asıl ve ismini söylemekten haya ettiğim cins köleler bir evin harimine yığılırsa orada esas olan etlerin iştihası mıdır, yoksa aile fazileti, aile endişesi midir?”   

Hamdullah Bey’in aşağılayarak sözünü ettiği Avrat Pazarı, Osmanlı’da resmi olarak kabul edilmiş tıpkı bakırcılık, Keçecilik, kalaycılık vs. gibi mesleklerden biri olan esircilik mesleğinin icra edildiği dükkanların bulunduğu mekanlara verilen addır. Günümüzün AVM’lerine benzetebiliriz bir çalım! Bunlar klasik dönem Osmanlı’dan başlayarak hep var olmuştur. En çok da 18 ve 19. yüzyıllarda yaygınlık kazandığı yazılıyor.  

Köylü kadınların kendi yetiştirdikleri çeşitli ürünleri kendi yaptıkları el işlerini satmaları için kurulan, satıcısının ve alıcısının yalnızca kadınların olduğu pazar yerlerine de Avrat Pazarı deniliyor ama bu türden olanlar mevzu dışıdır. Hamdullah Bey’in lafzını ettiği ise adıyla müsemma!

Adıyla müsemma olanlarda satıcılar ve alıcılar erkek cinsinden. Satılan mal ise her yaştan ve her ırktan kız çocukları, gelinlik kızlar ve kadınlar oluyor. Üretimi az olduğu için nadide parçalar sınıfına giren hadım edilmiş çocuklarla, Hamdullah Bey’in “söylemekten haya” ettiği genç ve güzel “oğlanlar” da Avrat Pazarı gediklerinde (reyon) alıcı bekliyor.

19. yüzyılın ortalarında yalnızca İstanbul’da bulunan 52 bin kölenin 47 binin kadın cinsinden olduğunu Halil İnalcık’tan öğreniyoruz. Bununda bize Osmanlının ilk dönemlerinde yaygın olan askeri köleliğin 17.Yüzyıldan itibaren ev içi köleliğe evrildiğini ve İstanbul’da esircilik mesleğinin daha çok cariye satıcılığı üzerinden icra edildiğini gösteriyor. 

Cariyeler kendi içinde sınıflandırılıyor. Dolayısıyla satışa sunulurken ayrı ayrı teşhir ediliyor ve fiyatlandırılıyorlar. Biraz yaşlıca olanlarına “seyyibe” deniliyor. Hizmetçi diyebiliriz. Seyyibe fiyatlarının diğerlerine göre daha ucuz olduğu görülüyor. Şimdi “diğer” dedim ya, onlar “halayık” ve “duhter” olanlardır. Yani kadınlar ve bakireler. 

“Nefesine güvenen borazancıbaşı” sözünü bilirisiniz. Bu sözün muadili kaynaklarda “Kesesine güvenen borazancıbaşı” diye geçiyor ve Avrat Pazarı’nda bedelini ödedikten sonra, önüne kattığı üç beş “seyyibe”, “halayık” ama en çok da “duhter” ile konağının yolunu tutan “kesesi sağlam” olanlar için söyleniyor. Söylemek fazladandır ama söyleyelim,  Osmanlı bir İslâm ülkesidir.  “Nas” neye hükmediyorsa odur. Bu da “Kesesine güvenen” her Müslümanın dilediği kadar cariye sahibi olabileceği anlamına geliyor.

Avrat Pazarlarının bir tür “AVM” örgütlenmesi olduğunu yazmıştım. Şimdi izninizle buradan sürdürmek istiyorum:

En ünlüsü İstanbul’da ve Tavuk Pazar denilen yerde bulunuyor. Bazı kaynaklarda Esir Hanı olarak da geçiyor. Yazılanlara göre iki katlı olup üst katında “esirci taifesi”nin yaşam alanı olan odaların yer aldığı, giriş katında ise satılmak üzere alıcı bekleyen “ürünlerin” sergilendiği kapıları gün boyu açık 300 dükkânın bulunduğu   bir yerleşke. Dükkanların önünde yerden biraz yüksekçe   kurulmuş platformlarda minderler üzerine yan gelmiş nargilelerini tokurdatan esirci esnafı ile müşteriler kıyasıya pazarlık yapıyor… De ki hayvan pazarı, böyle okuyoruz.

Osmanlı teşkilatçıdır. Esirciler Loncası üzerinden pazarı denetleme yoluna gitmiştir. Genel olarak esir ticareti elbette “avrat ticareti” de dahil, belli kurallar dahilinde yapılıyor, bu ticareti yapanların “lonca satış beratı” denilen bir belgeye sahip olmaları gerekiyordu. Loncanın yöneticisi olan Esirciler Şeyhi ve yardımcısı devlet memurudur. Avrat Pazarı’nın diğer çalışanları hancı, odabaşı, vergi tahsildarı vs. bordrolu olup maaşa bağlanmışlardır. Örnek olsun; Buhur-u zade Itri Efendi, Sultan Avcı Mehmet zamanında yaşayan ünlü müzisyen ki biz “Itri” olarak biliriz, bir dönem esirciler şeyhi olarak Avrat Pazarı’nı başına tayin edilmiştir. Bol paralı bir makamdır.

Çığırtkanları ver, Tellal diyoruz. Müşteri çekmek için dükkânların önlerinde bağıra çağıra satılmayı bekleyen ürünleri boy, bos, kilo tanıtıyorlar. Lonca yönetmeliğine göre yanıltıcı bilgi vermemeleri ve dürüst olmaları gerekiyor:

“Bedircihan kırk iki buçuk kesedir. Bunun bir miktar öksürüğü varsa da nevazildir. Zararı yoktur!” 

Evet, bu tanıtım biçiminin yönetmeliğe göre dürüstçe olduğu söylenebilir ancak hileli satışlarında olduğunu belirtmek durumundayım. Hakikaten bu tacir kısmının hilelerine akıl sır ermez. Ömer Şen’in “Osmanlı’da Köle Olmak” adını taşıyan nefis çalışmasında rast geldim. Aktarmak isterim: 

“Gerek yasadışı satış yapan, gerek fuhuş için aracılık edenlerin yanında bir de, kölelerini yüksek fiyatlarla satabilmek için, ‘taze esir oğlanların yüzüne kadın gibi düzgün boya’ sürenler vardı. Bundan şikâyetçi olan ruhsatlı esir esnafları III. Mehmet zamanında bu durumun ortadan kaldırılmasına yönelik bir ferman yayınlatmayı başarırlar.” 

Bu türden hilelerin çokça yapıldığını, namuslu esirci esnafının şikâyeti sultan katına kadar taşımasından anlıyoruz. Ancak Padişah fermanının pek işlemediği bu defa aynı şikâyetin Sultan I. Ahmet’e de yapılmış olmasından anlaşılıyor. Dönemin kadılarına yapılan müşteri şikayetlerinde satıcının yanında yer alan Lonca temsilcisinin “O da gözünü açsaydı canım, ruhsatsız, dolayısıyla yasal olmayan ‘merdiven altı’ satışlardan kendini sakınsaydı” diyerek tacirin yanında saf tuttuğu da okuduklarımız arasında. 

Müşteri velinimettir. Alacağı ürünü aşırıya kaçmamak kaydıyla belli sınırlar içinde inceleme hakkına sahiptir. Yönetmelik buna izin veriyor. Ancak tetkikler İslâmik olmak zorundadır. Cariye mahrem yerleri hariç ağzı, dişleri, saçları, kolları, bacakları, düz taban olup olmadığı ki bu çok önemli “uğursuzluk” getirir tetkik edilebiliyor ve satış açık arttırma usulü yapılıyor. Yani şeffaf! 

Çeşitli kaynaklarda var, Avrat Pazarı örgütlenme şemasında bir de “ebe hanım” istihdam edildiğini okuyoruz. Daha doğrusu kayıtlarda tecrübeli yaşlı bir kadın olarak geçiyor ama ben her nedense buna “ebeliği” yakıştırdım. Bu da Osmanlı’nın alıcıyı cingöz satıcının muhtemel hilelerinden korumak için almış olduğu tedbirlerden biri olmalı. Zira sıkça başvurulan hilelerden biri “Halayık” (kadın) cinsinden olan bir cariyenin, “Duhter” (bakire) diye satılıyor olması esirciler şeyhine yapılan şikâyetlerin başında yer alıyor. Böylesi bir durumda alıcının “duhter”liğinden kuşkulandığı cariyeyi ebe kadına muayene ettirme hakkına sahip. Bakar mısınız, ceddimiz Osmanlı’nın ticarete hile karıştırılmaması, dürüst davranılması yönündeki titizliği hakikaten övgüye layık olmalı.

Avrat Pazarı’nda istikrarlı bir fiyat politikasının uygulanmadığını fiyatların sürekli dalgalanmasından anlıyoruz. İn. Çık… Piyasa fiyatlarının belirlenmesinde piyasaya arz edilen cariyenin sayısı, cariyenin boyu, posu, teninin rengi, yaşı, bakire olup olmadığı gibi hususlar rol oynuyor. Fiyatlar değişkenlik gösteriyor.  Ancak bir fikir vermesi açısından şu söylenebilir. 1846 yılında, bu I. Abdülmecit demektir, on dört ila on sekiz yaşındaki bir Çerkes kızına, sağlıklı olması koşuluyla biçilen fiyat 50 bin ila 60 bin kuruş arasındadır ki bu Çerkes kızlarının piyasa değerinin yüksekliğine işaret etmesi açısından önemlidir.

Bu fiyatlar Avrat Pazarı’na dairdir. Söylemiştim Avrat pazarları bir nevi AVM’dir. Bunların dışında seçkin cariyelerin özel evlerde  “butik”  satışlarının yapıldığını da okuyoruz kaynaklarda. Bu türden “butik” satışlarda fiyatların piyasaya göre çok daha yüksek olduğu, fiyatların 100 bin kuruşa kadar yükseldiği notlarımızın arasında.

Müşterilerin sosyal statülerine gelince, gerek Avrat Pazarları gerekse pazar dışı “Butik” satışların en birinciye gelen müşterisinin Saray olduğu anlaşılıyor. Özellikle I. Ahmet’in, Fatih Mehmet’in kardeş katline cevaz veren kanunnamesini ilga etmesi sonrasında şehzadelerin öldürülmeyerek kafese tıkılması Saray bütçesinin cariye harcamalarını bir hayli yükseltirken pazara da  hatırı sayılır bir canlılık kazandırmıştır. Kafese tıkılan şehzade özellikle ergen yaşa gelince neyle oyalanacak sorusunun cevabı burada yatmaktadır!

Müşteri profilinde Saray’ın yanı sıra sadrazamlar, vezirler, yüksek rütbeli asker- sivil paşalar ve konak sahibi zengin takımı da önemli bir yer tutmaktadır. Kısaca “Parası olan borazancıbaşılar” Pazar’ın en gözde müşterileri olmaktadır. 

Osmanlı’da Avrat Pazarı da denilen Esir Pazarı Abdülmecit’in fermanıyla 28 Aralık 1846’da “ şer’i ve insani ilkelerle bağdaşmadığı” ileri sürülerek kapatıldı. Ancak bu köle satışını yasaklamak anlamına elbette gelmiyordu. Çünkü Kuran’da var olanı fermanla da olsa yasaklanamayacağını bilecek seviyede İslam ilmine vakıf olan Sultan, yayınladığı fermana, bundan böyle ticaretin şer’i kurallara göre yapılmasında titizlik gösterilmesi yönündeki buyruğunu eklemek gereğini duydu.

Y. Hakan Erdem’in, “Osmanlı’da Köleliği Sonu (1800-1900)” adlı çalışmasında Pazar’ın kapatılmasından sonra “ siyah köle tüccarlarının Fatih mahallesi ve çevresindeki bazı hanlarda iş kurarken, çoğunluğunu Çerkeslerin oluşturduğu beyaz kölelerin de Tophane’de Karabaş Sokağı’na götürülmüş olduğunu ve kendileri gibi Çerkes olan satıcıların evlerinde satışa çıkarıldığını” okuyoruz. Avrat Pazarı’nın kapatılmasının esirciler loncası üzerinde olumsuz bir etki yarattığı da okuduklarımız arasında. Ayrıca Esir Pazarı’nın kapatılması cariye satışlarını engellemek şöyle dursun alışverişin zaten var olan özel evlere taşınmasına neden olmuş, denetim de imkânsız hale gelmiştir.

Avrat Pazarı’nın kapatılmasını sağlayan Abdülmecit’in 12 kadınefendisi, sayısı bilinemeyecek çoklukta ikbali ve yine sayısı rekor seviyede cariyesi vardı. Padişahların sondan bir öncesi Abdülhamit’in ise cariye kökenli 8 kadınefendisi, 5 ikbalinin ve sayısı bilinmeyen bir miktar cariyesinin olduğunu okuyoruz. Bu kısa not gereksiz bulunabilir ama ne yapayım, hoş görün, yasaklayanların saraylarından cariyeler fışkırdığını okuyunca yazayım dedim.  

Bitirirken şunu da ilave etmeliyim:

1850’lerin ortalarından başlayan Çerkes göçü, 1860’larda sürgün ve kıyıma dönüşmüş ve büyük kütleler halinde Osmanlı’nın Karadeniz sahillerine dökülmelerine neden olmuştur. Bu defa Karadeniz boydan boya Çerkes cariyelerin satıldığı Avrat Pazarı’na dönüşecektir. Osmani ve İslâmiktir!

Kaynaklar:

  1. Türk Parlamento Tarihi, TBMM. II. Dönem, II. Cilt, Hazırlayan Kâzım Öztürk TBMM Vakfı Yayınları, Ankara 1993.
  2. Çağatay Uluçay, Harem II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 1992.
  3. Ömer Şen, Osmanlı’da Köle Olmak, Kapı Yayınları, 1.Baskı, İstanbul, 2007.
  4. Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul, 2013.