"Halkın Neylerse Güzel Eyler": Köprülü Hamdi'nin Katli

Önceki yazıda Edip Cansever’in “Robespierre”ni Attila İlhan’a mal ettim. Ozan Akalın’ın zarif uyarısına teşekkür ederken okuyuculardan özür diliyorum.

***

Eylemez...

Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Kuvvacıların Felah-ı Vatan Grubu’nun temsilcisi olarak İstanbul’da bulunan Rauf Orbay, Padişah Vahdettin’i ziyarete gittiğinde Ankara’nın inadını sezinleyen Vahdettin’in, her zaman uyur gibi kapalı tuttuğu göz kapaklarını yarı yarıya açarak büyük bir samimiyet ve inançla: “ Bu millet koyundur bir çoban gerekir. O da benim!” dediğini yazar hatıralarında.

Aynı günlerin savaş ve isyan ikliminde Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, genç subaylarını Halife ve de İstanbul hükümeti size düşman” diyerek uyarırken,“aman ha” yı ilave ederek başka bir tehlikenin de altını çizer: “Millet de size düşman...”

Bunu fısıltıyla söylemesinin nedenini “millet”in kulağına gitmesinden korktuğuna bağlayanların sayısı bir hayli fazladır. İki ayrı cenahın işaret ettiği de aynı “millet”tir...

***

Kuruluşuna yuvarlak 1300 dersek, yaklaşık 600 yıldır, küsüratı da var, Osman’ın zülbünün çobanlık yaptığı ve sürüleştirdiği bu “millet”i sürü olmaktan kurtarmak ve işgalcileri sürüp atmak için yola çıkan Köprülü Hamdi Bey sürüleştirilmiş “millet” tarafından hunharca parçalanarak katledilmiştir.

İsmet Paşa’nın “aman ha”lı uyarısı Hamdi Bey’in “delicoş” yüreğine hükmünü geçirememiştir. 1920 Şubat’ında öldürüldüğünde henüz 32 yaşındadır.

***

“Bir barut sabahının içinden gelip/Giderler bir barut akşamının içine/Silah mıdır bayrak mıdır ellerindeki/Dost mudur düşman mıdır önlerindeki bilinmez/ Dostun ve düşmanın ardından hep aynı coşkuyla koşup/Aşkın ve ölümün ardından hep aynı tutkuyla giderler/ Bunlar bizimkilerdir..”

***

Osmanlı dizlerinin üstüne çökertilmeden, 1918 Ekim, kısaca Mondros öncesi, savaşın gidişatından yenilgiyi öngören Talat Paşa ve ekibi, Anadolu’ya sadece zabitan sınıfından değil, sivil yöneticilerden de donanımlı “jön”leri önemli görevlere atamışlar kötüsü başlarına geldiğinde, yani işgal, direniş odakları kurarak gerilla savaşına girişmeyi murad edinmişlerdi.

Hamdi Bey Balkan boğuşmasında Yedek Subay olarak görev yaptığından ve bütün İttihatçılar gibi silaha yatkınlığından “cemiyet” içinde sevilen ve sayılan biriydi.

İşgal öncesinde Edremit’te kaymakam olarak bulunuyordu.

İstanbul’un fiilen işgalinden sonra (Mart 1919), İngilizlerin gözetiminde Vahdettin ve damadı Ferit Efendi’nin Yalçın Küçük’ün pek güzel benzetmesiyle yazacak olursak “mübaşirliğinde” kurulan “Kürt Mustafa Divanı”nın yayınladığı tutuklanacak İttihatçılar listesinin başlarında yer alıyordu Hamdi Bey.

Önce Burhaniye’ye geçer, burada Kuvayı Milliye’yi örgütleyip sağlam bir dayanak oluşturur. “Vur emriyle” aranması, Ayvalık’ta Ali Çetinkaya’nın (üç kel Ali’den biri) komutanlığını yaptığı gerilla birliklerine katılmasından sonraya rastlar. Ardından Çerkes Ethem Bey’le birlikte Soma-Salihli hattında Yunan birliklerine karşı dövüşen bir gerilla grubunun başındadır.

Sadece savaş alanlarına düşmez gölgesi. Şahsi fikrim olarak alın, Sovyet Rusya’da devam eden iç savaşta Ekim Devrimcilerine ucundan mucundan da olsa hayrı dokunmuştur Köprülü Hamdi’nin..

Şimdi hem bunu yazıp hem de Akbaş Baskını’na değinmemezlik olmaz elbet... 1920’nin Ocak ayının 26’sını 27’ye bağlayan buz bir gecesinde Hamdi Bey, 40 kadar gerillayı da peşi sıra alıp, Fransızların bekçiliğini yaptığı Gelibolu yakınlarındaki Akbaş Cephaneliğini basar. Hasan İzzettin Dinamo, Akbaş Baskını’nı büyük bir iştahla ballı şekerli anlatır “Kutsal İsyan”da ve “alıcı kuş misali” benzetmesini yapmadan geçmeye de gönlü el vermez.

Baskın Avrupa basınında kendine hatırı sayılır bir yer açarken, İstanbul’da saray ve çevresinde bazı “hassasiyetler” nedeniyle endişe ve kızgınlıkla karşılanır. O günün koşullarında yapılan baskının önemini Mustafa Kemal Paşa 7 yıl sonra “Nutuk”ta anlatmakla kalmaz, güzelce dökümünü de yapar silahların: 8 bin tüfek, 40 makineli, 20 bin sandık cephane... Bu silah ve cephaneler kaçırılmasaydı, bunların Rusya’da iç savaşta Wrangel ordusuna gönderileceğini de söyleyen yine Mustafa Kemal’dir...

Ucundan mucundan demem de bundandır. Wrangel’in Ekim Devrimi sonrası iç savaşta Bolşeviklere karşı yürüttüyü mel’unlukları ilave etmeme gerek olup olmadığına da siz karar veririsiniz artık.

***

Köprülü Hamdi Bey Akbaş baskını sonrası Biga’ya kendisini kaymakam tayin eder. Ankara bunu onaylar. Burada eşkıya takımına haraç veren zengin sınıfına, “bundan böyle haraç yok ama Kuvayı Milliye’nin karnını doyurmak, giydirip silahlandırmak için bağışlarınızı beklerim, biraz da bolca olsun” demesi namını bolşeviğe çıkartır bizimkinin.

Ardından bir de Kuvayı Milliye’ye asker devşirmeğe kalkar Hamdi Bey. “Millet” asker yazılıp Yunan’a karşı direnme söz konusu olunca o günlerde İstanbul’un “paşa” rütbesi verip,heybesinde İngiliz altınları, elinde kuran yöreye saldığı Anzavur’a Biga’nin kapılarını açar.

Hamdi Bey Biga’dan Yenice’nin İnovası’nın köyüne gelir. Yalnızdır... Köylüler Hamdi Bey’i tanır. Elleri bağlandıktan sonra bir atın arkasına bağlanır... Biga’ya kadar sürüklenerek götürülür Anzavur’un huzuruna çıkan sadece kollarıdır. Hamdi Bey’in yol boyunca sürüklenerek geçtiği kasaba ve köylerden adına “millet” denilen binlerce insanın nasıl hakaretlerine uğradığını da Dinamo kitabında anlatır... Kim demişti “Halkım neylerse güzel eyler” diye... İsmet Paşa’nın bir sözü vardır. İnadırıcı bulmadığı şeyler için kullandığı söylenir: Hadi canım sende!

Not: Şiir, Hasan Hüseyin Korkmazgil Ağlasun Ayşafağı 1.Baskı 1972