Bir Yılbaşı Yazısı: Füruzan Şekerşerbet (2)

Sahibim olduğunu sanan bu saf kel adamı seviyorum. Sahibim olduğunu sanmasının da mala davara zararı yok, elbette işime geliyor. Yanlış anlaşılmasın, beni “aziz dostum” diye seven ve taleplerime saygı gösteren bu saftorik kel ve bıyıklı adama “sahibim” olduğu sanısını verip onu kandırdığım filan yok.

Ben, “hav hav” diye akortsuz kaba saba sesler çıkarıp boyunlarında tasma, sahiplerinin peşinde uslu uslu dolaşan akıllılığı kayıtsız şartsız emirlere uymasıyla ölçülen, itaatkar yalakalardan değilim! Fıtratımın böyle bir hayat tarzını zul sayacak kadar kadim bir geçmişi var.

Gece yarısı sokakta, şurda burda havlayarak beni uykumun en tatlı yerinde hoplatan münasebetsizlerle ilgili bir tek “mırr..” dahi etmek gerçekten benim tarihsel geçmişime ağır geliyor. Ancak birkaç cümle etmeden de geçmem doğru olmayacak...

Şöyle evimde kalmasına izin verdiğim kel’cik bizlerle ilgili yazıları okuyup bilgilendirmek gibi güzel bir huy da edinmiş. Bazen ağır akademik bazen de eğlenceli yazılar oluyor bunlar. Hoşuma gitmiyor değil.

Okudukları arasında, özellikle köpeklerle aramızdaki derin uçurumun altını çizmesi açısından Hürriyet’ten adının Kanat Atkanat olduğunu öğrendiğim çocuğun bir yazısı var ki fevkalade değerli bulduğumu belitmeliyim. Yazının giriş bölümünden aklımda kaldığı kadarıyla bir paticik aktarıyorum: “ Jean Cocteau'nun (yönetmen) köpeğinin tasmasında 'Ben Jean Cocteau’ye aitim', kedisinin tasmasında ise ‘Jean Cocteau bana aittir’ yazarmış.”

Farklılık ancak bu kadar veciz özetlenebilir. Aferin çocuğa... Patimle onu okşuyorum. Olur a, belki ilerde karşılaşırsak ve iyi yanıma denk gelirse ona kumumu temizleme ya da tırnaklarımı kesme onurunu dahi verebilirim!

Binlerce yıllık tarihimizde kimseye mudana edip “eyvallah” demedik. Patimizi şu dünyaya atalı bir kez olsun hiç kimseyi “Efendi” kılıp sirk hayvanı olmadık.

Sirk dedim de sahi siz hiç sirklerde kedi gördünüz mü? Fil kadar atların, at kadar eşeklerin, develerin, ayıların, köpeklerin boylarına poslarına bakmadan komiklikler, tuhaflıklar yapıyor olmaları sizce de utanç verici değil mi? Bence son derece utanç verici... Elbette Tanrılar aleminden biri olarak beni ilgilendirmez ama, yine de dayanamayıp söylüyorum, hayvanlıklarına asla ve kat’a yakışmıyor.

Yakışmıyor “mır”ım yakışmıyor...

Her neyse binlerce yıl önce insanlık “köleci sisitemi” yaşarken çok uzak atalarıma “Tanrı” muamelesi yapıldığını, tapınaklara heykellerimin dikildiğini biliyor olmalısınız..Fırkatı açık seçik böyle olan birinin sirk maymununa dönmektense hergün duş almak gibi iğrenç birşeyi tercih edeceğinden emin olabilirsiniz.

Kısacası “kel’ciğim kendini “sahibim” olduğunu sanıyor. Bir hizmetkarın bu tür duygular içinde olmasının benim açımdan hiçbir mahsuru olamaz ve yok! Önemli olan maksadın hasıl olmasıdır! Ve olmuştur...

“Hizmetkar” deyince araya yarım oktavlık bir mırnav sıkıştırmak istiyorum. Sabahları camları açıp odaları havalandıran, yatağımı toplayıp düzelten, mamamı kontrol eden oda hizmetçimin sanıyorum bu kadın Kel’ciğimin eşi, hafta sonları sabah yürüyüşüne çıktığında elindeki poşete koyduğu yemek artıklarını sokak köpekleri, sokak kedileri ve kuşları beselemek için götürmesine saygı duyduğumu ifade etmek isterim. Köpekleri hariç tutsa fena olmazdı ama, açıkçası kuş ve kedileri beslemesini övgüye değer buluyorum. Özellikle güvercinler... Pek tabi beslenmeli... Hani şöyle tavlı... Etli butlu.. Hay Allah şu ağzımdan akan salya da ne?

***

Geçen yıl beni özellikle etkileyen birkaç olayın özetinin özetini “Bir Yılbaşı Hikayesi: Fürüzan Şekerşerbet” başlığı altında “sahibim” olduğunu sanan zat anlatmıştı. Bu defa elbette editörün izin vermesi halinde yazının başlığına sadece (2) ilavesi ve bizzat kendim, yani “Füruzan” olarak anlatmaya çalışacağım. Daha doğrusu bu yazının başından beri kullandığım “ben” zamiriyle sürdüreceğim anlatıyı.

2009 yılında, evvelce yayımlanan bazı karikatürlerin biriktirildiği dosyada adamın birinin ip yumağına dolanmış bir karikatürüne rast geldim. İp yumakları her zaman ilgimi çekmiştir. Bu nedenle dikkatimi yoğunlaştırdığımda yumağa dolanan yeni biçilmiş çim bıyıklı, sarkık dudaklı, abus çehreli adamın vücudunun, “ben” olduğunu gördüm. Karikatürü çizen, yayımlayan hakkında da dava açmış yeni biçilmiş çim buyıklı zat. “Beni kedi olarak çizdi bu hakarettir” diyesiymiş!

Kediye benzetildiği için dava açıyor. İşte buna dayanamam. Eğer zaman aşımı söz konusu değilse ki bunun 2004’te yayımlandığını öğrendim, ben o adama benzetildiğim için 2010 yılında yüklüce bir dava açacağım. Hem Karikatürü çizen Musa Kart’a hem de bunu yayımlayan Cumhuriyet gazatesinin bütün çalışanlarına. Elbette beni aşağılamaya kalkan o tuhaf bıyıklı adamı da mahkemeye vereceğim! Bütün huzurum kaçtı 11 saat kadar olan günlük uyku saatimi berbat ettiler el birliği ile! Atmaz olaydım patimi kitaplığın o rafına. Duyduğum patırtıdan üç beş kitabı da yere indirdim galiba. Akşama bir de azar işiteceğiz oda hizmetçisinden! Üstelik köpeklere de mama taşıyor!

Dosyayı karıştırmayı sürdürdüğümde Leman dergisinde rastladığım yine aynı adama ait bir karikatür benden tam not alırken, güleceğim derken yaklaşık dört saattir oturduğum koltuktan düşeyazdım. Hiç güleceğim yoktu yüce Tanrıça Baslet de sizi güldürsün çocuklar! Baslet’in kediler aleminde en çok değer verilen Tanrıça olduğu notunu araya sıkıştırıp öyle devam edeyim bari, yahu adamcağızı “Kene” ye benzetmişler, altına da döşemişler : Türkiye’nin anasını ağlatıyor! Tarihine baktım karikatürün, 2006’nın Temmuz ayı yazıyor. Aradan 4 yıl geçmiş, kedi yılıyla 28 filan eder, adamın halen annelerinizi üzdüğüne tanıklık ediyorum ve sizler halen bu adamın peşindesiniz. Ne diyeyim size... Şimdi birşey söyleyeceğim adım statükocu İttihatçı kafalı kediye çıkacak!

Gazete küpürleri de var dosyada.Yazılar fotoğraflar filan... Bu adamı tanıyorum. Te-ve denilen görüntülü sesli kutuya sıkça çıkıyor bu günlerde. Yeni kesilmiş çim bıyıklı adamın yakını olmalı. Ondan söz ederken olur olmaz ağlamasından anlıyorum bunu.

Geçenlerde hizmetkarım kel adamdan önce davranıp Te-ve’nin bulunduğu küçük odaya hızlıca yöneldim. Muradım Te-ve’nin tam karşısındaki koltuğuma oturmayı adet haline getirmiş olan kel adamdan önce davranıp kendime iyi bir mevzii elde etmek idi. Ancak bütün gayretime rağmen beceremedim. Benden önce kaptı koltuğu.

Te-ve’yi yanlmasına görebiliyorum. Yaptığı bu büyük saygısızlıktan sonra onun kucağına oturmamı beklemezsiniz herhalde!

Yanlamasına bakıyorum. Bir yandan da kel adamı kolluyorum ki herhangi bir nedenle kalktığında yerini kapayım. Te-ve’deki adam ağlamak üzere “Benim şeyimi şey yapacaklardı şey olasıcılar ” diyor.. Tam olarak algılıyamıyorum ki saygısız kel’i kollamaktan. Bir dahaki sefere daha atik davranmalıyım..“Bana kötülük yapacaklar... Adresimin yazılı olduğu kağıdı yutmuş... Bir bardak su istemiş... Sonra yutmuş..”

İşte burası önemli kulaklarımı dikiyorum...

Anımsıyormusun kırk yılın başında koridora çıktığımda daire kapısını karıştırıp dönemediğimden gelip beni bulup azarladığını kel’ciğim...

Görüyorsun ya koca kurmay zabitler bir adresi akıllarında tutamadıklarından ceplerinde apartman, kat, daire yazılı adres yetmedi harita, kroki, ada, çap yollara düşüyorlar, yine de adresi tam olarak bulabildikleri kuşkulu! Yani bence öyle...

Apartman koridoruna çıkmıştım.. Bir yığın olmasa bile kafamı karıştıracak çoklukta kapı vardı... Patimde yazılı birşey de yoktu.. Anımsa... Aşağı katlara inmiştim kedi hali işte enikonu yabancılaşıp kalıvermiştim olduğum yerde. Sonra bulmuştun beni ve azarlamıştın.

Bak baklım kel’ciğim koskoca zabitler bir adresi akıllarında tutamazlarken benden bunu beklemen ve sadece bu nedenle sesini yükseltip, gözlerini pörtletmen doğru muydu? Üstelik, geçmiş gün tam olarak anımsamıyorum ama, galiba oda hizmetçisi her işime burnunu sokan bayanın yanında yapmıştın bu gereksiz saldırıyı!

Her neyse, geçtiğimiz günlerde Mesir macunu dağıtırken de ağlıyordu kır saçlı kırpık bıyıklı bu adam. Şiir okurken hep ağladığını anımsarım da, sahi Mesir macunu dağıtırken neden ağlanır ki? Düşündüm bulamadım... Kimbilir eski anılar, yaşanmışlıklar.. Hüzünlenmiştir adamcağız.. Kimbilir neler geçirmiştir aklından.. Mesir macunu filan!

İp yumağından sonra en çok dikkatimi çeken “tıkır’dama” sesi olmuştur hep. Te-ve’de ilkin duyduğumda bu “sıçanlarda nerden çıktı, fesuphanallah” diye mırladanıp sotaya yattığımı anımsıyorum. İnsanlar edepsizliğin bu kadarına nasıl tahammül edebiliyorlar anlayabilmiş değilim. Sözümü geri aldım,tövbe... Sıçan değil bunlar dişili erkekli lağım faresi.. Ardarda ekrana çıkıp “tıkır, tıkır tıkır, tıkır ” demezler mi? Sinirden koltukları tırmalayacağım! Sonra da bir yığın azar işit..Yakında bunlar Timur Selçuk’un: “ Kriz bunalım derken / Bilançoya bir baktık/ Bu yıl iki misli kâr/ Hayret şu işe bak sen/ Nereden geldi bu kârlar/ Kime gitti bu kârlar/ Ekonomi tıkırında/ Ekonomi tıkırında..” şarkısı eşliğinde kolbastı oynamazlarsa aha şu kaytan bıyıklarımı yolarım.. Şeytan diyor ki at birer pençe sonra gönder lağıma!

Bitirirken kısa bir pati daha Geçtiğimiz yıl hizmetkarım olan kel ve pos bıyıklı adamın benimkiler kaytan, yakın dostlarından birinin (ismini vermek istemiyorum geçen yılbaşı yazılan “Füruzan” lı yazıda ismi var merak edenler öğrenebilir) kedisi, hadi bunun ismini vereyim: Osman... Duyduğuma göre kısırlaştırılmış!

10 kiloluk mama, kristal kum teklifleri...Yersizi , yakışıksız laflar densiz tekliflerde bulunmuştu bir zamanlar hazret!

Mırr... Pırğğğ.. kısırl... Güleceğim geldi... Tutun beni düşüyorum... Hepinizin yeni yılını kutluyor patimle selamlıyorum.