Sünnetçi Sırıtışı

Hani çok gerekli ise diyorum gülme çeşitlerinin sessiz gülüş, mimiksiz gülüş,sesli gülüş,şiddetli gülüş ve çılgın gülüş kıkırdama, fıkırdama, kişneme gibi başlıklar altında kategorize edildiğini küçük bir araştırma sonunda öğrenmek mümkün.

Ancak bütün araştırmalarıma karşın Ertuğrul Günay’ın gülüşünü saydığım bu türlerin herhangi birine sokamadım.

Gülüşün mimiksiz olanına, buna bazı yörelerde pişmiş ve ayıklanmadan bütün olarak masaya getirilmiş kuzu ya da dana kellesinin dişlerinin cepheden görüntüsüne teşbihen yapılan, “pişmiş kelle sırıtkanlığı” da denilir ki, bu tarzın, Ertuğrul Bey’inkine bir çalım benzediği savlanabilir.

Geçtiğimiz günlerde Ordu Valisi’nin üstüne bu “sav” ı haklı kılacak bir şekilde bütün dişleri dışarıya doğru fırlamış,kollarına iki yana açmış fuleli adımlarla yürürken gördüğümde, ilkin eski bir tanıdığı olmalı diye düşünmüştüm kesin devlet protokolünü felan bir yana bırakıp öpecek...

Gitti devlet ciddiyeti dememe ramak kalmıştı ki öpmedi..

Sonra gazetelerde ayrıntısını okurken öğrendim, zavallıcığı fena halde azarlamış karşılamadığı için.

Eh, biraz zorlamayla da olsa evet.. Ben de “Ertuğrul Bey’in gülüşünün, ‘pişmiş kelle sırıtkanlığı’ kategorisi içinde değerlendirilmesi gerekir” savına şerhli de olsa katılıyordum yakın zamana kadar.

Yakın zaman dediğim üç beş gün önce, yanılmıyorsam 12 ekim olacak, tv’yi açar açmaz, hani bendeki de şansızlık yani, korkudan dilim geriye doğru çekiliverdi. Bir anda,çocukluğumun sadece benim değil memleketimin bütün çocuklarının kabusu olan Sülüklü Göl’lü Ökkeş Keskin’in görüntüsü beliriverdi ekranda...Sünnetçi Ökkeş!

***

Yüzünde bir tek mimik yok. Bu bir yanıyla mimiksiz gülüş ya da pişmiş kelle sırıtkanlığı kategorisi içine sokmamızı kolaylaştırıyor. Ancak, pişmiş kelle sırıtkanlığına teyellenen gözlerdeki mutluluk parıltısı bizi başka bir adlandırmaya zorluyor.

Ünlü fıkradır hani, genç rahibe başrahibeye koşturur da önünde saygıyla diz çöküp “yandım” der ya..Anlattırmayın bana şimdi canım,fıkranın ünlü olduğunu söyledim ya..

Hani canım,başrahibe de yumuşak bir sesle “ne oldu yavrum” der de,rahibe, “arka bahçede bahçıvanın oğlu söylememeğe dilim varmıyor ama,bana..” diğe sürdürür ya..

Hay Allah editörle başımı derde sokacaksınız, devam mı etmem gerekir? ünlü dedik ya..

Hani başrahibe de “yoksa tecavüz mü etti o hayasız” deyince,genç rahibe de “maalesef evet” cevabını yapıştırır..

Diretmeyin anlayın işte..Peki devam edeyim bari: Bu cevap üzerine Rahibe “hımmm..Peki kızım sen şimdi git,mutfaktan bir limon al,kes ve suyunu iç..”

Genç rahibe şaşkınlık içinde “ Ama limon hamileliği önler mi?” .

“Hamileliği önlemez de, en azından sırıtmanı engeller..”

Başrahibenin bu sözleri üzerine genç rahibe mutfağa yönelir..

Yani bilmezlikten gelip bana bu edepsiz fıkrayı da yazdırdınız ya, vebali boynunuza olsun, sizden korkulur!

Onunki bu tarz bir sırıtma da değil..Haşa..Hiç ilgisi yok..

Benim bunu anlatmamın nedeni, sözün en başında saydığım daha doğrusu bilim dünyasından alıntılayarak size aktardığım “gülüş çeşitlemelerine”, son günlerde okuduğum “Gülme Biçimlerine Dair Psikolojik Bir Tahil Denemesi” adlı kitabın tetiklemesi nedeniyle zaten baştan beri var olduğu yakınlarım tarafından söylenegelen “bilimsel katkı koyma potansiyelimin” harekete geçmesidir.

Örnek olsun bu tarza “rahibe tarzı sırıtış” adı pekala verilebilir. İlkin aklıma bu geldiği için söyledim bunu. Siz de “adlandırma” hususunda yeni öneriler getirebilirsiniz elbet.

Burada küçük bir parantez açmak niye aykırı olsun ki, açıyorum: Az önce sözünü ettiğim kitapta gıdıklama,güldürücü gaz,mizah gibi dış etkenlerin her bir kişideki tezahürünün farklı olmasının nedenleri üzerinde durulmuş, sonuçlar sınıflandırılmış ,ayrıntılar ve çeşitli örneklerle zenginleştirilmiş olunmasına karşın yani bu kadar titiz hazırlanmış,emek ürünü bir çalışmada “rahibe tarzı sırıtış”ın ıskalanması beni kitabın bilimselliği konusunda değil ama “tam”lığı konusunda bazı kuşkulara düşürdü.

Gerçekten terbiyesiz ve benim de bana yakıştırmadığım bu fıkrayı anlatmamın nedeni, dediğim gibi, Ertuğrul Bey’in sırıtışıyla bir illiyet bağı kurmak değil, bende var olan katkı koyma potansiyelinin dış etkenlerle provoke edilmesini egelleyememdir..

Söz bundan böyle hiç bir sırıtış beni tetikleyemiyecektir.

Peki,iyi güzel de Sülüklü Göl’lü Sünnetçi Ökkeş’in bu yazıda işi ne?

İşi yoktu ama Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin öğrencilerinin okul koridorunda sloganlarla protesto ettikleri zat, bizim oranın dağ köylerinden Sülüklü Göl’lü Sünnetçi Ökkeş Keskin olunca bu yazıya da giriverdi..

Ne zaman elinde çanta sırıtık bir adamın köy yolunda görüldüğü haberi kulağımıza çalınsa,aha Ökkeş geldi deyip, köyün bütün bebeleri canhıraş dağa taşa kendini atardı “şeyini” kurtarmak için.

Ben de günün birinde işte bu Ökkeş’in pişmiş kelle sırıtkanlığına yakından tanık olmak zorunda kaldım. Sonradan öğrendim ki sırıtkanlığı süreç içinde edinilmiş değil, Kudret’tenmiş... Kudret’ten sırıtık yaratılmış. Gözlerindeki ışıltı ise işini yaparken teyellenen mutluluk şavkıması. Kesme muamelesinden sonra gözler yine ölü balık..

Ve Ertuğrul Bey’in yüzünde Sünnetçi Ökkeş hali..Bu kadar mı benzer. Al ikisini, tut kulaklarından çifte koş!

***

İnsan neden sırıtık gezer..

Adam DTCF’de Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’u anma etkinliğine katılmış. Kürsüye çıkıp Sünnetçi Ökkeş sırıtışıyla selam verdikten sonra bu etkinliğin ilkin 1994 yılında yapıldığını,o günden sonra ara verildiğini, ikincisinin ancak şimdi yapılabildiğ cümlesini güzelce kurduktan sonra, salondakilerin yaş ortalamasının da otuz beş civarında olduğuna dikkat çekmiş.

Koltuktan kayıvermem kurduğu üçüncü cümlenin sonuna denk geldi. Öğrencilerin 1994’ten bu güne oturmakla göstermiş oldukları sabra ve sükunetli bekleyişlerine teşekkür ettiğini tv’den duyunca, oturduğum koltuktan...

Küçük bir not,gülerken kaslardaki denetim yitirildiği için sandalyeden düşeriz... O esnada kotukta oturduğum için düşmedim,kaydım..

Şimdi devam ediyorum salondakilerin öğrenci olmayıp oraya önceden yerleştirilen sivil koruma memurları olduğunu koridora çıkınca öğrenecektir Kültür ve Turizm Bakanı Sülüklü Göl’lü Sünnetçi, aman işte,artık karıştırmaya başladım beni bağışlayın, Ertuğrul Günay.

Uzun uzun Aytmatov’u anlattıktan ve aynı Ökkeş haliyle salondakilere kültür ve sanat konusundaki duyarlılıkları nedeniyle teşekkür ettikten sonra kürsüden inip koridora yöneldiğinde, salona alınmayıp koridorda bekleşen çok sayıdaki öğrenci akp hükümetini ve bakanlarını protesto etmeğe başlayınca “bunlar öğrenci,peki içerdekiler neydi” sorusunu hemen omuz başıdaki danışmanına yönelttiğini tahmin edebiliriz. Danışmanın yanıtı karşısında ki bunu bilmemiz dolayısıyla tahmin için zorlanmamız gerekmez ama ekranda yine o sünnetçi hali...

Yine de iyi.

İyi, çünkü polisler edebiyatı sevmeye başladı.

Son edindiğim haberlere göre Ertuğrul Bey’in korumaları ile okulun demirbaş “sivil memurları” Aytmatov’un “mitolojiyi çağdaş bir zeminde sentezleyip yeniden yaratma eserlerinde mitlere,efsanelere yapmış olduğu göndermeler bağlamında Yaşar Kemal’le aynı damardan beslenmesi tatlı bir tesadüf müdür yosa Aytmatov Yozgat Yerköy’den özbeöz bir Türk müdür” sorusuna yanıt arıyorlarmış...