Ne Olacak Süleyman'ın Sonu

Batılılar “Muhteşem” diyor Kanuni Süleyman’a.

Ölümün her dönemden daha fazla mızraktan, paladan ya da hıyanetten geldiğini, Sultan Süleyman mülkünde bunları bulmak için aramak gerekmediğini yazmam yersiz bir tekrar olarak görülebilir. Ancak bu Osmanlının en çok Türk, aynı anlama gelmek üzere köylü kestiği dönem anlamına da gelmemeli. Böyle dersek haksızlık etmiş oluruz Ahmed’e

Ahmed dediğim1. Ahmed..

İki nedenle biri biçimsel olup yönteme dairdir, çünkü Ahmed kesmedi, kuyulara doldurttu. İkincisi, sayı itibariyla çıtayı çok yukarılara, Süleyman’ı epeyce gerilerde bırakan bir seviyeye çekti.

Çıtanın yukarı çekilmesinde Süleyman döneminin ünlü Şeyhülislamı Ebusuud Efendi’nin “yedi Alevi getirenin yeri cennette hazır” yollu fetvasını düstur edinip onca zaman sonra bile aklında tutan Hırvat Kuyucu Murad’ın cennette “alâ” bir köşe kapma isteği ile “yedi”yi geometrik olarak katlama çabası içine girmesine bağlayanlar çoksa da, bunda Ahmed’in de o dönemin padişahı olması nedeniyle, yapılan katliamlardaki payını tasdik etmek hakbilirlik olacaktır..

İlla da sıralama isteriz derseniz Anadolu’da Türk Alevi katliamında, hani en çok kim kesti yollu bir soruyu yanıtlamaya zorlarsanız ben 1. Ahmed birinci, Süleyman ikincidir derim.

***

Siz bakmayın Yavuz’a. Yavuz’un adı çıkmış. Kayıtlara göre kestiği belli: Üç aşağı beş yukarı 40 bin Alevi Türkmen. Zorlarsanız ilk üçe ya girer ya girmez. Ben ünlü Osmanlı tarihçisi İ. H. Uzunçarşılı’nın yalancısıyım. Bakın aynen şunları yazıyor:

“Yavuz Sultan Selim’in hükümdar olduktan ve şehzadeler meselesini hallettikten sonra Şah İsmail ile muharebeden evvel Anadolu’daki kırk bin kızılbaşın idam veya hapis olunmalarını sebepsiz bulurlar ve Sultan Selim’i muaheze (kınamak, ayıplamak) ederler. Yukarıdan beri vesikalarla gösterilen olaylar gözönüne alınacak olursa padişahın ne kadar isabetli hareket ettiği ve bütün bu işlerde baş rolü olan Şah İsmail üzerine giderken gerisindeki tehlikeyi bertaraf etmek istediği görülür”( Büyük Osmanlı Tarihi c.2,s.256)

Zalim kahramanlığını anlatırken zulmünü, Çingene hünerlerini anlatırken hırsızlığını söylermiş derler. Nasıl da tıpkısı.

***

Ya oğlu, yani Süleyman?

Daha önce yazmıştım. Her zaman “hisli” bulmuşumdur. Bütün cinayetlerinin ardından ağlamıştır. Bu özelliğine ilave edebileciğimiz özgün bir yanını da bu günlerde yakaladım. O da Süleyman’ın diğer iki kıyıcı, Ahmed ve Yavuz’dan farklı olarak biçimciliğin görsel “şehvetine” teslim olmadan tamamen “öz”e yöneldiğidir. Katliam buyruğu son derece sade, kesin ve “öz”e dairdir : “Urun. Diyar-ı Rum’da (Anadolu) külahlı başları bire varıncaya kadar kırın!

***

“Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle/ Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle..”

Mohaç 1926’dır... Süleyman Macar ovalarında... Aynı yılın aynı günlerinde Sadrazam Rum İbrahim Paşa, namı diğer Pargalı İbrahim, namı diğer Damat Makbul İbrahim, ağır vergilerin yükünden bunalıp başkaldıran başı külahlı ayağı çarıklı köylü önderi Kalender Çelebi’nin üstüne yürüdü.

“Eskiden, Fatih Han’a değin, divan bizden oluşurdu... Ahi babamızdan, sancakbeylerimizin ulusundan, kadı ve dahi hoca efendilerimizin kendi aralarında seçtikleri bilgeden, bir de zaim ve sipahlarımızın temsilcisinden. Kaç yıl var ki, bunların tümü sürüldü divandan... Yerlerine, kıdem ya da şaklabanlık sırasına göre kul gelmeye durdu...”

Tercümesi şu: Fatih’e gelinceye kadar yönetim biz Türklerin elindeydi. Şimdi bizi temsil eden kimse yok. Divana yalakalık sırasına göre kul (devşirme) olanlar çöreklendi.

Süleyman dönemindeki iç ayaklanmaları alevi ayaklanması olarak görmeyi çok eksikli, hadi daha açık olarak sakınmadan söyleyelim yanılgı olarak değerlendirmekten yanayım... Ayaklananların kahir çoğunluğunun alevi olması bu yanılgının temeli olmuştur. Araya sıkıştırılan ve alevi inancına göre “babaların” makas vurulmayan sakallarının milletin gözünün önünde kesilmeye başlandığı hikayeleri doğrudur ve önemlidir de. Ancak bunu Tokat’tan Maraş’a, Maraş’tan Sıvas’a, oradan da Erzincan’a ve Antalya’ya kadar uzanan bir coğrafyada handiyse aralıklarla da olsa 100 yıl sürecek olan isyanların nedeni olarak görmek alevi Anadolu ile sünni sarayın kapışması olarak değerlendirmek son derece eksiklidir.

Sakınmayalım dedik ya, o zaman açıkça yazalım: Yanılgıdır.

Başkaldırının esas nedeni olarak Diyar-ı Rum’un çoğunluğu alevi inançlı olan köylülüğün sırtına bindirilen vergilerin katlanarak arttırılması ve “tımar”ların saraya yakın “kul” yani “dönme” taifesine peşkeş çekilmesidir.

Avrupa topraklarında sürdürülen savaşlara akıtılan hazineler, Süleyman’ın resmi ve resmi olmayan sayıları belirsiz sevgililerinin yok yüzük, yok bilezik ona aldın Antep işi burma, benim neyim eksik sultanım ben de isterim Maraş işi gerdanlık Hürrem’e Bursa ipeklisi fistan Mahidevran’a, Hint işi şal kuşak öteki harem ahalisine dal tşk... Olmaz... Tamam olmaz da Karun hazinesi olsa yine yetmez!

Yetmeyince gelsin misliyle katlanarak vergiler... Bir de yeni türeyen, saraydan destekli tımar sahiplerinin doymazlığını ve zulmünü ekleyin buna ki sömürü katmerlensin.

Şurasına kadar gelmiş köylü yığınlarının, “keçeyi suya atıp” palaya sarılıp “atlanın yoldaşlar pir aşkına!” deyip yıllardır olagelen celali isyanlarıyla kan revan içinde olan Anadolu’yu boydan boya “kızıl” başlığa bezemeleri bundandandır.

***
Süleyman’ın damatlarından biri Rüstem Paşa. Epeyce Türkmen köylüsü kesti ayklanmalar süresince. Bizim diyar-ı Rum halkımızın yaratıcı zekasının bir ürünü olmalı, “bitli” namıyla da anılan Arnavut Rüstem Paşa’nın biriktirdiği servet sömürü düzeninin işleyişini görmek açısından ilginç olabilir. Kaynak gösteremiyorum, “ulan bunu Allah bile doyuramaz” diye not almışım. Altına da anonim bir beyiti alıntılamışım, beyit şöyle:

“Olucak bir kişinin bahtı kavi talii yar/ Biti dahi mahallinde onun işine yarar...”

Anlamı da şu: Ballı adamın üzerinde bit dahi çıksa işine yarar...

Edindiği mal mülk listesi çok uzun hepsini aktarmayacağım. Yalnızca “819 çiftlik, 476 değirmen” diye başlayan listenin devam edip gittiğini söylemekle yetineyim.

***

Şimdi gelelim benim merakıma.

“Muhteşem Yüzyıl” dizisi teve’de oynuyor ya, bir kısım tarihçi tartışıyor Süleyman’ın yatağının örtüsünün püskülleri bildiğimiz Çin işi canım, Nişantaşı pazarı... Çalışma masasının kilidi apaçık meydanda “kale kilit”... O dönemde ne öyle yılbaşı mumları... Koskoca Süleyman giymiş slip don... Olmaz... boxer... Bardaktaki nar şerbeti... Yok canım halis Öküz Gözü 2001.. Üstelik kel!

Bunlar tarihçilerin üç aşağı beş yukarı tartıştıkları.

Bir de sokağa dökülenler var:

“Cihad ruhunu değil, yatak odasını anlatıyorlar. Bu dizi Osmanlı’yı küçük düşürmek için özellikle yapılmıştır...”

Bunlar yeni osmanlıcılar ve Türkçüler..

Benim merakım da şu:

Tüm bunlar, yani teve tartışmacıları ve sokağa dökülenler dizide sıra köylü ayaklanmalarına geldiğinde, anlatılacak mı onu da bilmiyorum ya, ne olacak bu Süleyman’ın hali merak ediyorum. Daha doğrusu Süleyman’ı değil de Süleyman’ı ve Süleyman’ın şahsında Osmanlı’yı dağa taşa sığdıramayanların ne diyeceklerini merak ediyorum vesselam...

Planladığım yazı burada bitmiş olmasına rağmen şu küçük notu da ilave etmekten kendimi alamıyorum: “Padişahın bu kadınlarla yatıp kalkması Cumhurbaşkanı’nın Çankaya’da çalışan kadınlarla birlikte olması kadar gülünçtür” diye demeç veren kendini bilmez profesörü kınıyorum. Bu Abdullah Bey’e saygısızlıktır. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nı işe bulaştırmak tatsız sonuçlar verebilir ancak şurası kesin ki, sadece padişahlar değil Osmanlı mülkünün bütün harem sahiplerinin diledikleri anda haremlerinden seçtikleri bir kadınla yatması islam hukuku açısından hiçbir sakınca taşımıyordu. Kanuni yatmamışsa libidosunun düşüklüğü ya da eğilimlerinin farklılığındandır.