İttihatçı Düşmanlarına: "Gelsin Deyuslar İşte Buradayız!"

16 Mart 1920 öğle üzeri Fındıklı’daki Osmanlı Mebusan Meclis binasına giden yakayı kaptırsaydı kendisini Malta’ya doğru yola çıkacak gemilerin birinde bulacak olan gazeteci Yunus Nadi, Rauf Bey’i koridorda volta atarken yakaladığını yazar. (Ankara’nın İlk Günleri)

Aynı günün sabahı Şehzadebaşı’nda 10. Kafkas Tümeni karargahının İngilizler tarfından basılıp silahsız askerlerin öldürüldüğünü, nicedir sürdürülmekte olan “İttihatçı avının” halife-padişahın ve hükümetin de desteği ile sıkılandığını, bu arada kendisinin de arandığını birkaç gündür kalmakta olduğu bir dost evinde öğrenmiş, buna rağmen gayet fütursuz,elini kolunu sallayarak Meclise gelmiştir Rauf Bey..

Yukarıya, başlığa, ayraç içinde çıkardığım söz Rauf Bey’e aittir. Balkan ve Çanakkale Savaşlarının ünlü “deniz haydutu”, Müdafa-i Hukukçu Samsun’dan başlayıp Amasya, Erzurum, Sivas... Mustafa Kemal’in omuzdaşı, Ankara’nın emriyle 80’e yakın milletvekili ile birlikte oluşturduğu Felah-ı Vatan Grubu’nun başında Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Ankara ihtilalcilerinin çizdiği Misak-ı Milli’yi kabul ettirmiş fevkalade cerbezli İttihatçı “Deli Çerkes!”

Yunus Nadi tam olarak şunları yazıyor: “Öğle üzeri Meclise gittim. Büyük kapının kısa bir merdivenle çıkılan alt kat salonunda Rauf bey’i bir aşağı bir yukarı dolaşıyor buldum. Beni şen ve şuh karşıladı: ‘Gelsin deyuslar, işte buradayız!’ dedi ve güle güle vaziyeti kendi gördüğüne göre hikaye etti. O söyledi, ben söyledim. Muhavere her şeyin bitip bitmediği noktasına geldiğinde Rauf Bey şu neticede karar kıldı: ‘Kararımız karar. Ancak biz hadisenin bu kadarını kafi görerek savuşursak Meclisin alt tarafı panik yaparak dağılır, gider (...) Onun için vukuata intizaren biraz beklemek lazım. Bunu bilhassa kendim için vazife görüyorum. Bakalım ne zuhur edecek...”
***

“Deyyuslar” o gün gelmez.
Rauf Bey’in “Deyyuslar” başlığı altında istiflediği ortaklığın murahhas azalarının padişah- halife efendi, İstanbul hükümeti ve İngilizler olduğunu dünya alem bilirken Malta sürgünü gazeteci Hüseyin Cahit bilmez mi? Bilir elbet. Bildiğini de “Yandaş gazeteci”ve İçişleri Bakanı Ali Kemal’in sözlerini aktardığı “Siyasal Anılar” dan öğreniyoruz: "İttihatçıları toplayıp hapsetmiştik. Ama ne hüküm giydirebiliyorduk ne de salıvermeyi göze alabiliyorduk. Onun için İngilizlere verdik..."

***

Dört gün sonra 20 Mart sabahı Osmanlı Mebusan Meclisi İngiliz işgal güçleri tarfından basılır. İngilizler “bilhassa ve münhasıran” aradıkları iki ihtilalciyi, Karakol örgütünün kurucusu Kara Vasıf ile Rauf Bey’i tutuklayıp götürürler. 22 Mart’ta Rauf Bey ve Kara Vasıf ile birlikte toplam 11 kişilik sürgün kafilesi İngilizler tarafından daha önce hazırlanmış olan dretnota bindirilirler. Bunlar işgale karşı çıkan “milliyeçi gruplar”dan “dördüncü dalganın” vurduklarıdır. Daha önceki dalgaların savurduğu “Arzulanmayan milliyetçiler” ile birlikte Malta’daki Osmanlı sürgün nüfusunun 1920 yılı ortalarına doğru 120’yi bulduğunu yazıyor Malta sürgünleriyle ilgili handiyse tek kaynağın yazarı olan Bilal Şimişir (Malta Sürgünleri.)

Sürgünler Ekim 1920 yılı ortalarına kadar sürecek ve çok az istisnayla hemen hepsi İttihatçı ya da “arzulanmayan milliyetçi” olan 150’ye yakın kişi Malta’da zorunlu ikamete tabi tutulacaktır.

İngilizlere teslim edilenler arasında Ali İhsan Paşa, Mahmut Kamil Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Cevat Paşa, Yakup Şevki Paşa gibi ordu komutanları, çok sayıda milletvekili, gazeteci ve yazar ile vali, kaymakam, bir adet sadrazam, bir adet şeyhülislam bir adet de İbrahim Ahmet vardır.

İbrahim Ahmet, “ben komutanımı terketmem diğe tutturup” ellerini İngiliz kelepçesine uzatan “sıradan bir onbaşı”dır... Emir eri...

***

Bu küçük tarih gezintisine Deniz Baykal vesile olmuştur. Durup dururken tuhaf benzeştirmeler yapmayı alışkanlık haline getiren Baykal, içinden geçtiğimiz şu günlerde ağırlıklı olarak askerlerin yargılandığı davalar ile 1920 Malta sürgünleri arasında bir bağ kurmayı ne yaptı ne etti becerdi.

Sadece siyasi olanında değil tartışmanın her türlüsünde, tarihe göndermeler yapıp benzerliklerden hareketle güncel olana mühimmat toplamak adettendir ve pek de sakıncası yoktur. Kabul, ancak fazlaca da zorlamamak gerekir. Bana göre Maltacılar ve Silivriciler arasında kurulacak benzerlik sadece mesleksel düzeyde olabilir.

Tamam, Maltacılar arasında Ali İhsan Paşa, Mahmut Kamil Paşa, Ahmet Şevket Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Yakup Şevki Paşa gibi ordu komutanlarının olması o günlerin işbirlikçi gerici hükümeti ile bugünün işbirlikçi gerici hükümetinin özellikle de dış bağlantılar açısından benzerlikleri işimizi kolaylaştırıyor, ancak sadece o kadar.

Herşeyden önce Maltacılarda gazeteci sayısı Silivricilere göre mukayese edilmesi abuk kaçacak ölçüde fazla. Malta’da benim saptayabildiğim aralarında Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Cahit Yalçın gibi gazeteci ve yazarların yer aldığı oldukça kalabalık bir grup varken, Silivri yanılmıyorsam iki ya da üç gazeteciye yer açabilmiş!

Gazeteciler açısından hal böyleyken milletvekilleri açısından farklı mı?

Değil... Malta’da İttihatçı milletvekili sayısı şimdiki mecliste olsa grup kuracak çokluğun fazlasıyla üstünde...

Sonra, hadi cumhurbaşkanınından geçtik, bir tane olsun eski başbakan arıyor insanın gözleri. Ne yani, olsaydı ne çıkardı Silivri’de?

Şimdilerde şeyhülislamlık makamı yok ama, hani, bir köy imamı da mı bulamadınız Silivri’ye sokmak için!

Oysa Malta, her ne kadar İngilizlere yazdığı yakarış mektuplarıyla İttihatçıların başını yere eğdirdiyse de bir adet başbakan (Sait Halim Paşa) ağırlamış...

Sonra bir adet şeyhülislam (Musa Kazım Efendi).

Ve bir adet de cumhurbaşkanı (Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti Başkanı İbrahim Cihangiroğlu).

***

Sonra Silivri’nin paşaları Amerikan terbiyesi almış zarif ki fevkalade centilmen! Maltacı Rauf Bey ise ağzı bozuk bir İttihatçı, şu ettiği lafa bakın: “Gelsinler deyyuslar işte buradayız!”

Sonra İbrahim Ahmet... Malta’ya götürülmek üzere tutuklanan komutanın ardından ellerini kelepçeye uzatan bir adet onbaşı...

Silivri’de o da yok!

Zorlamayın... Silivri Malata’ya benzemiyor!