Dersimli Rızo

Tarih, insan iradelerinin çatıştığı bir meydandır desek, eksikli olur olmasına da, hani desek diyorum Dersimli Rızo’ya bu meydanda düşen pay ne olur, bu meydanın neresinde yer alır?

Peki, şöyle diyelim o zaman, tarih denilen çatışma alanında çatışanların iradelerini belirleyen toplumsal gelişimin hangi basamağında yer alır Dersimli Rızo?

“Çatışmanın bir yanında modernite öte yanında moderniteye direnen yerel güç odakları vardı, ne yaparsın bu da tarihin ve hayatın bir gerçekliği işte” desek, bu Dersimli Rızo’nun dramını açıklayabilir mi?

Kanunun hükmü kanar mı?

1935 yılından 1946 yılına kadar hükmünü sürdürecek olan “Tunceli Kanunu”nun Cumhuriyet savcısının iddianamesi sanığa tebliğ edilmez, tutuklama kararlarına sanık tarafından itiraz edilemez, hüküm temyiz edilemez, vali ve komutan fertleri ve aileleri başka yerlere sürebilir, idam hükümleri vali ve komutan tarfından teciline lüzum görülmediği takdirde infazı emrolunur maddelerine “dönemin koşulları bunu icap ettiriyordu” deyip rahatladığımızda Cemal Süreyya’nın ölünceye kadar kanayan yüreğini tarih dışına itmiş olmayacak mıyız?

Ne diyordu Cemal Süreyya ölüm döşeğinde yatan karısına yazdığı mektupta:”Bizi kamyona doldurdular/ Tüfekli iki erin nezaretinde/ Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular/ Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar/ Tarih öncesi köpekler havlıyordu..”

Çok sonraları öğrenmiştik Dersim sürgünlerinden biriymiş büyük şairimiz. Altı yaşından itibaren yüreğinin kanayan yanını gizlemiş, her gece yüreğinin o yanı üstüne yatmış Cemal Süreyya. Onca yıldır sırtında taşıdışı ağır yükü boşaltıp hasta yatağında yatan karısına soruyordu:

“Kanunun hükmü kanar mı?”

Sahi, “Tunceli Kanunları” hükmünü sürdürmek için Ankara’dan yola çıktığında Ağdar köyünde koyunlarını sağan Rızo’nun ikinci “avradı” Bese Hatun bu hükmün neresinde durur?

Tuzağa düşürülüp “kanun gereği” öldürülen otrancı oğlu Bra İbrahim’in kesik başını yastığa koyduktan sonra çenesine kadar yorganı çekip, “hele ilşimeyin, uyusun” deyip, sevip okşayıp ardından mavzerini kapıp dağa çıkışını anlatan “Dengbej”ler var.

Bese Hatun.., ”Dersim’in yiğitlikte en yiğit, güzellikte füsunlu dağ güzeli, yoksul anası Bese..”

Kendi ölümünden iki ay sonra, bir ipin ucunda sallanacak olan küçük oğlu Reşik Hüseyin’in acısını görmediği için, “Bahtı güzel” diye anılan Kürt kızına tarih sayfalarında bir dip not kadar olsun yer ayırdık mı?

Peki,“Kemalin Kuşları” tarafından bombalanıp parçalanan bebelerin ayaklarını, ellerini, parmaklarını kaya oyuklarından, çalı diplerinden, ağaç dallarından topladıktan sonra eteklerine sarıp sarmalayan, yıllarca uğursuz sabahlara tek bir çığlık olarak uyanan Kürt kadınlarının acısı bu hükmün neresinde durur?

Kanunların vicdanı var mıdır?

Mazlumlar tarih dışına itilmiş ağıtları mıdır?

Mazlumların tarihi soğuk,akademik “akıl” gözüyle değil biraz da vicdan gözüyle okunmalıdır. Biraz olsun vicdan gözüyle okunup taşınmalıdır yaşanmışlıklar günümüze..

83 yaşındaki Seid Rıza yaşı küçültülerek, 17 yaşındaki oğlu Reşik Hüseyin ise yaşı büyültülerek asılır. Seid Rıza oğlunun ölümünü görmemek için “önce beni asın” der. “Olur” derler “önce seni asarız..”

Rızo sehpaya doğru yürürken oğlu Reşik Hüseyin’i ipin ucunda salınırken görür. Gider ayak yüreğine hançer sokulur.

Ve derler ki İhtiyar Rızo yeri göğü o zaman inletir:

“Eladı Kervelayme, be gunayime, ayvo zulumo,cinayeto..” ( Evlad-ı Kerbelayiz, günahsızız, ayıptır, zulumdür..)

Muktedirlerin vicdanı var mıdır?

Sonradan yazılanlara göre Seyid Rıza’yı da oğlunun yanı başına asmışlar.

Oğlunun asmaya kıyılamayacak kadar yakışıklı olduğu söylenir. Bebek gibiymiş anlatılanlara göre. O kadar uzun boyluymuş ki ayak parmakları adeta yere değiyormuş sehpada. Çoraplarının Kürt nakışlı olduğunu da yazıyorlar: İki meşe dalı arasında Ali kılıcı..

Seyid Rıza’nın başı oğluna tarafmış.. Gözleri açık..

“Ben Dersimli Rızo’yum. Dersim’de her taşın, her ağacın altında bir Rızo vardır. Şu halde sen hangi Rızo’yu arıyorsun?"

Dersim biraz da vicdan gözüyle okunmalıdır.