"Demokratik Özerk Kürdistan Modeli" tartışmalarına katkı

Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi’nin çağrısıyla yapılan toplantıda “Demokratik Özerk Kürdistan Modeli” tartışmaya açıldı. Basına kapalı yapılan toplantının ayrıntılarını bilmemekle beraber, katılan köşe yazarlarının yazdıklarından çeşitli görüşlerin dile getirildiği anlaşılıyor. Benim de bir yolunu bulup “Diyarbakır Çalıştayı”na sunduğum bildiri aşağıdadır.

Ayrıntılarıyla açıklamaya çalıştığım düşüncelerimin kongrede okunup okunmadığını bilmekten en azından şimdilik çok uzağım. Hatta, kısıtlı olanaklarımla takip etmeğe çalıştığım basının derin suskunluğuna bakarak bildirimin gündeme dahi alınmadığı hissini kuvvetle duyduğumu söyleyebilirim.

Tamamen bu nedenle ve bir defaya mahsus olarak, Kürt sorununa ilişkin fikriyatıma aleniyet kazandırmak için eski tanışım Mehmet Bozkurt’un köşesi bu hafta tarafımdan işgal edilmiştir.

Uzatmamak için, sorunun “tarihsel gelişimini” bir taraf bırakıp, ana saptamalarımı, yer yer kısaltıp söze giriyorum:

***

Kürt sorununa ilişkin kabaca da olsa ana çizgileriyle ortaya koymaya çalıştığımız tarihi gelişimle birlikte, hangi toplumsal gerçekliğin temelinde oluştuğu, şunu açıkça gösteriyor:

Gerek ortak bir vatan ve gerekse üstünde şekillenen devlet, gelişme seviyeleri, öncülük düzeyi Türkler’de olsa da, Kürtler bunu en kardeşçe takip etmişlerdir.

İsyancılar ayrı devlet kurmak amacından çok yerel çıkarların sarsılmasıyla hakim tabakaların dar ailesel, aşiretsel otorite çerçevesini aşamamıştır. Çoğunlukla da başından beri en azından bir kesim sürekli uzlaşma içerisinde kalmıştır.

Kürt milliyetçiliği söz düzeyinde ayrılıkçılık iddiasında bulunsa da pratikte bunu gerçekleştirecek niyet, güç ve hazırlıktan yoksundur. Bu anlamda tarihi bir çözümsüzlüğe başından kendini mahkum etmiştir.

Ayrılıkçılık yapar gibi gözükür ama, sözde kaldığı için sonuçta devletin yönelimi ile olan halka oluyor. Ve bu tam yaralı, hasta bir toplum yapısı ortaya çıkarıyor. Bu da beraberinde kuşku, korku, endişe, cehalet, ağırlaşan ekonomik-toplumsal gerilik getiriyor. Devlet de hep isyancı bir kitle gözüyle bakmaya alıştığından, sürgünlük bir toplum özelliği de gelişiyor.

Herkes adeta oradan kendini kurtarmak istiyor. Sürekli isyan psikolojisi bu toplumsal gerçeğin ifadesidir. Bu toplumsal yapıdan devlet doğmaz.

(...) Bu bağlamda çeşitli seçenekleri göz önüne getirdiğimizde:

A- Ayrı bir devlet seçeneğinin hem maddi temeli hem de fayda anlamında bir çözüm yolu olmadığı, iddiası olsa bile pratik değerinin en zayıf yol olduğu görülecektir. Hazır bir kuruluş olsa bile hiçbir komşu tarafından tanınmayacağı uluslararası alanda da tanınma durumu yoktur. Bunu bir tarafa bırakalım bir devletin bağımsız kendini sürdürmesi için bir ekonomiye, dile, toplumsal birliğe, savunmaya ihtiyacı var ki bunu da bir gün sürdürecek temeli olmadığı görülecektir.(...) Kürtler açısından bağımsız devlet seçeneği bu anlamda ideolojik bir söylem olmaktan öteye geçemez...

B –İkinci federasyon, otonomi gibi seçenekler kısmi bir uygulama özelliğine sahiptir. Tarihsel olarak da Kürt bölgelerindeki feodalite ve aşiretsel düzen bu uygulamalara alt yapı teşkil edebilir. Özellikle demokrasinin olmadığı, daha eskiden de feodalitenin güçlü olduğu devlet yapılarında aslında yaşanan daha çok etnik, aşiretsel otonomidir. Milli özelliği olmadığı gibi, ancak dar aşiret çerçevesinde geçerlidir.(...) Osmanlı döneminde de Kürtlerin yaşadığı yoğun feodal otonomidir. İsyanlar bile feodal otonomiler tehlikeye girdiğinde hep söz konusu olmuştur. Bu anlamda ayaklamalara özgür iradeli halk hareketleri demek zordur. O aşamaya toplumsal yapıları ve zihniyetleri el vermez. Hanedan ideolojisi ve aşiret yararı her şeyin önündedir. Bu anlamda günümüzde bile otonomi ve onun söylem düzeyinde yeni yeni tartışılan federasyon yaklaşımı geri toplumsal yapıya bağımlı olacağından demokratik değerlerin gelişmesine fazla fırsat vermez. Daha çok feodal-aşiretsel kalıtıları güçlendirir.

(...) Kürt-Türk iç içeliği olan bölgelerin durumu, Doğu’daki Kürt nüfusun en azından bir katı kadar Batı’da bulunması otonomi tezinin maddi temelinin elverişsizliğini gösteriyor. İstanbul, İzmir, Adana gibi illerde milyonlarca Kürde federasyon uygulanamaz.

Bu tür nüfus dağılımı dünyanın birçok örneklerinde gelişmekte, bölgesel çözümler yerine demokratik dil, kültür kavramlarıyla daha iyi çözüme gittiğini göstermektedir.(...) Yüzyıllardan beri doğal asimilasyondan tutalım, ekonomik yapı, sosyal akışkanlık günlük olarak bile o kadar fazla içiçe çalışmaktadır ki dar otonomici yaklaşımın maddi zemini daha da daralmaktadır..

İmza: Abdullah Öcalan

***

Bu bildirinin “Diyarbakır Çalıştayı”nda okunup okunmadığını bilmem olanaksız. Açıkça okunmuş olmasını dilerdim. Ben sadece uzun bildirinin bir bölümünü yayımlayarak Abdullah Öcalan’ın fikriyatına aleniyet kazandırmaya çalıştım. Düşüncelerine de kuvvetli bir şekilde katıldığımı not olarak ilave etmek isterim. Ayrıca bu bidirinin Aydemir Güler’in 22.12. 2010 günlü “Özerkliğin ayakları” yazısıyla birlikte okunmasını şiddetle öneririm.

Not: Abdullah Öcalan’ın “Kürt sorununa” dair düşünceler “Savunma” sından alınmıştır.