1915'te Ne Oldu?

1915 yılı 20. yüzyıla dairdir ve bu yüzyılın insanlığın bilinen tarihinin en kanlı, en habis dönemi olduğu hep söylenegelmiştir. Elimizde çok sayıda kaynak var ölü sayısının milyonlarla ifade edildiğine dair.

Sadece kayıpların çokluğu değil geçtiğimiz yüzyıla bu ünvanı kazandıran. “İstikrar” açısından da ünvanın pek yaraşır ve yerinde olduğunu, nefes almak için durulduğunda savaşın “soğuk” olanının icat edilmesinden anlıyoruz.

Çağ emperyalizm çağıdır. Çağın rüzgarıyla yelken açan, çağın damarlarından beslenen milliyetçiliği baş köşeye koymadan "1915’te ne oldu?" sorusuna yanıt bulamayız.

Elbette buna yıkılmakta olan imparatorluğun her geçen gün yeni kopuşlarla küçülmesi sonucunda Anadolu merkezli coğrafyaya sıkışan İttihatçıların canhıraş reflekslerini eklemek gerekir.

Sonuçta, savaşın yenilgiyle sonuçlanması halinde Anadolu’ya sıkışıp kalınacağı, hatta burada tutunmanın bile pek kolay olmayacağı, bu nedenle de Anadolu’daki “kışkırtmalara” açık unsurların ayıklanıp göçürtülmesi fikri ağır basmış son derece trajik olayların yaşandığı, Anadolu’nun değişik noktalarından başlayıp Suriye’nin Zor Kampı'nda sonlanması öngörülen Ermeni göçertmesi 1915 yılında başlatılmıştır.

Amaç, savaşın hayhuyu içinde olabildiğince gürültüsüz patırtısız bir şekilde bu meseleyi çözmektir.

Elbette bu kadar sade ve basit değil. Değil çünkü tehcire tabi tutulup Suriye çöllerine doğru sürülen Ermeni sayısı, Türk tezine göre 400 bin ila 900 bin Ermeni tezine göre 2 milyon 500 bine kadar uzanan bir doğrultuda çeşitli rakamlarla ifade edilmektedir. İşte, çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan bu kalabalığın aç ve sefil bir vaziyette, kayda değer bir koruma önlemi alınmadan yollara sürülmesiyle başlıyor “büyük felaket”.

Gerek salgına dönüşen hastalıklar, gerekse askerler ile Çerkes ve Kürt çetelerinin saldırısı sonucu katledilen Ermenilerdir sözü edilen. Bu aritmetik işleminde karşılıklı vuruşma (mukatele) sonucu ölenler hariç tutulmaktadır. Yine bu aritmetik işleminde kayıpların da “ölü” olarak hesaba dahil edildiğini not olarak ilave etmeliyiz. Vicdan sahibi ailelerin evlerine aldıkları çocuklar ve genç gelinlerin oluşturduğu kayıp sayısı kaynaklarda 200 bin olarak geçmektedir.

***

Gülüşleri, yemek adetleri, dansları, karı-koca kavgaları, ağıtları, küfürleri aynı olan, binlerce yıldır birlikte yaşadığımız bir halk, 20. yüzyılın habis karanlığının ilk basamaklarında emperyalist oyunların, milliyetçi reflekslerin kurbanı olmuş, yılkı atları misali dağa taşa salınıp kurda kuşa teslim edilmişlerdir.

***

Eşek kadar oldum halen ağlarım Bahtiyar kadıncık aklıma düştükçe. Benim ebem olurdu. Sonra süt annem oldu. Büyük sürgünde Maraş üstünden Doksankazık dağından inip köyden geçen bir sürgün kafilesinin, kuşça canını bizimkilere emanet bıraktıkları Bahtiyarcık!

Beş yaşında var-yokmuş Bahtiyar çocuk “emaneten” bırakıldığında. Sonra ailenin en sevileni oldu. Uzun yaşadı ve ölmeden bir hafta önce “çatır çatır” Ermenice konuşmaya başladığını anlattı annem...

İşte eşek kadar olduktan sonra bile beni ağlatan da bu oldu. Demek ki onlarca yıldır küllenip belleğin bir köşesinde hiç kullanmadan sakladığı anadili, ölümüne az kala... Hani kor gibi, parlayıvermiş... Sahiden öyle mi? Yoksa geceleri yatağında ya da gündüzleri tenhalarda kendi dilince şarkılar... Hani gizlice... Otlar, böcekler, masallar anne dilince... Kim bilir... Hep yanıp kavrulmuş!

***

Şimdi buradayız!

Tarih mi dediniz?

Tarih, kekeme olmuş bir arşiv bekçisi..

Aynı belgeye bakıp onlarca farklı yorum yapacak çok sayıda tarihçi var. İlkin kimin önce vurduğunun ne önemi var? Rakamlar neyi ifade eder? “Türkün genlerinde katliam kodu yoktur” gibi tuhaflıkları bir yana bırakalım, en agresif Türk tarihçisinin veri olarak aldığı rakam bile 380 bin!

Bahtiyar dahil değil.

***

Şimdi buradayız!

20 olmuş Ermeni tezini kabul eden ülke sayısı.

20 ülkenin tarihçileri arşivlere girmişler de, girip taramışlar da, tarayıp bulmuşlar da karar vermişler... Ya da Ermeni tezlerini destekleyen belgeleri bir bir tetkik edip doğruluğuna ikna olmuşlar... Geçiniz...

Az önce dedik ya canım: Tarih kekeme...

1915 tarihin meselesi olmaktan çıkmıştır. 1915 siyasi bir meseleye dönüşmüştür. 1915 trajedisi üstünden, Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmak istendiği aklımızın bir köşesinde durmalıdır. Tabi Bahtiyar’ı unutmadan!

***

Ne tuhaf rastlantı. Şimdilerde 1915’e dair kıyamet kopartılırken, yarın takvimler 15 Mart’ı gösterecek. Ve 15 Mart günü Berlin’de, mütevazı bir evden karısı tarafından uğurlanan elli yaşlarında kır saçlı bir adam sokağa çıkacak...

Bir el lagant tabanca...

Kadın pencereye koşacak... İlkin köşeyi hızla dönmekte olan genç bir adamı görecek sonra yerde yatanı... Kadın için saat duracak... Kanlar içinde yatan Talat’tır... İttihat ve Terakki’nin kurucular listesinin (1) nolu üyesi... Mehmet Talat Paşa... Takvim yaprağı düşecek: 15 Mart 1921.