“Bu akşam Downing Sokağı 11 numarada yemek yedim, yemekte Lloyd George, Masterman, Spender Roberts ve üç hanım vardı. Konuşma, hep savaş konusundaydı. Akşam yemeğinde Lloyd George ve şu sözlerle kadehini kaldırarak şampanya içti: ‘Bu gece temsilcilerinden bri aramızda olan müttefiklerin şerefine ve Türk’ün Avrupa’dan atılması, geldiği yere gönderilmesine içiyorum’.” 1
Lloyd George, Manchester doğumlu olmasına rağmen Galli bir siyasetçiydi, güya liberaldi ama tarihin en kritik dönemeçlerinde kurduğu hükümetlere muhafazakârları almaktan çekinmedi. Güya siyaset hayatına yoksul halk dostu olarak başlamıştı ama hayatını sıkı bir işçi düşmanı olarak bitirdi. Boer savaşına karşı çıkarken pasifist barış yanlısı kılığındaki bu kılıksız ilk küresel emperyalist savaşı, I. Dünya Savaşı’nı Britanya lehine kazanan gedikli emperyalist olarak geçti tarihe. Kıvrak ve oynaktı. Dönek ve her dönek kadar haindi. Ancak adına siyaset yaptığı sınıfın uzun dönemli çıkarlarını gözetme konusunda mahirdi. I. Dünya Savaşı’nın ardından yapılan Paris Barış görüşmelerinde Almanya’ya dayatılan ağır şartlardan, ve bu şartların Alman aşırı sağı ve Naziler tarafından sömürülmesinden sorumluydu. Kimlerine göre “savaşı kazanan adam”dı, daha ciddi olanlara göre ise “barışı kaybeden adam”. Hem Sovyet Devrimi’nin hem de Kemalist Devrim’in bastırılabilmesi için elinden geleni yaptı. Ankara’da Kemalistler, Moskova’da Bolşevikler zaferi en başta Lloyd George’a karşı kazandılar.
Yukarıdaki alıntı John Stavridi’nin günlüklerinden. Stavridi okumuş eğitimli liberal bir Yunanlı avukat idi. İngiltere’de gördüğü eğitim sırasında Galli jingoist Lloyd George ile tanışmıştı; birbirlerine pek çabuk ısındılar. Güzide şahsiyetlerin katıldığı bu akşam yemeği I. Bakan Savaşı’nın başlamasından yaklaşık iki ay sonra gerçekleşmişti ve o vakit Stavridi Yunanistan’ın Londra Başkonsolosu idi. Osmanlı orduları Balkanlıların ortak sıkıştırması karşısında her yerde geriliyordu ve Osmanlı Avrupa’da hızla küçülüyordu. Lloyd George’un anti-Osmanlı tutumunu not eden Stavridi, onunla yaptığı nezih sohbetlerden tutuğu notları hemen Venizelos’a gönderdi. Lloyd George ifade ettiği histerik tutum konusunda yalnız değildi, Britanya İmparatorluğu’nun yetiştirdiği son rafine siyasetçi Winston Churchill de onun bu histerisine ortak oluyordu. Stavridi, George ve Churchill ikilisinin şahıslarına Yunanistan’ın büyük hayali (“Megalo İdea”) için önemli hamiler bulmuştu.
Stavridi Venizelos’u gaza getirdi ve Londra’da hoş bir karşılama ile karşılanacağını da belirtti. Neticede Aralık 1912’de Venizelos Londra’ya ayak bastı. Bu seyahati en çok Lloyd George istedi. Stavridi’ye “Yunanistan’ın geleceği Atina’da değil, Londra’da kararlaştırılacaktır. Sizin için ölüm kalım sorundur demişti”.2 Böylece Venizelos hem Lloyd George’un hem de İngiliz emperyalizminin kucağına oturmuş oluyordu. Bu olayı anlatırken yaralandığım kaynak, Llewellyn Smith bu ziyaretle başlayan politikanın sonucunu şöyle ifade ediyor: “Evrile çevrile 1916’da Selanik’e, 1919’da İzmir’e, 1922’de de felakete giden yolun ilk adımı işte bu oldu”.3
Yunanistan mı? Bir askeri zaferle kurulmamıştı. Yunanlı isyancılar başta iyi direndiler ve Mora yarımadasında pek çok yeri ele geçirdiler. Üstelik Yunan isyanı Avrupa’da kutsal ittifakın bastırdığı devrimci ve liberal çevreler için can suyu oldu. Yunan isyanı Avrupalı entelektüellerin ve liberallerin moral ve insani desteğini aldı. Pek bilindik hikayedir, İngiliz şair Lord Byron savaşmak için gitti Yunan topraklarına, Yunan giysileri giyerek gerillacılık oyandı. Osmanlı bu arada müdahale edecek araçlarını kendi elleriyle budamaktaydı, Tepedelenli Ali Paşa, ki iyi bir stratejist ve iyi bir askerdi, isyanı bastırabilirdi ancak Sultan Mahmut onu isyancı ilan etti ve böylece aslında isyanın bastırılmasını engellemiş de oldu. Ancak Babıali bu durumda hemen Mısır’a Kavalalı Mehmet Ali’ye başvurdu. Kavalalı oğlu İbrahim’i yardıma yolladı ve birleşik Osmanlı-Mısır kuvvetleri isyanın askeri gücünü iyice kırdılar. Önemli direniş noktaları, ki Atina da bunlara dahildi, yeniden zapt edildi. İşte tam bu anda emperyalist müdahale geldi. Fransa ve İngiltere denizde Osmanlı-Mısır donamasını ezdi. Rusya Osmanlı’ya savaş ilan etti, bu ortamda Yunan isyancılar kayıplarını giderdiler ve sonunda Londra Anlaşmasıyla (1831) bağımsız Yunanistan kuruldu.4 Bağımsızlık koordine bir emperyalist müdahalenin sonunda geldi. Yunanistan’ın emperyalizmle bağı, özellikle de tarihsel olarak İngiliz emperyalizmiyle bağı güçlü oldu.5
Devlet kurulmuştu, ancak kim yönetecekti? Aslında toplumsal olarak özellikle deniz aşırı çalışan tüccarların egemen olduğu bir toplumsal yapıya sahipti kurulduğunda. Kozmopolit ve görece liberal bu egemen sınıf bloku aslında bir cumhuriyeti isteyebilirdi belki, hatta bu yönde güçlü bir istek de vardı. Ancak liberalizm dönek burjuvazinin dönekliği ölçüsünde dönek bir ideolojiydi. Devletin nasıl yönetileceği ve nasıl yapılandırılacağı konusunda kimsenin aklına isyanın insani yükünü çekmiş olan Yunanlılara sormak gelmedi. Balkanlarda Osmanlı’nın parçalanmasından doğan devletlere dışarıdan bir kral bulmak Avrupa’nın birleşik hanedanlar kulübünün ve emperyalistlerin tercih ettiği yol oldu. Nitekim bağımsızlığına yeni kavuşmuş Yunanistan için de nerdeyse bir güzellik yarışması düzenlendi. Taht önce ileride Belçika Kralı olacak Leopold’a önerildi. O kabul etmeyince onun yerine silik bir Bavyeralı Prens bulundu; bir kelime dahi Yunanca bilemeyen silik prens birden kendisini Yunan kralı olarak buldu (bu politika diğer Balkan devletlerinde de işletildi, Bulgaristan’a bir Avusturyalı prens, Romanya’ya da bir Alman prens bulundu. Böylece Balkanlar işsiz güçsüz prenslerin krallık yapabilecekleri bir alana dönüştürüldü). Bavyeralı Otto, bir kelime bile Yunanca öğrenmeden, Yunanistan’ı 30 yıl yönetti ancak en sonunda ulusal meclis bir darbeyle onu devirdi. Fakat Yunan burjuvazisi bir cumhuriyete yine cesaret edemedi. Bu defa da boşta gezen bir Danimarkalı prensi, George’u, buldurlar ve taç giydirdiler. Bu defaki biraz daha akıllıydı, tahta çıkışından hemen sonra Yunanca öğrendi. Bağımsız Yunanistan’ın kaderi çok çelişik dinamiklere dayanıyordu, bir taraftan kuruluşundaki katkısı dolayısıyla ve ekonomik açıdan İngiliz emperyalizmine bağlıydı, diğer taraftan da varoluşunu Rusya’ya borçluydu ve bir de Ortodoks idi. Dolayısıyla İngiliz emperyalizmiyle Rus yayılmacılığı arasında sıkışmıştı. Nitekim yeni Danimarkalı prens bu sıkışmışlığa uygun bir şekilde kraliçe olarak bir Romanov prensesi seçti. Yunan ticaret burjuvazisi burjuvazinin ilerici ideallerinden vazgeçmişti ancak özellikle Osmanlı topraklarında yaşayan tüm Yunan/Rum ahaliyi birleştirecek bir megalo ideadan hiç vazgeçmedi. Eleftherios Venzielos bu ideanın bedenleşmiş hali olarak ortaya çıktı.
Venizelos bu role uygundu çünkü Osmanlı’nın resmen egemenliğinden kurtulup bağımsız Yunanistan ile birleşmek isteyen Girit’te yetişmişti ve siyasi mücadeleye orada başlamıştı. Venizelos için “Büyük” Yunanistan bir hayal olmanın ötesinde bir ülküydü, somut bir amaçtı. Başlarda bu somut amaca pek de yakın değildi. Avukatlığı sırasında adalı Müslümanların davalarına bakan, bazı durumlarda isyancılara karşı ayaklanma karşıtı çıkışlar yapan bir liberaldi. İhtiyatlı ve pragmatikti, her liberal gibi devrimcilik çabuk vazgeçebileceği bir şeydi. Nitekim emperyalistlerle iyi geçinmeyi iş edinecek liberal Eleftherios (adı doğduğu köyün koruyucu azizinden geliyordu) adada bulunan büyük güçlerin temsilcileriyle, özellikle de Britanyalı temsilciyle arayı her zaman iyi tutacaktı. Her liberal gibi ne zaman elini uzatacağını, ne zaman yumruğunu sıkacağını pek iyi biliyordu. Onu bir kahraman statüsüne yükseltecek olay ise 1897’de patladı. O yıl Yunanistan’ın Danimarkalı prensi (Hamlet değil, George) cesurca bir hareketle Osmanlı’ya savaş açtı, Teselya’yı işgal etti (savaşı askeri olarak kaybetti ancak yine de emperyalistlerin müdahalesiyle Teselya’yı elinde tutabildi) . Bu ateş Girit’te de nüksetti. Girit’te patlayan isyana bu defa zorlamayla olsa bile Venizelos da katıldı. Hatta Girit’e Osmanlı lehine müdahale etmek isteyen büyük güçlerin donanmalarının tam karşısında bir tepede Yunanistan bayrağı açtı (bildiğimiz tek devrimci çıkışı da bu idi). Böylece başladı Giritli kahramanın gelişi.
Bu isyanla bir tür kahramana dönüşen Venizelos Atina’ya, başkentin siyaset sahnesine aktı. Burada hızlı bir yükseliş gösterdi. Almanya’ya eğilim gösteren veliaht prens Konstantin ile Venizelos ve liberallerin arası iyice açılmaya başlamıştı. Dünya savaşa giderken ve büyük güçler ittifak ve itilaf arasında parçalanırken Yunan iç politikası da Alman-İngiliz ekseninde yarılmaya başladı (çok ilginç değil mi? Aynı yarılma Osmanlı siyaset sahnesinde de ortaya çıktı). Venizelos baştan beri İngilizci idi, oysa veliaht Konstantin ve ona yakın askerler (örneğin geleceğin diktatörü Metaxas) Alman eksenine doğru hızla kaymaktaydı. Venizelos krala karşı komploların kucağına düştü, bu tepkinin doğal lideri oldu.
1910 yılında yapılan seçimleri onun liberal partisi büyük bir çoğunlukla kazandı. Balkan Savaşları sırasında kral ile ittifak halinde genişleyen Yunanistan hayalini gerçekleştirme yolunda önemli adımlar attı. İşte bu adımlar sırasında kişisel olarak, Stavridi’nin de yardımıyla Lloyd George ile tanıştı, kaynaştı, bir daha da hiç ayrılmadı. Yunan yayılmacılığının en halis sözcüsü oldu. Dünya savaşı patlayınca suikasta kurban giden babasının yerine kral olan Konstantin ile Venizelist partinin arası daha da açıldı. Konstantin Almanya ve İttifak devletlerinin yanında, Venizelos ise İngiltere ve Fransa’nın yanında savaşa girmek istiyordu. Bu bir denge yarattı ve Yunanistan 1916’ya kadar tarafsız kaldı. Ancak Venizelos İngiliz-Fransız emperyalizmiyle iletişimdeydi, ona savaş katılmasının karşılığında Batı Anadolu vaat edilmişti. Venizelos Balkan Savaşları’ndaki genişlemeden başı dönmüş bir şekilde bu vaade kanmaya hazırdı. İçerideki çatışmalı ortama rağmen savaşa İngiltere ve Fransa’nın yanında katıldı Yunanistan, bu hamlenin büyük bir iş bilirlik ve gözü açıklık olduğu savaşın sonunda Osmanlı’ya dayatılacak olan Sevr Anlaşması’nda ortaya çıkacaktı. Yunanistan askeri olarak pek az katkıda bulundu ancak anlaşma sayesinde Batı ve Doğu Trakya’yı, İzmir’i ve Ege’deki pek çok adayı (Gökçeada ve Bozcaada da dahil) aldı. Ödülü almak için pragmatist Venizelos ve Yunan ordusu pek çabuk davrandı ve 1919’da kendilerine vaat edilen İzmir işgal edildi. Görünüşte hiçbir engel olmamasından cesaret alan Yunan ordusu büyük Yunanistan’ın eksik parçası olan Batı Anadolu’nun tamamı için harekete geçti ve anlaşma hükümlerinin dışına çıkarak (ve yükselen direnişi de mazeret olarak göstererek) daha da içerilere doğru hareket etti. Venizelos 1920 yılında yapılan seçimleri kaybetti ama can düşmanı Gounaris bile Venizelist hayale tutunmak zorunda kaldı. Venizelos’un liberal yayılmacı hayalinin gerçekleşmesinin önünde bir engel yokmuş gibi görünmekteydi. Ama öyle olmadı. 26 Ağustos 1922’de bu hayal Yunanlı tarihçilerin “Büyük Felaket” dedikleri çöküşe dönüştü.
26 Ağustos gecesi Fahrettin Altay’ın süvari kolordusu Yunan hatlarının gerisine sızdı. Bu sızma Megalo İdea’nın çöküşünün başlangıcıydı. 26 Ağustos günü Kemalist kuvvetler bazı kritik tepeleri aldılar, kısmi geri çekilmelerle birlikte Yunan ordusunun iletişim hatlarını kopardılar. Ankara hükümeti elinde ne var ise cepheye sürmüştü, büyük bir kumardı. Beklenmedikti, aniydi, şiddetliydi. Sırrı sürpriz taktiğinde yatıyordu. Mustafa Kemal ve kurmay heyeti 100 bin kişiyi Yunan hatlarının arasına sessizce sokmuştu. Çöken sadece Yunan mevzileri değildi, Lloyd George’un, Venizelos’un, yarı Danimarkalı yarı Rus Yunan kralı Konstantin’in hayalleriydi aynı zamanda. Öldü sanılan kaplan dirilmişti. Anadolu’da devrim taçlanıyordu.
27 Ağustos’ta pata pat durumu yavaşça bozuldu, savaşın arenası Afyon’un ötesine, batıya doğru kaymaya başladı. 28 Ağustos’ta Yunan ordusunun ana grubu Murat Dağı eteklerinde bir cebe sıkıştırıldı. İnanılmazdı, ancak gerçekleşmişti. Cebe sıkıştırılan Yunan ordusunun ana grubu 30 Ağustos’ta bütünüyle imha edildi. Bundan sonrası Yunanistan için Büyük Felaket idi işte, Yunan ordusundan arta kalanlar hızla İzmir istikametine geri çekilmeye, daha doğrusu kaçmaya başladılar. Büyük yayılma, büyük kaçışa döndü. Venizelos iktidarda değildi, hatta sürgündü ama acıyla izliyordu. İzmir 9 Eylül’de Kemalist kuvvetlerin eline geçti. Devrim askeri olarak da tescil edilmiş oldu.
Sonrası mı? Sonrasında Yunanistan’da ve Venizelos’un hayatında olanlar, her ikisinin geleceğinin de, Lloyd George’un boş beklentisinin aksine, Londra’da değil, Ahır Dağı’nda, Kocatepe’de, Dumlupınar’da ve Tınaztepe’de kararlaştırıldığını kanıtlayacaktı. Yunanistan’da felaketin sorumlusu olarak kabul edilen kralcı hükümet düştü, 6 önde gelen kralcı (ki içlerinde Venizelos’un can düşmanı Gounaris de vardı) idam edildi. Ankara’da devrim Atina’da bir tür liberal devrim yarattı. Venizelos geri döndü hatta Lozan’da Yunan heyetine başkanlık etti. Ölene kadar kralcılarla, sürgünle ve kendi partisinden ihanetlerle uğraşmak zorunda kaldı. Onun hayalinden geriye kaos ve iç savaş içinde bir Yunanistan kaldı. Onun emperyalistlerle ölümcül dansı Yunanistan’ın sonunda Metaxas’ın askeri diktatörlüğüne, kralcı-faşizan karşı-devrimine teslim olmasına yol açacaktı.
30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.
- 1. Michaiel Llewllyn Smith (2002) Yunan Düşü, çev. H.İnal, Ayraç, s. 20.
- 2. İbid, s. 33.
- 3. İbid., s. 33.
- 4. Türk ulusçuluğunda anti-Yunani damarın Yunan işgalinden geldiği varsayılır, oysa 1831’deki Londra Anlaşması’nın acı hatırası bu damarın en önemli köklerinden biridir.
- 5. Nitekim II. Dünya Savaşı’ndan sonra çıkan iç savaşta komünist partizanların bastırılması için İngiliz silahlı gücü yardıma çağrıldı.