"Küreselleşme dedikleri soytarı program güya kültürel alışverişi ve iletişimi arttıracaktı, oysa bu kaba sermaye programı tam tersini yaptı."

Portreler VI: Mark Knopfler – Elektro Gitarın Şairi I

ODTÜ yurtlarına ilk girdiğimde odaya yerleşirken garip duygular içindeydim. Daha önce aile evinden ayrılamamış, uzun süreli dışarıda kalmamıştım. Yatılı okul gibi bir deneyimim de yoktu. Eşyaları yerleştirirken yan odadan (ODTÜ yurtlarında bir oda numarası yan yana, aynı banyo ve tuvaleti paylaşan iki ayrı odayı ifade ederdi o zamanlar) ağır ama sihirli bir parçanın notaları benim odaya sızıyordu. Şimdi hatırladım. Kimseyi tanımıyordum henüz.  Bu sihirli parçanın adını, menşeini sonra öğrendim. O zamanlar walkmanler vardı, azıcık durumu iyi olanlarda olurdu. Kasetçalar gibi şeyler olmadığı için bu walkmanlere bir de hoparlör eklenir ve müzik dışarı doğru serbest, özgür bırakılırdı. Öyle bir düzenekti işte. Kasetler mi, bir ileri bir geri sarılmaktan bir süre sonra çakşırlar, içlerindeki bant ya kopar ya da dinlenemeyecek kadar hasar görürdü. O kadar çok dinlenirlerdi ki aşınma ve yıpranmadan erkenden kullanım dışına çıkarlardı. Bazı durumlarda walkmandeki pilin gücü bitmesin diye kaset bir kurşun kalemin yardımıyla ileri ya da geri alınırdı. Böyle günlerdi işte. 

Nitekim yan odadaki walkmanli düzenekte, benim odayla tanıştığım vakitte dinlenen, ve hayran kaldığım Dire Straits’in  Brothers in Arms albümü de bir süre sonra ıskartaya çıkmıştı, ve hemen bir şekilde yenisi bulunmuştu. O vakitler öyleydi, internetin sağladığı olanaklar namevcut idi, müziğe ulaşım kolay değildi. Meşakkatli bir işti vesselam, hele ki dinlenen bir rock klasiği ise ya orijinalini alırdınız (ki deve yüküyle paraydı), ya da Ankara’da bazı kaset satıcıları sizin için kaydederdi. Ulaşımı zor idi, belki de bu nedenle çok değerliydi. 

Beni ele geçiren, rahatlatan, bana hoş geldin diyen, ve beni teslim alarak bana ufuk açan parça Dire Straits’in 1985 tarihli Brothers in Arms albümüne de adını veren “Brothers in Arms” idi işte. Bilen bilir, albümün geri kalanının ekserisine tezat teşkil edecek derecede yavaş ritimli bir parçadır. Çok puslu bir başlangıçla başlar, tempo değişmez ama oktav yükselir. Baştaki puslu hava parça boyunca korunur ancak pus bir süre sonra rahatsız olmaktan çıkar çünkü Mark Knopfler’ın sihirli gitarı işin içine girer. Elektro gitarın elektronik ve doğal olmayan sesi onun parmaklarında (parmak diyorum çünkü çoğunlukla fingerpicking denilen bir teknikle çalıyor) pusa eşlik eden bir doğa ötesi harikaya dönüşür. Pus, huzurlu bir yatağa, Knopfler’ın dokunuşları ise bir ninniye dönüşür. Aslında parçanın hikayesi hüzünlüdür, ancak bu sizi zerre kadar rahatsız etmez. Parça şu dizlerle biter;

We're fools to make war
On our brothers in arms

Brothers in Arms aslında oldukça büyük bir patlama yapan albümde sükse yapan parçaların yanında sanki sönük kalır. Nedeni parçanın vasat olması değildir, ona eşlik ederek albümü oluşturan diğer parçaların müzik dünyasında yarattıkları caka ve şöhrettir. Örneğin daha sonraki Dire Straits antolojilerinin değişmezleri haline gelecek olan Money for Nothing, So far Away ve Walk of Life da bu albümdedir. Özellikle Money for Nothing çok başarılı oldu, bu parçada Knopfler’a Sting de eşlik etti. Albüm ayrıca CD'ye basılan ilk albümlerden biri olma ayrıcalığına da sahip oldu (gerçi 1989’da anlatıldığı gibi biz hala kurşunkalemle kaset çeviriyorduk). 

Ek bir bilgi daha verelim. Albüm gelişmiş kapitalist ülkelerin nerdeyse tamamında müzik listelerinin ilk sırasına yükseldi. Aslında kendi içinde sorunlar yaşayan bir grup için olağanüstü bir başarıydı. Üstelik albümün kaydı da pek olağan şartlarda yapılamamıştı. Albüm kaydı için Karayiplerde geriye kalan ender Britanya topraklarından Montserrat’a gidilmiş ve bir stüdyodan çok sonradan görme bir zenginin villasına benzeyen garip bir binada kayıt gerçekleştirilmişti. Dahası kayıt için götürülen kadro (Mark Knopfler (vokal, gitar), John Illsley (bas), Hal Lindes (gitar), Terry Williams (davul) ve  Alan Clark (keyboard)) anlaşılan o ki derme çatmaydı. Rock tarihinde büyük grupların başına mutat şekilde gelen şey Dire Straits’in de başına pek çok kez geldi, grup üyeleri defalarca değişti (sadece Knopfler sabit kaldı, bu nedenle Dire Straits aslında biraz da Knopfler demektir). Bu derme çatma ekip de her an dağılmaya hazır gibiydi, nitekim gitarist Lindes çabucak ayrıldı. Davulcu Terry Williams ise albümün müzikal içeriğine pek de uymuyordu, ciddi bir sorundu (nitekim dikkatli dinleyiciler albümün davul/bateri altyapısının çok da güçlü olmadığını fark edeceklerdir; gerçi Williams sorunun teknik ekipmandan kaynaklandığını iddia edecekti). Stüdyo denilen bina bazı açılardan ihtiyacı karşılasa da diğer bazı açılardan bir tür yokluk temaşasıydı. 

Tüm bunlara rağmen albüm beklenmedik bir başarıya imza attı. 1985’in Mayıs’ında ilk çıktığında listelerde ilk sıraya yükselen albüm yıl biterken Britanya listelerinde hala ilk sıradaydı. Halbuki dönem iyice yozlaşmış (aslında her zaman yoz) olan popun devriydi.  Özellikle Money for Nothing ve Walk of Life garip birer aura yaratmışlardı (ki bu satırların yazarına göre albümün en iyi parçası hala Brothers in Arms’dır, belki de bu güzide müzik türüyle onu ilk tanıştıran parça olduğu için bu kanıda olabilir).

Albümün hit parçası Money for Nothing hakkında biraz daha bilgi vereyim. Bu bilgi hem Mark Knopfler portresi hem de Hard Rock türünün tıyneti açısından önemli. Rivayet doğru ise Knopfler parçayı New York’ta gittiği bir mağazada bir çalışanın açık duran MTV’yi seyrederken yakınması üzerine bestelemiş. Çalışan kendi hayatının, bir emekçinin hayatının zorluğu ile MTV’de videosu dönen güya starın hayatının kolaylığını karşılaştırırken hayıflanıyormuş. Nitekim İngiltere’de klipi çekilen ilk rock parçalarından biri olan Money for Nothing’in klipinde anime edilmiş iki işçi Money for Nothing’in videosunu seyretmektedirler. Bir belirleme olarak koyalım, İngiliz Hard Rock’ında işçi sınıfı rengi çok yüksektir. Türün pek çok büyük isimi işçi sınıfından gelmektedir (Knopfler da öyle) ve İngiliz işçi sınıfının kaygıları türün hem müzikal hem de siyasi gelişiminde pek önemli olmuştur. 

Aslında İngiliz Hard Rock’ının 1970’lerdeki patlamasıyla Britanya kapitalizminin 1960’ların sonundan itibaren girdiği bunalımın doğrudan bir bağlantısı var. Bu dönem küresel kapitalizmin kriziyle de çakışmaktadır. İngiltere bu dönemde neredeyse açık bir sınıf savaşımı yaşamıştır. Kuşku yok sadece bir ekonomik bunalım değildi söz konusu olan, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir bunalımdı. Bu bileşik bunalım Thatcher iktidarıyla taçlanacak sermayenin karşı devrimine yol açacaktı. Bu çerçeve içinde 1970’ler bir çatışma dönemi idi. Grevler, siyasi çalkantılar, kentsel çürüme ve çöküş; Britanya toplumu hastaydı artık. İngiliz Hard Rock’ı bu süreçte doğmuştur. Bu nedenle Amerikan türdeşinden farklı bir içeriğe, farklı bir tepkiye ve şiddete, farklı bir kadere sahip olmuştur, bahsedilecek.  

Albüm ve grubun başarısı ise rock tarihi açsından ilginç bir zamanda ortaya çıkmıştı, tür bir tür eklips yaşıyordu. Britanya Rock’ının büyük devrimci atılım yaşadığı 1970ler geride kalmıştı. Klasik Rock birçok yönden saldırı altındaydı ve 1970’lerdeki üretken ve dinamik dönemleri geride kalmak üzereydi. Birincisi rock iki müzik türünün tehdidi altındaydı. Elbette ki türler beğeni için rekabet halindedir ancak rock türünü sıkıştıran iki yeni tür bilfiil onun dinleyici kitlesini hedefliyordu. Birincisi, Punk, oldukça saldırgan ve Hard Rock’ın teknik anlamdaki tüm müzikal diktumlarına düşman bir türdü. Alternatif Rock ise Klasik Rock’ın sadece müzikal yapısına değil dünya görüşüne de düşmandı. Üstelik daha derinlikli bir kültürel yapıya ve yönelime sahip olduğu için, geleneksel rock dinleyicisi kitle içindeki daha eğitimli ve daha kültürlü kesimleri devşirmek gibi bir amaca da sahipti. 

İkincisi ise 1970’ler Klasik Hard Rock’ının geçirdiği evrim ile ilgiliydi. Müziğin kült gruplarından bazıları daha sert ve daha ritmik bir türün habercisi olma görevini layıkıyla yerine getirmişlerdi. Led Zeppelin, Deep Purple, Black Sabbath, UFO, Judas Priest türünden gruplar daha sert riffler ve daha hızlı bir tempoyla bir mayalanma sürecini başlattılar. İlk Metal grupları 1970’lerin başında bu etki altında ortaya çıkmaya başladılar. Ancak türün esas öncüleri 1970’lerin sonuna doğru kurulacaktı. 1980’lerde ise Metal, Hard Rock’ın Punk ve Alternatif Rock tehdidine verdiği cevap haline geldi ve bir tür patlama yaşadı. Pek tabi ki bu patlamanın Türkiye’de hissedilmesi bir faz farkıyla oryaya çıktı. Metallica, Slayer, Megadeth, Sepultra ve diğerleri 1980’lerde sökün ettiler. Bu patlama aslında yeni liberalizmin ruhuna uygun bir patlamaydı. Klasik Rock’a göre daha içeriksiz (örneğin Klasik Rock’ta baskın olan Blues damarı iyice budanacaktı), daha gösterişli ama daha kof, pazarlanabilirliği yüksek, müzikal derinlik yerine görsel patlamaya dayalı, bir tarafıyla iğdiş edilmiş bir türdü (ama olsun, bu satırların yazarı hala bu dönemde ortaya çıkan pek çok büyük Metal grubunun meftunudur). Bu ortamda Klasik Rock icra etmeye çalışan gruplar biraz anakronizm gibi duruyorlardı.  

Ancak burada bir uyarıda bulunalım. Bu satırların yazarı bir müzik bilimcisi ya da tarihçisi değildir. Yukarıdaki dönemlendirmeler ve yargılar kendi gözlemlerine ve okuduklarına dayanmaktadırlar. 

Öğrenci olarak ODTÜ’ye başladığım yıllarda Metal fırtınası Türkiye’de bile hissediliyordu. Metallica’nın …And Justice for All 1988’de piyasaya çıkmış ve bu defa Türkiye için normal kabul edilebilecek 2-3 yıllık faz farkı yerine bir yıl sonra etkisini burada da hissettirmişti. Albümün süper hiti “One” bu müzik türüyle uzaktan yakından ilgisi olmayanların bile dinlediği bir şarkı haine gelmişti. Ne güzel günlermiş, o vakitler kültürel olarak dünyaya daha açık bir ülkeydik. Sermaye programının tam yerleştiği AKP'li yıllarda iyice koptuk. Bu ise tam bir paradokstu aslında. Küreselleşme dedikleri soytarı program güya kültürel alışverişi ve iletişimi arttıracaktı, oysa bu kaba sermaye programı tam tersini yaptı. Her türden kültürel alışverişi kesti, fiziksel olarak iç içe yaşayanlar bile kendi içlerine kapanarak ayrı bir şekilde gettolaştılar. Neyse bunlar başka bir yazının mevzusu. 

Dolayısıyla bu kaba kronoloji (kaba diyorum çünkü her periyodizasyon kabadır) içinde Dire Straits bir tür geç gelen (late comer) idi. İlk albümü kendi adıyla müsemma Dire Straits 1978 yılında piyasaya sürüldü. Dediğimiz gibi Rock bir tür eklips yaşarken geldiler. Ancak büyük bir damga bıraktılar Rock’ın tarihinde. Bu damganın büyük bir bölümü ise kuşkusuz Mark Knopfler’a aitti.  Devamı haftaya…

Not: Adları bu kadar geçince Dire Straits’e ait iki parçanın linklerini vermek gerekir. 
Money for Nothing (video klip): https://www.youtube.com/watch?v=wTP2RUD_cL0
Brothers in Arms: https://www.youtube.com/watch?v=jhdFe3evXpk