''Çocukluk, çocuğun masumiyeti, kutsiyeti ve özel, anlayışlı bir bakımı hak ettiğine dair genel kabul; tüm bunlar empati yoksunu bu toplumsal sisteme karşı kazanılmış bir zaferdi.''

Çocuk Soykırımı

Çocukluk 19. Yüzyılda keşfedilen bir olgu imiş, öyle diyor tarihçiler. Çocukluk insanın biyolojik gelişiminin zorunlu bir parçası; ancak bu keşif onunla ilgili değil. Bu keşif biraz da mücadelenin zorunlu sonucu olarak sistemin verdiği bir ödüne yöneliktir. Malum (Marx Kapital’de İngiliz çalışma raporlarından aktarıyor) 19. yüzyılda, kapitalizm henüz dizginlenemeyen bir arzuyla insanlığın bedenini büyük bir iştahla kemirirken, çocuk emeği ucuz ve elverişliyken, çocuklar bedenlerinin küçüklüğüne uygun, yüreklerinin genişliğine bakılmaksızın, her türden berbat işte çalıştırılırdı. Bedenleri küçük diye, madenlerdeki en küçük deliklere kolayca sığabiliyorlar diye, madenlere indirilirlerdi. Pek çoğu orada ölürdü. Bitti mi zannediyorsunuz? Bitmedi, bugün Avrupalı, Amerikalı kodamanlara satılacak değerli taşları çıkaran Afrika ülkelerinde hala o küçük deliklere çocukları sokuyorlar. Bitti mi zannediyorsunuz? Bitmedi, bugün ayaklarınıza taktığınız gösterişli spor ayakkabılarının büyük bir bölümü bir tür emek sömürüsü cehennemi olan Güney Doğu Asya ülkelerinde çocukların minik elleriyle üretiliyor; hem de hâlâ…

Çocukluğun keşfi, çocuğun yetişkinden ve hatta genç olandan farklı ele alınması gerekliliğinin kabul ettirilmesi büyük bir mücadelenin ürünüydü. Böylece çocukluk bir tür dokunulmaz haklar silsilesinin tanımlanmasına yol açtı. Dahası bu insanlığın duygu durumunu da değiştirdi. Herhalde eski çağlarda, büyükbaşların geleceğin efendisi olacak çocukları hariç, çocuklara kimse bugün sizin baktığınız gibi bakmıyordu. Bedeni küçük ama yüreği büyük küçük insanlara karşı sizin duyduğunuz sempatiyi ve empatiyi duymuyorlardı. Çocukluğun keşfiyle, çocuğun, diğer insanlardan farklı bir şekilde yaklaşılması gereken özel bir insan olduğunun kabulüyle birlikte çocuk gördüğümüzde sevgiyle, sempatiyle, acımayla yaklaşmayı öğrendik. Çocukları da çalıştırılabilecek, sermayeleştirilebilecek bir unsur gibi gören şu lanetli sisteme kaşı kazanılmış bir zaferdi bu. Böylece çocuk var olduğu haliyle dokunulmaması gereken bir doğal masumiyete, ihlal edilmemesi gereken kutsiyete sahip oldu. Şimdi katliamcı faşist İsrail tüm bu kabulleri ihlal ediyor, çocukları öldürüyor.   

Tüm kazanımlarımız hem test ediliyor hem de yok ediliyor. Test edilen kazanımlarımız değil sadece, insanlığımız aynı zamanda. Phlippe Lazzarini, Birleşmiş Milletler Filistinli Mülteciler Ajansı başkanı, İsrail’in Ekim’in başından beri sürdürdüğü katliam için şöyle demiş: “Bu çocuklara karşı bir savaş. Bu onların çocukluklarına ve geleceklerine karşı bir savaş”. Bunu alıntılayan haber ajansı hemen ardından bir istatistik vermiş; İsrail’in 7 Ekim ile Şubat’ın sonu arasında öldürdüğü çocuk sayısı (12 bin 300’den fazla) tüm dünyada 2019 ile 2022 arasında silahlı çatışmalarda öldürülenlerin sayısını geçmiş. Açıkça yazalım; on iki bin üç yüzden fazla çocuk öldürülmüş. Buna Mart ayında öldürülenler dahil değil üstelik. El Cezire Gazze’deki her 100 çocuktan birinin öldüğünü belirtmiş. İsrail sistematik olarak çocuk öldürüyor, tüm dünya, biz çaresizlik içinde seyrediyoruz. Yaşamaktan, nefes almaktan utandığımız bir dönemden geçiyoruz. 

Ali, İsrail saldırılarının başlamasından hemen sonra doğmuş. Babası anlatıyor acı içinde. Annesi gıdasızlık dolayısıyla süt verememiş, Ali’nin böbrekleri iflas etmiş. Hastanede Ali’yi bırakın iyileştirecek, hayatta tutacak ekipman bile yokmuş. Ali göçmüş gitmiş. Yaşamamış, yaşatılamamış, lanet kavlinden bırakıp gitmiş. Anlaşılan sadece Siyonist faşizmin bombaları değil öldüren, açlık ve susuzluk anaları çocuklarını besleyemeyecek hale getiriyor. Bir başka bilgiye göre Gazze’de har 10 dakikada bir çocuk öldürülüyormuş. 10 dakikada bir yitip giden hiç yaşanmamış, yaşanamamış hayatlar. Kim verecek hesabını? Sadece faşist Netanyahu mu?  Çocuklarını yok et ki gelecekleri de yok olsun politikasından sadece Siyonist faşistler mi suçlu sanıyorsunuz? 

Çocuklara yönelik katliam sadece kurşunla, bombayla sürdürülmüyor. 7 Mart tarihli bir habere göre 17 Filistinli çocuk Gazze’de açlıktan öldü. Açlıktan yahu! Onları öldürenlere silah satanlar aksırıncaya, tıksırıncaya, obez oluncaya kadar yiyorlar ve Gazze’deki çocuklar açlıktan, susuzluktan ölürken seyrediyorlar. Bir de “Bu İsrail’in kendini savunma hakkıdır” diyorlar. Küfür terbiye ve ahlak sınırını aşan bir ifadedir, doğru. Ancak bazen küfür etmek, ağız dolusu küfretmek engellenebilecek bir şey olmaktan çıkıyor işte. 

Tüm bu manzara, tüm bu katliam gizli bir şey de değil üstelik. Görsel iletişim sağ olsun, her gününü, her anını izliyoruz bu katliamın. Haftalardır bu konuda bir şey yazmadım, yazamadım. Yazmak, akademik, siyasal bir jargon parçalamak, hatta gidip bir yerlerde İsrail aleyhine birkaç slogan atmak; fark ettim ki utancı azaltmıyor. Bugün yazıyorum çünkü bir tür dertleşme gereği, en azında utancı paylaşma ereği hasıl oldu. İşyerine gidiyorum, eve geliyorum ve fark ediyorum; kimse katliam hakkında konuşmuyor, konuşmak istemiyor. Çünkü herkes çok çaresiz, mecalsiz hissediyor. Müdahale edemediğiniz bir kötülüğe, barbarlığa bakamamak, kafanızı başka bir yöne çevirmek gibi bir şey işte, anlayın. Ama bir yerde, yeterince dolduğunuz bir yerde patlıyorsunuz işte. 

Çocuklara yönelik tavır bir tür insaniyet sınavıdır. Aramızda bize ait olmasa bile bir çocuk yüksek ateşten titrediğinde, eli, tırnağı yaralandığında, yere düşüp dizini vurunca ağlamaya başladığında acımayla karışık bir sempati hissetmeyecek kaç kişi vardır? Kaç kişi Netanyahu ya da Ben Gvir kadar insanlıktan uzaklaşabilir? Kaç kişi bunak Biden, kendi köklerine bile düşman Sunak, “sosyal” ve “demokrasi” ne demek onu bilmeyen Sholz, insan katletmekte, katlettirmekte mahir ve muktedir Modi kadar hissiyatsız, haysiyetsiz ve insanlık dışı olabilir? Çok azdır herhalde; ama işte onların dediği oluyor şimdi. Bize düşen sessiz bir utanç, onlara düşen dediğim dedik bir vahşi zafer çığlığı. 

İtamar Ben Gvir şöyle demiş, “Sınıra yaklaşan her çocuk ve kadın da kafasına bir kurşun yemelidir”. Dahası bakan görünümlü bu katil şunu da eklemiş” Teröristler çocukları ve kadınları bilerek yolluyorlar”. Bu katil ulusal güvenlik bakanı şu anda. Üstelik İsrail ordusunun Gazze’deki tavrını fazla yumuşak buluyormuş. Denilebilir ki her devirde böyle katiller olacaktır. Elbette olmuştur ve olacaktır. Ancak burada sorun bu katilin yürütme gücünün bir parçası olması ve İsrail’e destek veren her türden kansızın bu adamı meşru görmesi. İnanmayan Leyden’e, Biden’a, Blinken’a sorsun.   

Güney Afrika’nın İsrail’i soykırımla suçlayan girişimi önemlidir, ancak anlaşılan gidişatı değiştirmekten uzak. Netanyahu İsrail Savunma Güçleri’ne hala “durmayın” diye komut vermekte. Kimin HAMAS militanı kimin masum olduğunu bilmeleri mümkün değilmiş. Bunu diyen kim? Lanetli ve eli kanlı istihbarat örgütünü binlerce kilometre ötede El Fetih liderlerini yabancı bir ülkenin topraklarında öldürmeye yollayacak kadar kendine güvenen katliamcı ülkenin yöneticileri. Üstelik kimin kim olduğunun bilindiği operasyonların sonucunda çabuk ortaya çıkmıştı. Kısacası kimi öldüreceğini, kimi öldürmemesi gerektiğini iyi bilen bir vahşi bir istihbarat ve savunma örgütüne sahiptiler. Şimdi HAMASçılarla çocukları ve kadınları ayırt edemiyoruz diye savunma yapıyorlar. Bu bir alçaklık; sürdürdükleri katliam zaten ayırt etmek gibi bir dertlerinin olmadığını gösteriyor. 

Bu sırada Han Yunus’taki Nasır hastanesinde Dr. Muhammed Harara basın mensuplarına avcundaki az sayıdaki ağrı kesiciyi göstererek şunları diyor: “Elimizde kalan ağrıkesiciler sadece bunlar. Dört ya da beş tane kaldı, isterseniz sayabilirsiniz” Batının katliam yardakçısı medyasının mensupları geçekten saydılarsa hiç şaşırmam. Harara’nın yüzü acı içinde, en kötüsü de bir doktorun çaresizliği galiba. Başka bir bilgiye göre İsrail saldırılarının başlamasından bu yana 100’den fazla çocuğun bir ya da iki ayağı birden kesilmiş. Kesilen bizim ayaklarımız, bizim varoluşumuz. 

Haaretz’de yazan cesur İsrailli gazeteci Gideon Levy, İsrail askerlerinin araçlarına ateş açtıklarında on yaşındaki bir çocuğun babasının gözleri önünde ve yedi yaşındaki kardeşinin kucağında öldüğünden bahsediyor. Ve soruyor: “Bu unutulmayacak, ve dahi unutulmamalı da. Bir halk çocuklarını böyle katledenleri nasıl unutsun? Bu dünyada vicdan sahibi olanlar nasıl sessiz kalır?”. Unutmamak utancı gidermiyor; unutmamak adaleti de sağlamıyor. 

Hind Recep’in öyküsü olayın vahametini, İsrail’in vahşetini görmek istemeyen gözlere bile soktu ama nafile. Altı yaşındaydı Hind Recep, akrabalarıyla birlikte araç içerisindeyken İsrail güçleri aracı bombaladılar. Diğer aile üyelerinin ölü bedenlerinin arasında kalan ve çıkamayan küçük kız telefonda Filistin Kızılayı’nı şöyle yalvardı: “"Hepsi öldü, gelin alın beni, burada tek kalmak istemiyorum”. İsrail yola çıkan ambulansı da vurdu. Tüm çabalara rağmen küçük kıza ulaşılamadı. 12 gün sonra İsrail güçleri bölgeyi boşaltınca küçük kızın cansız bedenine ulaşıldı. ABD kınamakla yetindi bu alçaklığı. 

Amerikan emperyalizmi bu katliamın arkasındaki en büyük sorumlulardan biridir. Üstelik ikiyüzlüdür. Bir taraftan İsrail’e Gazze’de katliamda kullanacağı silahları verir, diğer taraftan görüntüyü kurtarmak için kimseye yetmeyecek miktarda yiyeceği havadan kolilerle atar. Bu kolileri insanca bir şekilde güvenli bir koridorda dağıtmak zahmetine bile girmez. İkiyüzlü Amerikan medyası da bu ikiyüzlü, alçakça vicdan rahatlatıcı gösteriyi överek göklere çıkarır. Pek tabi ki tek suçlu Siyonist faşizm değil, ona doğrudan ve dolaylı destek veren, görmezden gelen, laf ola beri gele kınayan ancak onunla ilişkisini kesmeyen herkes suçludur bu katliamda. 

Ocak 2009’da İsrail Gazze’yi bir kere daha vuruyordu, gelişmiş kapitalist ülkelerin, emperyalist merkezlerin gözü kapalı, kulakları sağırdı yine. Venezuela devlet başkanı Hugo Chavez 6 Ocak’ta İsrail büyükelçisini ve tüm elçilik personelini ülkeden kovdu. Kovarken de şöyle dedi: “Bu barbarlık daha ne kadar sürecek?... Eğer dünyanın bir vicdanı var ise, İsrail devlet başkanı, ABD başkanıyla birlikte, uluslararası mahkemenin önüne çıkartılmalıdır”. İnsan Chavez’in yiğitliğini arıyor şimdilerde.

Çocukluk, çocuğun masumiyeti, kutsiyeti ve özel, anlayışlı bir bakımı hak ettiğine dair genel kabul; tüm bunlar empati yoksunu bu toplumsal sisteme karşı kazanılmış bir zaferdi. Emekçilerin, yoksulların, yoksul halkların çocuklarının fiziksel ve manevi olarak bu sisteme kaşı korunmasının bir doğal hak olduğuna dair inanç kazanılmış bir mevziydi. İsrail, bu namussuz sistemin biriktirdiği tüm barbarlığın ve kötülüğün kristalize olmuş hali olarak çocuklara, çocukluğa saldırıyor şimdi. Biz ise çaresizlik, mecalsizlik içinde utanıyoruz, kafamızı başka bir yöne çeviriyoruz sadece…   

Not: Mark Knopfler’ın hikayesi haftaya devam edecek.