'Liderliği kaybeden, endüstriyel hegemonyasını çoktandır yitirmiş, finansal mezbeleye dönmüş, kentleri çürüyen ve aşınan, umudunu kaybetmiş insanlardan oluşan bir yerdi Britanya, Knopfler doğduğunda.'

Portreler VI: Mark Knopfler – Elektro Gitarın Şairi II

Mark Freuder Knopfler 12 Ağustos 1949’da Glasgow’da doğdu. Hala tam olarak hangi kritere göre yapılmış bir bölümlenme olduğunu anlamadığım ve özellikle demografi ile ilgili çalışmalarda çokça kullanılan bir sınıflandırmaya göre “boomer generation” üyesi olarak doğdu. Bu jenerasyondan kasıt 1945 (yani İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra) ile 1965 arasında doğanlar topluluğudur. “Boomer” ise savaş sırasından ayrılan çiftlerin yeniden kavuşmasından, savaşın zor şartlarının geride kalmasından, özellikle Kıta Avrupası’nda refah kapitalizminin yükselmesinden dolayı yaşanan yeni doğanların sayısındaki patlamaya işaret etmektedir. Gerçekten nüfus artışı 1940'ların ikinci yarısında patlamış ve savaşın kırdığı insan kitlesinin yerini, sayısal olarak bir önceki jenerasyonu misliyle sollayan yepyeni ve daha kalabalık bir nesil almıştır. Bu nesil savaşı görmeyecek ancak onun kültürel etkilerini çocukluğundan itibaren hissedecektir. Bu nesil, kendisinden bir önceki neslin (ki ilginç bir şekilde 1928-1945 arası doğumlulardan oluşun bir önceki nesle ise “silent generation” (sessiz kuşak) denilecektir) yoksunluğunu ve derin vahşetini yaşamayacak ve düzenlenmiş ve gemlenmiş bir kapitalizmi yaşayacaktır. Nitekim 20’li yaşlarına 1960’ların ikinci yarısı itibariyle erişecek olan bu nesil savaşın yokluklarına değil düzenlenmiş kapitalizmin krizine itiraz eder hale gelecektir. İşte Rock müzik en şaşalı dönemini bu kuşağın gençliğe ermesiyle birlikte yaşayacaktır. 

Anne, Louisa Mary bir öğretmendi. Hakkında pek bilgi yok. Esasında baba, Erwin Knopfler ilginç bir figürdü doğrusu. Bir mimar olan baba aslen Macar Yahudisi idi. Ülkesinden 1939’da kaçan Knopfler’ın bir “agnostik (bilinmezci) Marksist” olduğunu ifade etmiş Knopfler. 

Erwin 1909’da Macaristan’da doğmuş. Üniversite eğitimi için şimdi Çekya’ya, o vakitler Macaristan’a ati Brunn’e gitmiş. Kısa ve belirsiz biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla solculuktan ve Yahudilikten dolayı aşırı sağcı faşist eğilimlere teslim olmuş Macaristan’da oldukça zor vakitler geçirmiş. Malum Macaristan, Macar Komünü’nün 1919’da kanla bastırılmasından sonra aşırı sağcı Miklos Horthy diktatörlüğüne boyun eğdi. Horthy tam bir Doğu Avrupalı faşist idi ve komünistlere, sosyalistlere göz açtırmıyordu. Anti-Semitizm ise daha geç geldi Macaristan’a (gerçi bir geldi pir geldi). Nazizmle flört ve sonunda ona teslimiyet Anti-Semitist damarı iyice nüksettirdi. Erwin bu ortamdan iyice bunalmış olacak ki İngiltere’ye göç etti. 

Doğu Avrupa’dan ve özelde Macaristan’dan İngiltere veya ABD’ye göç edenlerin bu ülkelerdeki siyasi ve toplumsal kaderleri kaçtıkları döneme göre farklılaşıyor. Ancak kuşku yok ki özellikle ABD ve İngiltere’deki bilimsel ve kültürel üretime büyük bir katkı sağladılar. Kaçanlar eğer Naziler veya onlarla işbirliği yapan faşizan diktatörlükler döneminde kaçmışlar ise eğer genellikle göç ettikleri ülkede her türden sol sosyalist siyasi akımı güçlendiren bir kaktı sağladılar. Çünkü bu dönemde kaçanlar ekseriyetle Yahudiler veya Sosyalist/Komünistlerdi. Erwin bu gruptandır. Ancak eğer 1945 sonrası Halk Demokrasileri döneminde, veya 1956’daki Macaristan’a ve 1968’de Çekoslovakya’ya müdahale sonrasında kaçmışlar ise çoğunlukla göç ettikleri emperyalist ülkelerin istihbarat servisleri için büyük destek sağladılar, Anti-Sovyetik haçlı seferine büyük bir katkı sundular. 

Bahsedildiği gibi Erwin ilk gruptadır, İngiltere’deki siyasi hayatıyla ilgili bir bilgi yok ancak oğlu ömür boyu Marksist olmayı sürdürdüğünü ima ediyor. Onunla aynı dönemde, veya öncesinde ABD’ye veya İngiltere’ye göç eden Macar Yahudilerinden savaş sonrası Anglo-Sakson bilim ve kültür dünyasını şekillendirecek pek çok isim çıktı. Örneğin meşhur Pulitzer ödülüne adını veren Joseph Pulitzer’de bir Macar Yahudisi aileden gelmeydi. Oscar ödüllü yönetmen George Cukor (Audrey Hepburn ve Rex Harrison’un oynadığı müthiş film My Fair Lady (1964) onun tarafından yönetildi), Hollywood starları Tony Curtis ve Paul Newman, film müziklerin ünlü bestecisi Miklos Rosza, Casablanca filminin ünlü yönetmenin Michael Curtiz, baba tarafından Frida Kahlo, tarihteki en büyük sihirbazlardan Harry Houdini, anne tarafından Alannis Morisette, büyülü Paul Simon, komedyen Jerry Seinfeld, büyük piyanist ve şef Andras Schiff, İspanya İç Savaşı’nın simgesi haline gelen, arkadan vurulan cumhuriyetçi savaşçıyı da ölümsüzleştiren fotoğrafı çeken fotoğrafçı Robert Capa, yönetmenler Andre de Toth ve Alexander Korda…Neyse liste uzun. Kısacası faşizmden kaçan Macar Yahudileri ABD ve İngiltere’nin kültür hayatını oldukça zenginleştirmiş gibi görünüyorlar. Erwin Knopfler’ın bu listeye katkısı oğlu, elektro gitarın şairi Mark Knopfler olacaktı. 

Baba ayrıca bir satranç meraklısı ve İskoçya çapındaki müsabakalara katılmış vaktiyle. Hatta bir ikisinde başa da güreşmiş rivayet doğruysa. 1953 İskoçya Şampiyonası’nda ikinci olmuş, 1952 ve 1954 şampiyonalarında ise tepelerde yer almış. 1994 yılında 84 yaşında göçmüş gitmiş. Knodfler’ın iki de kardeşi var; David de ileride gitarist olacak ve 1980’e kadar onunla birlikte Dire Straits üyeliği yapacak. Ancak müzikal konularda kardeşiyle anlaşamayınca 1980’de grubu terk edecek ve solo çalışmalara yönelecek. Kız kardeşi Ruth ise 2020 yılında vefat etti. 

Knopfler doğduğunda aile Glasgow’a henüz taşınmış durumda. Ancak hem Mark’ın hem de David’in çocukluk anılarına göre oldukça fukara bir aile söz konusu. Bu nedenle olacak, aile bir süre sonra Louisa Mary’nin memleketi olan Blyth’a geri dönmüş. Blyth, New Castle yakınlarında bir kasaba aslında. Glasgow o dönemde bile 19. Yüzyıl’dan sürüyüp getirdiği ışığı hala taşıyan bir endüstri, akademi ve kültür kenti, ancak savaş sonrası Britanya ekonomisine musallat olacak olan enflasyonun en çok hissedildiği yerlerden biri. Anlaşılan yoksul Knopfler ailesi büyük şehrin maliyetlerine katlanamamış. 

Savaş sonrası Britanya ile ilgili de birkaç kelam edelim. Savaş daha sonuçlanmadan, 1945 yazının başında İngiltere’yi zafere götüren adam (muhafazakâr tarihçiler böyle diyorlar) Churchill bir parlamento yenileme seçimleri istedi. Amacı pek yakında biteceği belli olan savaşın sonrasında İngiltere’nin gideceği yolu çabucak belirlemek ve bu süreçte liderliğini pekiştirmekti. Ancak belki de dünya siyasi tarihindeki en inanılmaz seçim sonuçları ortaya çıktı. Seçimi İşçi Partisi açık ara kazandı. Churchill başbakanlığı İşçi Partili Celement Atlee’ye teslim etmek zorunda kaldı. Hakikaten İngiltere’ye askeri zaferi getiren bu gözü açık (bana göre son rafine burjuva politikacısı) ve kurnaz adam siyasi olarak nasıl yenilmişti? 

Aslında savaş öncesi ve savaş dönemi öngörülerini büyük bir oranda tutturan kurt muhafazakâr savaş sırasında dönüşen, hesap edilememiş yükleri yüklenen, toplumu artık eskisi gibi yaşamak istemeyen yeni İngiltere’nin tam olarak ne istediğini anlamamıştı. Seçim propagandası döneminde o, muhafazakârlar ve liberaller neredeyse 19. yüzyıl İngiltere’sine dönüş sözü verdiler. İngiliz emperyalizmini eski güzel günlerine kavuşturmayı vaat ettiler. Kısacası kaba, kontrolsüz bir kapitalizm ile eski gücünde olduğunu bilemeyecek durumda olan nobran bir emperyalizmdi vaat ettikleri. Oysa İşçi Partisi savaş sonrasında boyutları kesinleşecek yıkıntıyı, toplumsal huzursuzluğu, yeni toplumsal talepleri ve eski gücünden uzak, emperyalizmin liderliğini Amerikan emperyalizmine teslim etmiş İngiltere’yi bilerek vaatlerini sundu halka. Muhafazakârların 19. yüzyılın kontrolsüz kapitalizmine dönme isteklerinin aksine, geleni gördüler. Bretton Woods’da kurulan yenidünyaya uygun olarak kontrollü ve düzenlenmiş kapitalizmin elzem olduğunu pek çabuk kavradılar. Böylece topluma temel endüstrilerin ulusallaştırılmalarını, iktisadi planlamayı, tam istihdamı ve merkezi ulusal bir sağlık sistemini vaat ettiler. Böylece halkın ve çalışan kesimlerin yeni ve daha eşitlikçi, daha hakkaniyetli bir toplum talebi, daha beş yıl önce aynı toplumu sahillerde, tepelerde, siperlerde ölmeye çağıran savaşın aslanı Churchill’in prestijini yerle bir etti. 

Gerçekten inanılmazdı sonuç. Oyların %47,7’sini alan İşçi Partisi, Avam Kamarası’ndaki 640 sandalyeden 393’ünü kazandı. Savaşın lideri Churchill ve Muhafazakârlar ise oyların %36,2’sini alarak Avam Kamarası’nda 197 sandalye elde ettiler ve muhalefete düştüler. Bu tam anlamıyla bir siyasi depremdi. İşçi Partisi daha önce sadece bir kere tek başına 1920’lerin başında iktidara gelmiş, ve iktidarı İngiliz istihbarat servisinin çakma Zinovyev Mektubu oyunuyla pek kısa sürmüştü. Ama bu defa ortam farklıydı. Bu Britanya farklıydı, toplum da farklıydı. 

İngiltere küresel kapitalizmin liderliğini Bretton Woods’ta Amerikan emperyalizmine resmen teslim etmişti. Savaş sırasında ana endüstriyel alanları büyük bir yıkıma uğramıştı ve İngiltere savaş sırasında ABD’den büyük bir borç aldığı için savaş bittiğinde dünyanın en borçlu ülkelerinden biriydi. Dahası artık kapitalist dünya bir köşeye sıkıştırılmış, kendi haline bırakılmış Sovyet sosyalizmi yerine coğrafi olarak genişlemiş, faşizmi yenen ana güç olmanın prestijiyle muazzam bir özgüvene kavuşmuş bir Sosyalist Sistem ile de baş etmek durumundaydı. İngiltere bu ölçüde büyük bir Haçlı Seferine komuta edemeyecek haldeydi. Tüm bunlara ek olarak, hem işgal altındaki ülkelerdeki direnişin temel harcı olmaları itibariyle, hem de savaştan sonra gelişmiş kapitalist ülkelerde bile işçi sınıfının ve çalışanların savaş öncesi düzene bir daha dönmemek yönündeki iradeleri dolaysıyla sosyalistler ve komünistler muazzam bir prestijle ortaya çıkmışlardı. Kısacası İngiliz İşçi Partisi’nin daha savaş bitmeden iktidara gelmesi savaş sonrası İngiltere’sinde toplumsal ve ekonomik düzenin nasıl kurgulanacağına dair önemli bir emareydi. 

Mark Knopfler’ın içinde doğduğu Britanya böyle bir yerdi işte. Bir geçiş aşamasındaydı. Savaş ve öncesinden gelen bir sürü ekonomik ve toplumsal sorun, ve bunlara ek olarak savaşın yarattığı yıkım sorunlu bir Britanya yaratmıştı. Dahası bu Britanya artık ekonomik ve siyasi lider de değildi. 1956 Süveyş krizinde askeri olarak da artık yetkin olmadığı kanıtlanacaktı. Kısacası Britanya emperyalizmi ve kapitalizmi küresel kapitalist sistemde ikincilliği kabul etmek zorunda kalacaktı. Bu zorunluluk kuşkusuz toplumda bir moral ve siyasal bunalım yaratacaktı. Knopfler ve akranları işte bu bunalımlı toplumun içine doğdular. 

Akranları diyorum çünkü Knopfler ile aynı zaman dilimi içinde 1960’larda ve 1970’ler Britiş Rock Devrimi’ni yaratacak pek çok büyük sim doğdu. Jeff Beck 1944’de, Eric Clapton Surrey’de 1945’te, Pink Floyd’un yapıtaşı ve gitaristi David Gilmour 1946’da Cambridge’de, Beatles’tan George Harrison 1943’te, Black Sabbath’ın yaralı parmaklı gitaristi Tony Iommi 1948’de Birmingham’da, Led Zeppelin’in maestrosu Jimmy Page 1944’de Middlessex’te, Rolling Sotnes’un demirbaşı, gitarist Keith Richards 1943’te, Dartford Kent’te, Who’nun prolifik gitaristi Pete Townshend 1945’te Londra’da, Deep Purple’ın yaratıcı ve kural koyucu gitaristi Ritchie Blackmore 1945’te Somerset’te, King Crimson denilen efsaneyi yaratan usta gitarist Robert Fripp 1946’da Dorset’te, Emerson, Lake & Palmer’ın gitaristi Greg Lake 1947’de Dorset’te doğdu. Bu liste çok ama çok daha uzatılabilir. Bu listeye Britiş Rock’ın (ya da Rock tarihçilerinin deyimiyle “British Invasion”un) diğer büyük gitaristleri bas gitarcıları, davulcuları ve vokalistleri de eklenmelidir. Knopfler’ın doğduğu zaman dilimi bereketli bir boomer çağıdır. 

Bu nesil sorunlar içinde boğuşan, kadim imparatorluktan bakiye olarak kalmış sorunlu bir ülkede doğdu. Liderliği kaybeden, endüstriyel hegemonyasını çoktandır yitirmiş, bir tür finansal mezbeleye dönmüş, kentleri çürüyen ve aşınan, umudunu kaybetmiş insanlardan oluşan bir yerdi Britanya, Knopfler ve diğer büyük Rock müzisyenleri doğduğunda. Bu sorunlu topraklarda doğan söz konusu sorunlu nesil ileride tüm bu sorunlara karşı bir tür müzikal devrimi ateşleyecekti. Knopfler bu devrimin dinamolarından biri olacaktı. Devamı haftaya…

Not: Adet olduğu için Dire Straits’in iki güzel parçasının linkini bırakıyorum.

(1978) Dire Straits albümünün gözbebeği Sultans of Swing https://www.youtube.com/watch?v=0fAQhSRLQnM
(1979) Communiqué albümünden Lady Writer https://www.youtube.com/watch?v=-QMBELh1zyo