Kafanızı biraz kaldırırsanız göreceksiniz ki iklim düzensizliğine bağlı aşırı sıcakların etkisiyle Akdeniz havzasında ve yakınımızdaki bölgelerdeki birçok ülkede de ormanlar yanıyor.

Yalan

İnsanoğlu konuşma diye adlandırılabilecek anlamlı sesleri ilk ne zaman çıkardı? Araştırmacılara göre 150 bin ila 500 bin yıl öncesine kadar götürülebilirmiş konuşmanın veya dilin tarihi. Peki yalan söylemeye ne zaman başladı acaba insan dediğimiz primat? Kişisel bir güdü müydü ilk yalanı söylemeye iten, toplumsal bir yapılanmayı mı beklemek gerekti bunun için? Kişisel bir gereksinim için söylenen yalan ile yönetim ve sömürü amaçlı bir örgütlenmenin yalanı aynı kategoride değerlendirilebilir mi? Ya da yalanın, ayıp demeyelim de, yapılmaması gereken bir şey olarak kabulü ne zamana tarihlenebilir?

Kişisel veya kurumsal nitelik taşımasından bağımsız olarak beyaz yalan, kuyruklu yalan gibi türleri olduğunu biliriz yalanın. Bu yazıyı kaleme alırken merak edip, internette kısa bir araştırma yaptım ama bu türler arasında “alçakça yalan” tanımına rastlayamadım. Belki de ben yanılıyorum ama şu sıra en çok karşılaştığımız yalan çeşidi oysa “alçakça yalan”. Sabah akşam karşımıza çıkıyor, hayatları söndürüyor, insanlığımızdan utanmamıza neden oluyor.

İletişim olanakları geliştikçe yalanlar da çeşitleniyor ve etkileri artıyor elbette. Yalanların eskisine kıyasla daha yaygın ve etkili kullanılmasının bir sebebi de sömürünün artması olsa gerek. Sömürü seviyesi yükseldikçe sömürülenleri hiç değilse bir süreliğine kandırabilmek için daha ayrıntılı ve daha etkili yalanlar gerekiyor. Hayatın her alanında karşılaştığımız ve esasen kapitalizmin kudurma aşamasında olmasından kaynaklanan sorunları gizlemek bunlara yönelmesi gereken toplumsal tepki ve öfkeyi yönlendirmek için ihtiyaç duyuluyor yalana. Devletler veya aynı egemen sınıfın denetimindeki şirketler, vakıflar, sözde sivil toplum kuruluşları yalan söylemekle kalmıyorlar, yalanı örgütlüyor, ambalajlıyor ve geniş kitlelere pazarlıyorlar.

Kendi aşı denemeleri piyasada alıcı bulamadığı için küsen bir tıp doktoru bilimsel görünümlü olduğu ölçüde alçakça yalanlarla süslediği aşı karşıtı bir kampanya başlatıyor ve hiç zorlanmıyor milyonlarca yandaş bulmakta. Aşılanmaya karşı çıkan, düşsel karanlık odakların sırf evren bakımından hiçbir anlam ifade etmeyen fiziki varlıkları devam etmesin ve bilmem hangi boş inancın mürit sayısı azalsın diye kendilerini ve benzerlerini kısırlaştırma planı yaptıklarından dem vuranlar dünyanın neredeyse her yerinde karşımıza çıkıyor.

Büyük bir Afrika ülkesinin lideri muhtemelen kişisel ve ailevi zenginleşme sürecine ket vuracağı düşüncesiyle dünyayı kasıp kavuran bir salgının olmadığını iddia ediyor, alçakça bir yalana başvurup halkını aşısız ve korumasız bırakıyor, neyse ki kimilerine göre, tam da gerçek olmadığını ileri sürdüğü hastalık sebebiyle ölüyor da 60 milyonluk ülke rahat bir soluk alma umuduna kavuşuyor.

Bir başka ülkede, Türkiye’de, profesör unvanlı bir siyasetçinin, sırf zaten hiç olmaması gereken siyasi kariyerini parlatmak için 2 yıl önce üç-beş İslamcı soytarının düzenlemeye kalkıştığı bir gösterinin duyurusunu sanki yeni düzenlenecekmiş gibi paylaştığını ve Türkiye’nin emekçi halklarının haklı öfkesinin yoksulluklarının gerçek sebebi olan egemen sınıf ve onun sadık temsilcisi iktidar yerine, en az kendileri kadar yoksul ve suçsuz bir başka kitleye yönelmesini sağlamak için alçakça yalana başvurduğunu görebiliyoruz.

Aslında yalana alışığız biz bu ülkede. Her rengi ve çeşidi çevremizde her gün söyleniyor. Yalan bir yaşama, yönetme ve kurgusal bir tarih yaratma yöntemi olarak yaygın biçimde kullanılıyor. Örneğin bir avuç yurtsever Sakarya’da emperyalizmin talihsiz uzantısı durumuna düşürülmüş bir orduyla boğaz boğaza çarpışırken beşinci evliliğinin düğününü yapmakla meşgul olan ve tarih ırmağının yanlış kıyısındaki varlığını sürdürmek için düşman gemisiyle sarayından kaçan hükümsüz bir hükümdarın ulusal kahraman olduğu yalanını yutturmaya kalkışıyorlar. Ya da Türkiye’nin tapu senedi Lozan’a son kullanma tarihi biçiyorlar.
 
Türkiye’de ormanlar yanıyor. Kafanızı biraz kaldırırsanız göreceksiniz ki iklim düzensizliğine bağlı aşırı sıcakların etkisiyle Akdeniz havzasında ve yakınımızdaki bölgelerdeki birçok ülkede de ormanlar yanıyor. Ancak sadece çoğunluğun ufku göbek deliğinin birkaç metre ötesiyle sınırlı olduğu için değil, Türkiye’de kapitalist kötülüğün ormanı birkaç yıl içinde süper lüks otellere çeviren yakıcı adetleri bilindiği, on yıllardır “halkı kurtarmak” için orman yakanlara ve “halkı kurtarmak için orman yakanlardan halkı kurtarmak” için de içindeki köylerle birlikte orman yakıldığına şahit olunduğu için alabildiğine ucuzlamış komplo teorileri havada uçuşuyor. Komplo teorilerinin en kullanışlı ise yanı itibardan tasarruf etmeyenlerin nelerden tasarruf ettiklerini ve 780 bin kilometrekarelik bir ülkeyi doğal yıkımlara karşı nasıl savunmasız bıraktıklarını gizleyebilmeleri.

Bu ortamda yolsuzluk alanında mı, trollük konusunda mı daha “başarılı” olduğunu belirlemekte zorlandığım bir adem, iddia ettiğinin aksine Türkiye’deki yangınla hiçbir ilgisi olmadığı birkaç saat içinde ortaya çıkan bir görüntüyü, yani alçakça bir yalanı yayıp hedef gösteriyor. O alçakça yalanın, bu ülkenin en önemli makamlarında görev yapmış ama memurluk ve amigoluk arasındaki sınırı aştığı gibi, vicdanını da arka cebinde unutmuş kişilerin de katkısıyla yayıldığı gece, 7 kişilik bir Kürt ailesi “biz ülkücüyüz ve sizi burada yaşatmayacağız” diye niyet beyanında bulundukları bilinen bir cinayet şebekesi tarafından Adliye ve Zaptiye’nin kayıtsız bakışları altında katlediliyor.

Kişisel ilişkilerde başvurulan yalan, tarih diye adlandırdığımız sürecin tam da belirleyemediğimiz bir aşamasından beri ayıp sayılan, kötü addedilen bir şey. Bilmem kaç katlı binalara sığamayacak ölçüde kurumsallaştırılmış, birden çok maaşlı ve ödenekli yalan da her türden faşizmin başlıca dayanağı. Alçakça yalan, çoğu zaman ırkçılığın, cinayetin, katliamın, doğa kıyımının ve şimdi aklıma gelmeyen birçok felaketin başlangıç noktası. Alçakça olsun olmasın, yalanla mücadele etmek, yalan söylemeyi bir rejim şekline getirenleri geldikleri karanlığa geri göndermek ise “halka yalan söylemek suçtur” diyenlerin, Büyük İnsanlık için kavga verenlerin görevi.