Evet satmadığımız hayallerimiz var bir gün mutlaka gerçek olacak. Vazgeçmeyenler ve asla vazgeçmeyecek olanlar var, yarın onların eseri olacak!

Bazen yakmak gerekir

Gece geç vakit, telefonda doktorun sesi öfkeli ve telaşlı:

- "Abdullah Cömert, çocuğu öldürdüler örtbas etmek istiyorlar, hemen bir şey yapalım"

- "Nasıl hocam, emin misiniz, hemen haber gireceğiz."

- "Doktorluğumu da, hayatımı da yakmaya hazırım, yeter ki örtbas edemesinler."

İnsansan, hele devrimciysen yakmak gerekir.

Abdullah Cömert, 11 yıl önce mahallede direniyordu, direnmesinin sebebini şöyle anlatıyordu son gönderisinde:

"3 günde sadece 5 saat uyudum sayısız biber gazı yedim 3 defa ölüm tehlikesi atlattım ve insanlar ne diyor biliyormusunuz, boşver ülkeyi senmi kurtaracan evet kurtaramasakta bu yolda ölecez( o kadar yorgunum ki 3 gündür 7 enerji içeceği 9 tane ağrı kesici ile ayaktayım sesim kısık vaziyete ama bugün gene saat 6 da alanlardayım sadece devrim için."

Sadece devrim için!

"Büyük adam olamadıysak, hayallerimizi de satmadık ya" diyordu Ahmet Atakan, aynı mahallelerin çocukları. Gündüzleri çalışıp, akşamları mahalledeki direnişe katılıyordu Ahmet, hep elinde iş kıyafetlerinin olduğu poşet ve yüzünde o güzel gülümsemeyle. Aylarca böyle sürdü. Ne kadar yorgun olursa olsun, bir Suriye direnişi bir de devrimden bahsederken alev alev parlıyordu gözleri.

"Ağaç, Gezi tamam ama ben devrim istiyorum" diyordu.

90'lı yıllar Sovyetlerin çözülmesi ile birlikte devrimi, sosyalizmi itibarsızlaştırmaya dönük çok büyük bir saldırı başlatıldı. Kimse böyle tekrar bir sayfayı açma niyetini bile dillendirmemeliydi. Bir taraftan baskılar, yasaklamalar, tutuklamalar... Bir taraftan da milyarlarca dolar harcanarak yürütülen kara propaganda. Televizyonlar, gazeteler, kurulan vakıflar, STK'ler, akademide fonlanarak kurulan ağlar, örgütlere partilere sızmalar, yüksek tirajlı gazetelerde köşe verilen ve TV TV, program program gezdirilerek solculuğundan pişmanlığını anlatıp, geçmişine küfrettirilen dönekler ve daha nice organizasyon, milyarların akıtıldığı devasa bir propaganda makinesi çalışıyordu. Sosyalizm, devrim çağ dışıydı, arkaikti, dinazordu, ayak takımıydı, barbarlıktı, artık "yeni" olmak lazımdı; emperyalizm değil küreselleşen dünyaydı, emperyalist AB değil emeğin Avrupa'sıydı, AB'ye Havet'ti, devlet küçülmeliydi, özelleştirme karşıtlığı geri kafalılıktı, çağ başkaydı, artık "yeni" zamanıydı.

Kimi zaman kriminalize etmek için, kimi zaman marjinalize etmek için, kimi zaman karikatürize edip itibarsızlaştırmak için, o devasa propaganda makinesi durmaksızın çalıştı. Devrim çok ürkütücüydü, geçmiş çağlardaki bazı kazalardı, artık hayalî bile kurulmamalıydı. Haziran direnişinde panikle yapılan "İdeolijisiz Gezi, flamasız Gezi" çığırtısında, mesele "Bir kaç flama değildi".

Benzer kesimlerin, Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal, saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet konusunda burun kıvırmasının nedenleri arasında ve ağızlarında çevirip durdukları "Yeterince demokratik değildi, yok kitle ayağı yoktu, yok üsten inmeydi, yok yandan itmeydi" lafları arkasında, o sürecin devrimci karakterinden duydukları rahatsızlık da vardı.

Harcanan milyarlar, baskılar, yasaklar, satın alınanlar, fonlar, haber spikerleri, rotatifler... Ne kadar tarihte açılmış sayfaları açılmamış saymaya çalışsalar da, devrim üstünde tepinerek derine, yokluğa gömmeye çalışsalar da olmuyordu. Mahallenin çocukları, gömmeğe çalıştıklarını yerden alıp, "Devrim istiyorum, her şey devrim" için diyerek alınlarının çatına vuruyordu o flamayı. Umuttur! 

Emperyalizm, sermaye, o devasa makine durmuyor, durmaz. Ama eskisi gibi de çalışamaz. Sömürünün, yağmanın bu denli şiddetlendiği, nüfusun yüzde 1'lik bir kesiminin gelirin yüzde 40-50'sine el koyduğu bir dönemde, eşitlik talebini, adalet talebini "arkaik, çağ dışılık, dinazorlar" diyerek bertaraf edemez. O zaman bunları, yıllarca yok etmeye çalışılanana yönelmeden, düzen içileştirmek gerekir, bugün dünyada ve ülkemizde belli düzeyde hakim olan kötümserliği, umutsuzluğu yaygınlaştırıp derinleştirmek, yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmek.

Artık makine biraz farklı çalışıyor ya da farklı fonksiyonlar eklendi, güncellendi de diyebiliriz. Bu sürümde dinazor değiliz ama sekteriz, hayalciyiz, gerçekçi değiliz. 

Güncellemede ne var peki; emperyalizme karşı konumlanış, ülkenin kanını emen sermayeye, patronlara, kapitalist düzene ve bütünlüklü olarak onun iktidarına karşı verilecek mücadele, devrim, sosyalizm; hayalci, gerçekçi değil, şimdi köprüden önce son çıkıştayız, onlar sonranın işi, hele bir saray, hele bir beşli çete, hele bir seçim, hele bir vesaire... Hele bir bitmez.

Devrim, sosyalizm "hele bir" denip naftaline sarılıp sandığa kaldırılır. 

Hiç kimse 'ben ilerde dönek olacağım' diye solcu, sosyalist olmaz, hayat oraya götürür. Devrimcinin sigortası, bir devrim stratejisine ve bu doğrultuda hareket eden bir kolektife inancı ve bağlılığıdır. Bunlar sandığa kaldırılırsa, dönmenin, eğilip bükülmenin, satmanın sınırı yoktur. Hayallerini satarsın, sendikayı satarsın, işçiyi satarsın, laikliği, cumhuriyeti satarsın, yol yürüdüklerini satarsın. Ve çıkıp "bu gerçek siyaset, bu büyük siyaset dersin, çünkü öbürü hayaldi dersin, bugün başkası mümkün değil" dersin. 

Tarihte böyle zamanlar çok. Rusya'da 1905'te de önemli bir çoğunluk bitti diyordu, hayalcilik diyordu, başka yol yok diyerek var olanda konum arıyordu. Ama vazgeçmeyenler ve asla vazgeçmeyecekler vardı, 1917 onların eseridir!

Bu topraklarda Sevr imzalandığında büyük çoğunluk; başkası hayalcilik diyordu, kimin mandasına girmek daha iyi diye tartışıyordu. Ama vazgeçmeyen ve asla vazgeçmeyecekler vardı, 30 Ağustos, 29 Ekim onların eseridir!

Bugün de, "başka yol yok"çulukla, "hele bir"cilikle, sıtmaya razı olalımcılıkla sınırları çizilen bir mahalle var. Bu mahalle bizim mahallemiz değil, zaten bizi sevmiyorlar. Çünkü bize her baktıklarında sattıkları şeyleri görüyorlar. Bizim mahallemiz "Hayallerimizi satmadık diyen, her şey devrim için diyen çocukların mahallesi" 

Evet devrimciysen yakmak gerekir, bazen siyasi konfor alanlarını, bazen kişisel konfor alanlarını, bazen de gemileri. 

İnanıyoruz, hazır olacak doktorlar, mühendisler, öğretmenler, öğrenciler, işçiler, gençler, kadınlar var, çoğalacak.

Evet satmadığımız hayallerimiz var bir gün mutlaka gerçek olacak.

Vazgeçmeyenler ve asla vazgeçmeyecek olanlar var, yarın onların eseri olacak!