İslamcı Ankara’da “vezir düşürmesi”?

İş çığırından çıkıyor. Başbakan Angela Merkel’in kendi cebine kısık sesle söylediğini, koalisyon ortağı ve SPD’li başbakan adayı Martin Schulz, adeta bağırıyor: "Ankara artık ölçüyü yitiriyor!”

Bardağın taştığını ilan ediyorlar.

Bu iş burada kalmaz. Bu sürtüşme artık eskisi gibi, “Küsmüş idik, ama artık anlaştık, barıştık” diye sonuçlanamaz. Kriz büyük. Bu vezirle yürünmez.

Vezir?

Yalçın Küçük Hocamızın yıllar önce geliştirdiği etkili bir kavramlaştırmasından hareketle ve biraz daha farklı bir çerçevede düşünebiliriz: Dünya sistemi içinde Türkiye İslamcılarına ve bu İslamcıların reisine yönelik bir “vezir düşürmesi” planlanıyor sanki. Olabilir mi?

Bütün yıkımlardan önce egemenler, ki bu listeye daha yakın olsun diye Panamalı Noriega’dan değil bir ihanet anıtı olan Gorbaçov’dan itibaren başlayabiliriz, kendilerini vazgeçilmez sayabiliyordu. Miloşeviç, Saddam, Kaddafi... Hepsi halkın desteğine güveniyordu ve emperyalist başkentlerin de kendilerinden kolay kolay vazgeçmeyeceği zehabına kapılmışlardı. Hiçbirinin hesabı tutmadı. Gorbi, alçak bir dilenci olarak Almanya’da tedavi oluyor, kendi yurdunda ise sefil bir satıcı olarak ölümü bekliyor. Sistemin içinden sistemi tıkayan Miloşeviç, Saddam ve Kaddafi’nin sonlarını herhalde bilmeyen kalmadı.

Emperyalist sistem, acımasızdır, kendi cellatlarından bile rahatça vazgeçebilir. Kurtlukta düşeni yemek kanundur ya, emperyalizm de, sonuçta bir vezir üretim ve tüketim mekanizmasıdır.

Bize bakalım: Erdoğan devletinin başındakiler, öncelikle de reisleri, etraflarındaki çemberin büyük bir hızla daraldığını görüyor, ama tıpkı adını andıklarımız gibi, ellerinden bir şey gelmiyor. Galiba reis ve yakın çevresi, çeşitli başlıklar altında özel birlikler-milisler- oluşturarak Anadolu’ya korkunç bir savaş ekmeyi, o kaos içinde hayatta kalmayı düşünüyor. Cehaletleri ve acımasızlıkları birbirlerini tetikliyor.

Ama hiç şansları yok.

Damgalandılar. Birer günah keçisidirler artık sistemin gözünde. Kapitalist-emperyalist barbarlık böyle günah keçilerini (“vezirlerini”)  toplumların önüne atarak kendisini yenilemeyi, daha doğrusu, bir yenilenme yanılsaması yaratmayı iyi bilir.

17-25 Aralık dosyası New York’ta “mahkemeleşti”: Zafer Çağlayan ve malum banka müdürü vs. hakkında tutuklama kararı çıkarılması, bu işin Ankara’ya ve “reis”e çarpacağının göstergesi. Daha önemlisi, Almanya’da: Burada Kürt politikacılara yönelik bir MİT ve casusluk davası var, malum. Ama bir de önümüzdeki hafta, 18 Eylül’de, Köln’de bir Milli Görüş ve yolsuzluk mahkemesi başlıyor. Üstelik epey de sürecek gibi. Didik didik edecekler “ilişkileri”. Görünen o. Bütün yolların İslamcı Ankara’ya ve “vezir”e çıktığını bilmeyen kalmadı.

Yani Ankara’nın büyük sinirliliği, Berlin’e tüm diplomatik sınırları aşan bir dille yüklenmesi, neredeyse köprüleri atma noktasına gelmesi, boşuna değil.

İslamcı Ankara’yı artık kimse sırtlamak istemiyor.

Daha kötü şeyler de olabilir: Bir süre sonra art arda gözaltılar başlayabilir Almanya-Avusturya hattında. Üst düzey Türk bürokratları, hatta bakanları bile gözaltına alabilirler. Olamaz mı?

Dünya sistemi bu kadroları çekemez oldu.

Dolayısıyla 24 Eylül’deki seçimden sonra bırakın başbakanlığı Merkel’den devralması, partisinin başında kalması bile -eğer SPD yüzde 20 oy sınırının altına düşerse- aşırı iyimserlik sayılması gereken Martin Schulz’un hafta sonundaki feryadı tam bir yol haritasıdır: “Ankara hükümeti ölçüyü yitiriyor. Türkiye ile Federal Almanya arasındaki ilişkiler böyle, Ankara’da açıkça görüldüğü ve sistematik bir biçimde ilerletildiği gibi, artık gelişemez. Böyle giderse açıkça söylenmesi şart olur: Almanya, Türkiye’den gelecek her aşağılamayı kabullenecek bir ülke değildir.”

Almanya kaynıyor. İçten içe kaynıyor. Etkili haber dergisi Der Spiegel’in son kapak dosyası bu refah ekonomisinde ve refah şovenizmi kabaran toplumda, derin bir öfkenin yükselmeye başladığına dikkat çekiyor. En büyük ve etkili bölümünü Türkçeli 3 milyonu aşkın insanın oluşturduğu yoksul katmanlarda bile bir mülteci korkusu var. Çoğunluk toplumunun yoksullarında da AfD gibi faşistoid tepkiler yeşeriyor, partileşiyor. AfD liderlerinden eski CDU’lu Alexander Gauland, Türk asıllı bir hükümet yetkilisinin, Aydan Özoğuz, Anadolu’da bir çöp gibi ortadan kaldırılabileceğini söyleyebiliyor. Böyle zehir gibi bir ortamda, Türklere ve Müslümanlara yönelik “uyumsuzluk” şikâyetleri, bu arada da herkesi kutuplaştıran Erdoğan’ın durmadan Berlin’e veryansın etmesi, zaten ağır havayı iyice dayanılmaz kılıyor.

Berlin, seçimlerde tehlikeli bir gelişme de saptanırsa, bu Erdoğan gibi bir veziri daha fazla taşımaz. Geçmiş olsun.

Recep Tayyip Erdoğan’ın, Alman ve Avusturya kamuoyunun açık nefretiyle karşı karşıya kaldığını artık tüm dünya görüyor. Alman siyaset sınıfında birlik sağlandı: Merkel de tıpkı muarızı Martin Schulz gibi, “Bu Erdoğan’la ve onun Ankara’sıyla yürümek mümkün olmuyor, Gümrük Birliği’nin genişletilmesi ve AB üyeliği için müzakereler tarih olacak. Erdoğan ile Türkiye buraya giremez” diye düşünüyor. Refah  şovenizmini temsil eden yoksul taban fena bastırıyor çünkü.

Sistem bu veziri düşürür. Erdoğan, bir tür vezir düşürmesi operasyonuna kurban gidebilir. Haddini o kadar aştı ki, Batılı oligarklar böyle bir kâhyayı muhatap almayı bile hakaret kabul edecek hale geldi. “Reis”in bütün hiddeti, muhtemelen bunu hissetmesindendir. Ama tekrar: Emperyalizm, sistemi tehlikeye düşüren kendi piyonlarını da affetmez. İsteyen Saddam’a ve Kaddafi’ye bakabilir.

Vezir düşürmesinden feraha çıkabileceğini sanan fırsatçılara (“demokratlar”) ise sadece sosyalistlerin programı engel olabilir. Bu “kandırılmış” ve kapağı Batı’ya atmayı becermiş liberal güruh, Türkiye’nin bir anomali olduğu tezleri eşliğinde, yemlenerek aportta bekliyor. “Recep vezir” düşürülüp “Kemal vezir” çıkarılınca, işlerin bir biçimde yoluna gireceğine inanıyorlar. Gizli ya da açık. Oysa bu “vezir oyunlarının” ardından, eski vezir yıllarını bile aratan bir felaket patlayabilir: Yugoslavya, Irak, Libya örnekleri ortada... İşte TKP gibi partiler, bu uyarıyı yapmak ve toplumu-tarihi eşitlikçi bir zeminde yeniden kurgulamak için var. Tasfiyeciliği, cephecilik diye sermayenin şu veya bu kesimine siftinmeleri, bu nedenle reddediyorlar.

Olmadık kapıların önünde nöbet beklemekle, bayrak ve isim saklayıp cephe dilenmekle, “Kemal vezir”de solculuk keşfedip tıpış tıpış ardına takılmakla falan olmuyor bu işler; kendi yaratıcı sosyalist programını örgütleyip dayatarak oluyor. Artık sadece sosyalizmle bir Anadolu felaketi önlenebilir.

Ön sonuç: Veziri düşürmeleri bizim için dert değil, düşürsünler, biz başka yere bakıyoruz: Anadolu’ya savaş ekilmesini nasıl engeller ve sol bir hükümeti nasıl kurarız; meselemiz o.  Yani mümkünü nasıl gerçekleştiririz... Sosyalizmsiz feraha çıkılmayacağı kesin. Bu işin ortası falan kalmadı artık.  

O acımasız noktadayız: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!