Devrim, bir haktır. Sosyalizm bir haktır. Bunu söyleyebilen bir genç mücadele birikimi de, isteyen istediği kadar gözlerini kapatsın, kulaklarını tıkasın, sahnededir. Zaten “içimizden” çıkan yenikçiler, bozguncular, “defeatist”ler, bu birikimin neden ortadan kaldırılamadığına hayıflanmıyor, onun için devrimci birikimimize küfretmeyi solculuk diye propaganda etmeye çalışmıyorlar mı?
Hüzünden öfkeye geçemiyorsak...
Suç kimin?
Yaşadığımız günlerin, büyük yıkımların, bütün bunlara son verecek ve bambaşka bir dünya kurabilecek yaştaki insanları (“genç kuşağı”) nasıl etkilediğini sanıyoruz?
Etkileniyorlar mı?
Etkilendiklerinde nasıl tepkiler veriyorlar?
Siyasi literatüre zorla sokulup, sonra da unutuluşa terk edilmiş bir sözcükten (“utkan”) hareketle söyleyelim: Her şeyi yıkıp yeniden kurabilecek bir enerji mi, yani yaratıcı bir öfke midir gösterdikleri, yoksa “utkan” geçmişten “utkan” geleceğe atlamalarını, bugünü tamamen ıskalamalarını mı sağlıyor kafalarındaki kolaycı reçeteler? Demokratik reçeteler...
“Zafer kazanmış” anlamında bir sözcük bu “utkan”. Uydurulmuş. Akraba başka anlamları da var. İyi.
İyi de, yenilenlerin geçmişi nasıl utkan olabilir?
Eğer direnişi esas alıyorsanız, doğrudur, insanlığın sosyalizm için mücadele tarihinde, ortak tarihimizde, gerçekten de utkan bir direnç ve gelenekten söz edebilirsiniz. Buna herkesten çok direnenlerin hakkı vardır.
Ama o dirence övgüler yağdırarak bilinemez bir geleceğe, yine utkan olacağı düşünülen muhayyel bir yarına sıçramak, bugüne müdahale etmeyi kolaylaştırır mı, olanaksızlaştırır mı?
Joseph Schumpeter'in yaratıcı yıkım veya yaratıcı imha dediği şeyi, acaba sosyalizmi kuracak genç insanlar ne kadar gerçekleştirebiliyor? Kendisine kalanı yakıp yıkmaktan, buna rağmen devrimci kalmaktan söz ediyoruz. Geçmişten bir devrimci enerji üretebilenlerden...
Elbette geçmişin yetersizliğinden söz ediyoruz. Geçmişi incelerken, bugün karşısında geçmiş deneyimlerin bizi nasıl kanatsız bıraktığını, bir enerji taşımadığını, içimizdeki enerjiyi somurduğunu görüyoruz. Geçmişe bakmak, yarına yalvarmak, temelsiz bir güven duygusu pompalamaktan başka bir işe yaramıyor. Ama geçmişe de bakmak zorundayız.
Enerji almak için değil, onu irdeleyerek ve aşarak enerji üretmek için. Satarak, küfrederek değil.
Yoksa bir ömür, hem uzun bir ömür geçirirsiniz sosyalizm yolunda, ömrün son duraklarında ise birdenbire fark edersiniz ki, bir enerji değil, bir enerji imhacısı haline gelmişsiniz. Devrimci olan her şeye, “devrimciliği de kimselere bırakmadan” saldırır haldesinizdir. Siyasi mafyanın oyuncağısınızdır. Bir dönem güvenle övdüğünüz sosyalist sistemi yıkımından 30 yıl sonra bile bulunduğunuz kirli, emperyalizm destekli bir demokrasiyi arkanıza alarak karalamaktasınızdır. Brüksel mesela, ya da Berlin veya Paris, sizi öldürmüştür, farkında değilsinizdir. Kullanılıyorsunuz çünkü.
Reel sosyalizm Gorbilere rağmen bir kazanımdı
40 yıl önceki askeri darbede sosyalist sistemin Türkiye karşısındaki tutumunu, sosyalizmden intikam alırcasına sergilemek için fırsat kollar hale gelmişsinizdir. Devrimci kalanlar, “alzheimerlerle” uğraşan ama entelektüel şiddetimizi yeniden üretmiş büyük aydınlarımız/insanlarımız olmasa, onlar geri adım atsa, haklı da olurdunuz. Ama geçmişimizde devrimci direnç odakları, sizi şimdiden mezara gömmektedir. Ölmüş ve gömülmüşsünüzdür, ama bir yerlerde imzanız görülüyor diye kendinizi yaşıyor sanmaktasınızdır.
Bir etnisitenin uğradığı tarihsel haksızlıkları, üstelik artık emperyalist bölge politikaları için bir oyuncağa dönüştüğü zamanlarda övüp durmayı, antikomünizme solculuk adına biat ederek bu dünyadan çekilmeyi siyaset olarak anlamaya başlamışsınızdır. Üstelik bu halkın/halkların yaşadığı haksızlıkları mahkûm eden ve bunun için çok ağır bedeller ödeyen Türkiye sosyalistlerini eksiklikle ve değerbilmezlikle suçlayacak kadar kendinizden geçmiş ve bu yeni mafyanın uşağı olmuşsunuzdur. Sınıf ve sosyalizm nefretinizi görünmez kıldığınızı sanırsınız. Farkında olamayacak kadar esir düşmüşsünüzdür.
Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerin insanlık ve Türkiye halkı için ne kadar önemli olduğunu değil, kurulan sosyalizmin ve liderlerinin 12 Eylül'de bile ne kadar alçakça şeyler yaptıklarını sergilemek için kaleme sarılırsınız. Bunun için etrafınızda yeterince “mal” birikmiştir. Türkiye ve sosyalizm için çaba gösteren insanları, geçmişi böyle sergilediğinizde, nasıl aşağıladığınızın farkına da varmazsınız. 12 Eylül sonrasında sol adına yapılan hataları, sosyalizm için değil, sosyalizmin kazanımlarını karalamak için kullanmaya başlamışsınızdır. Sosyalizm sizin için de, istihdam edildiğiniz yerler için de, çoktan bir hayal ve küfür olmuştur.
Brüksel'den mesela, 1980'lerde komünizmi tasfiye eden iki partiye karşı tepkinizi, o haklı mücadelenizi bile neredeyse kendiniz karalamaktasınızdır.
Geçmiş, eğer bize bugüne devrimci, sosyalist veya komünist bir müdahale şansı yaratmıyorsa, düşmanımızdır. Ona müdahale etmek zorundayız.
Avrupa'nın ortasında uzun bir sol ömrü, kirli etnik milliyetçiliklerin elinde, Türk milliyetçiliğinin, Türk faşistlerinin, İslamofaşistlerinin işlediği günahları, katliamları bahane sayarak kapatmaya çalışanlar var. Hepsi için Türkiye bir anomalidir. Türkiye'yi kabullenen her kesim, en çok da o cumhuriyetten bir sosyalist cumhuriyet çıkarmaya kararlı insanlar, adeta bir suç işlemektedir.
Ne diyebiliriz?
Geçmiş, eğer ona her gün yeniden ve devrimci bir tutumla, ama geçmişteki devrimci kazanımları elimizden çıkarmadan müdahale etmiyorsak, düşmanımızdır: Bugüne müdahale etmek için irdeliyorsak, bize enerji verebilir; ondan güç alamayız, ona güç veririz.
Utkan gelenekler de belirsiz gelecek hayalleri de bize sol enerji vermiyor. Tersine, var olanı tüketiyor.
Biz bugünün görevleri içinden geçmişe ve geleceğe müdahale ederek, devrimci bir öfke yaratabiliyoruz.
Bu konuda sınırların, dillerin, coğrafya ve tarihlerin birbirinden fazla farkı yok.
Devrim ve sosyalizm bir doğal haktır, devredilemez
Öyle bir coğrafya ki şu “Avrasya” ve onun orta yerinde “Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan” topraklar, her an her şey havaya uçabilir, sahne bir kaosa dönüşebilir, öyle olacak gibi de görünüyor, önemli olan öyle bir sahnede ne yaptığını ve ne yapması gerektiğini çok iyi bilen, utkan geçmişe veya temelsiz geleceklere değil, kendi bugünkü gücüne, toplumu ve insanı değiştirme gücüne inanan sınıfı temel almış örgütlü bir entelektüel gücün bulunabilmesidir. Var.
Kazanımlarımız var. Ama pazara çıkarılmış kazanımlar bunlar. Bunlarla bugünü biçimlendiremeyiz, çünkü bugünün enkazını geçmişle kaldıramayız, gelecek rüyasıyla hiç kaldıramayız.
Devrimci öfkenin, dünden ve yarından çok farklı, onları belirleyebilecek farklılıkta bir öfke ve entelektüel müdahalenin arayışı içindeyiz. İçimizden çıkanların sağa sola serpiştirilmesi bizi dağıtmasın. Olur öyle şeyler. İçimizden çıkan uşaklar çoktur, hatta ağırlık onlardadır, ama buna rağmen ilerleyen bir tarih var ortada.
Devrim, bir haktır. Sosyalizm bir haktır. Bunu söyleyebilen bir genç mücadele birikimi de, isteyen istediği kadar gözlerini kapatsın, kulaklarını tıkasın, sahnededir. Zaten “içimizden” çıkan yenikçiler, bozguncular, “defeatist”ler, bu birikimin neden ortadan kaldırılamadığına hayıflanmıyor, onun için devrimci birikimimize küfretmeyi solculuk diye propaganda etmeye çalışmıyorlar mı?
İşimiz zor. Çok zor. Ama bir şansımız var. Bu dökülenlerin ise hiçbir şansı kalmadı, Gün sayıyorlar çekip gitmek için. Bütün felaketlerimizden sorumlular.
Kavga edebildikçe, devrimi, yani sosyalizmi bir lütuf veya “demokratik kazanım” değil, tarihsel bir hak olarak sermayeye karşı savundukça, kendi tarihsel haklılığından kuşku duymadıkça, en genç kuşağa yapışabiliyoruz. Ona yakışabiliyoruz. Öyle yaşayabiliyoruz.
Öfkesiz sosyalizm yok, sosyalizmsiz öfke de küpüne zarar.