Sermaye, çaresiz aslında: Tıpkı geleceği bilinen, ama zamanı kestirilemeyen bir deprem ve tsunami gibi, bu biriken ve ifade edilmeyen öfkenin ne zaman patlayacağını o da bilemiyor.

Öfkesiz yaralılar toplumu

Yaralanırsanız, öfkelenirsiniz. Yaralanmadan, fiziksel veya ruhsal bir darbe almadan öfkeleniyorsanız, ortada başka bir sorun var demektir. Ama ondan daha önemlisi, yaralandığınız halde öfkesiz kalmanız. O, çok kötü. 

Öfke, genelde, yaralı insanın tepkisidir. Yarası olmayanların da öfkesi olur tabii, ama burada onları konu etmiyoruz. Dedik ya, o başka bir alan. Toplumların, çalışan sınıfların, bireyin öfkesi yaraların bir sonucudur. 

Toplumsal yaşamda öfke, özellikle çalışan sınıfların öfkesi, yaralandıkları için büyür ve bir gün patlar. Bir yaradan/yaralardan söz ediyoruz, devrim bunun için de bir “doğal hak”tır. Ama sermaye bu öfkenin bırakın görünür olmasını, hissedilmesini bile engellemek zorunda olduğunu bilir. 

Din, milliyetçilik, hatta etnikçilik, kültürcülük, cinsiyetçilik, aşiretçilik-kabilecilik... Bunların yetmediği yerde liberal teknokratların medya üzerinden manipülasyonlarını kullanarak yaralı ve fakat öfkesiz, sinirleri alınmış bir toplum yaratmak zorunda olduğunu iyi öğrendi burjuvazi. 

Biz, bize bakalım: Yaralı milyonların öfkesizliğidir bizi şaşırtan. 

Oysa şaşırmamız gerekmiyor. Sonuçta, entelektüel cephede birkaç on yıl için kaybettiğimiz muharebelerin sonucu değil mi, şu ölü toprağı serpilmiş ülke. Her an bir yerlerinden patlayabilecek bu faşistoid coğrafya: Din ve Türkçülük serpiştirdiler, bunların “hasımlarını” da bol liberalizm zerk edilmiş kimlikçilerden devşirerek (“düzen solu”)  piyasaya dağıttılar. 2020 Türkiyesi mi? Tablo, bu. 

Sermaye, çaresiz aslında: Tıpkı geleceği bilinen, ama zamanı kestirilemeyen bir deprem ve tsunami gibi, bu biriken ve ifade edilmeyen öfkenin ne zaman patlayacağını o da bilemiyor. Geciktirebiliyorlar, doğru, ama toplumda onulmaz yaralar açtıklarının da farkındalar. Toplumu uyuşturarak, bugün artık muhalefeti düzen soluna sıkıştırarak tarih ötesi bir süreklilik yaratabileceklerini düşünüyorlar. Patronlar, demokrasi diye tanımsız bir ilaç bulduklarına inanıyorlar; bu ilacın düzen solu üzerinden sermayenin açtığı yaraların algılanmasını ve öfkeye dönüşmesini engelleyeceğine inanıyorlar. Daha doğrusu, umuyorlar. Biz öfkenin patlayacağını söylüyoruz, görünüşe aldanılmamasını öneriyoruz, onlar patlama olmasın diye duaya yatıyorlar. Neyse.. 

Kirli Tanpınar: Adorno

Baktığımız bu noktada ve şimdilik, kilit kavram işçi sınıfı değil, aydın. Yetersiz ve teknokratların çektiği demokrasi setini aşamayan (aşma niyeti de beslemeyen) sosyalist veya komünist iddiası taşıyanlar. Joe Biden geldi diye solculuk adına göbek atanlar veya “rahat bir nefes” alanlar. Sermaye düzenini bütün olarak ortadan kaldırırsa özgürlüğe kavuşulacağını bilen bu kategori, bilgisine ihanet ederek, büyük uyuşmaya karşı savaştığını sanıyor. 

Oysa işçi sınıfının üzerine serpilmiş ölü toprağını, bu sınıf kendi kendisine kaldırıp atamaz; aydını, yani partisi olmaksızın böyle bir şey mümkün değil. 

Kendi tarihimizden değil, içimize sızdırılmış, bizden nefret eden sınıf düşmanlarımızdan, örneğin Frankfurt Okulu denilen ve burjuvazinin reel sosyalizme karşı en liyakatli silah deposunun çalışkan bekçilerinden Adorno'dan ödünç alarak söylemek istediğimizi daha daha rahat ifade edebiliriz. Hazret, estetik teorisi üzerine de çalışıyordu, malum, o çerçevede “Doğanın nafile arzuladığı şeyi, sanat yapıtları tamamlar: Gözleri açar” diye yazmıştı. 

Açarsa, kapatır da. Mekanizmayı tersine çevirmek mümkün ve reel sosyalizmin kazınmasında bu başarı önemli bir rol oynamıştı. 

Sorun şu: Aydınımız, gençleriyle yaşlılarıyla sınıf savaşçılarımız, liberal-dinci-milliyetçi teknokratları etkisizleştirebilmiş değil henüz. Bunun tek tek aydın bireylerin eliyle veya aklıyla yapılamayacağını yavaş yavaş anlatabiliyoruz. Ama kurtuluş, aydınlanmış, aydınlaşmış işçi sınıfının ya da, yazar yoldaşımız Cemil Fuat Hendek'in sürekli vurgusuyla, “işçi olduğunun bilincine varmış aydınların” eliyle olabilir. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz. Partiyle öğreniyoruz. 

Bakış açımıza bağlı: Sonuçta, başka birçok şeyin yanı sıra, açılan yaraları göstermekle yetinmeyen, bunun yetmeyeceğini bilen bir aydındır parti. Bu yaraların iyileştirilebileceğini anlatır; ama önce bu acının sınıf ve aydınlar tarafından hissedilmesini sağlamak zorundadır. Göstermek yetmiyor, sonuç alınamıyor, bu sermaye uyuşturucularının etkisini silebilecek, acıların algılanmasını sağlayacak köklü müdahaleler şart. Öfke, oradan sahneye çıkabilir. 

Halkımız, halklarımız yaralı, kan revan içinde, “pıçaklanmış bir kadın gibidir”, ama bunun acısını hissedemiyor damardan verilen uyuşturucular yüzünden. Bu uyuşturucuları etkisizleştirdiğimizde  kendi durumunu görecek, yaralarını algılayacak ve sermaye çıplak bir öfkeyle yüz yüze kalacak. 

Burada tuzaklar da yok değil.

Düşünün: Yaraları ve bunların toplumu paramparça edişini görüyorsunuz, bunu hissetmeyen topluma felaketini algılamasını öğretmeye çalışıyorsunuz, öfkesi alınmış toplumun ayağa kalkmasını istiyorsunuz. Toplum yaralarının kaynağına değil, size tepki gösteriyor. Acılarının çeşitli ilaçlarla teskin edilmiş olmasından memnundur. Sizi acının sebebi gibi görüyor. Uyuşturulmak istiyor. Burada toplumun taleplerini karşılayamazsınız.

Ama toplumun da öfkesini, yani bu enerjiyi kullanmak zorundasınız tarihsel misyonunuzu yerine getirmek için. Ne olacak? 
Toplum sizden bu noktada önce nefret edecektir. Bunu göğüsleyebilir misiniz? Evet, yapabiliriz bunu. 1789 ve Jakobenlerden beri, Türkiye coğrafyasında da 1923’ten bu yana göğüslemiyor muyuz? 

Gerçek faillere (“sermaye, militanları ve düzen solu”) değil, o faillerle çarpışan bize yönelen bu öfke, ancak çok büyük bir krizin yaratacağı acı çemberinden geçerken gerçek hedeflere yönelebilir. 

Toplum yaralı ve fakat öfkesiz kalsın diye din ve milliyetçilik var. Birey, aydın adayı öfkesiz kalsın diye de liberalizmin binbir versiyonu...

Faşizm ve sosyal demokrasinin burada da birbirini tamamladığını görüyoruz. Toplumu faşizm ve otoriter ideolojiler, aydın adaylarını da sosyal demokrasinin (yeşil, sosyalist, feminist, çevresi, ilahiyatçı vs.) varyasyonlarıyla etkisizleştirebiliyorlar. Dikkat: Emekçi halk sınıflarına liberalizmle yaklaşamıyor sermaye, aydına da faşizan ideolojilerle yaklaşamıyor... Çünkü o zaman bir sonuç alamıyor. 

Biz işte bu “araf”tayız. 

Ama sermaye ve militanları da öyle.