Mesele Türkiye sermaye sınıfıdır ve bu sınıf bu İslamcı-Türkçü kasaplardan başka yerlerde de kullanışlı kasaplar aramaktadır.
İktidarı elinde sağlam biçimde tuttuğuna inananların, iktidar makineleri ve etkileri ellerinden kaymaya başlayınca takınacakları tavır ne olabilir?
Sınıflı toplumlardayız.
Egemen sınıf, sermaye sınıfı. Bundan sonrası da “ya sosyalizm ya barbarlık”. Bize alternatif olarak “demokratik barbarlık” önerenleri, bunlar kendilerini solcu diye yutturmaya çalışıyorlar diye, sineye çekecek değiliz. Ayrı yerlerdeyiz.
Fakat, iktidarda doğrudan veya temsilcileri eliyle, genelde de ikisini birden kullanarak tepinen bir sınıf bu. Zehirlediği, çürüttüğü toplum çözülmeye başlayınca, kendi iktidar mekanizmalarının ve geleceklerinin de çürüyeceğini hiç göremediklerini söyleyebilir miyiz?
Misal: Birtakım gizli görüşmeler yaptıklarını söyleyebiliriz.
Kimlerin?
Diyelim açık iktidardaki kadroların. Merkel ve kadrosunun. Macron ve kadrosunun, Johnson ve kadrosunun, Trump ve kadrosunun, Erdoğan ve kadrosunun... Peki bu iktidarlar, acaba bazı gizli yollardan iktidarlarını sürdürmek için “yararlı odaklarla” bağlantı içinde olamazlar mı? Olmamaları mümkün mü?
Reel sosyalizmler döneminde, tüm iktidarlar, sosyalist dünyada ve kapitalist-emperyalist sistemde, bir açıklık içinde kalmaya mecburdular. Antikomünist histeri bu gerçeğin de üzerini örtmek için vardı. Gizli bağlantılar, devlet içinde devletler elbette vardı, ama reel sosyalizmin basıncı, bu konuda dikkatli olmaya mecbur bırakıyordu onları. Onun için ortaçağı hiç aratmayacak kadar ağır bir ideolojik baskı kurmaya mecburdular. Antikomünist histeri, bu açıklık basıncını göğüslemek ve kitlesel desteği yitirmemek için önemliydi. Faşist veya demokratik versiyonlarıyla en çok antikomünizm pompalandı insanların beynine. Boşuna değildi.
Bugüne bakabiliriz: İktidara seçimle gelmiş ekipler, partiler, reisler vs. durumun devamı için gizli bağlantılar kuruyor olmalılar. Gizli diplomasi diyoruz buna. Biri bizi çok ilgilendiriyordu. Birinci Dünya Savaşı'nda parçalanacak av hayvanı ilan edilen Osmanlı'nın nasıl bölüşüleceği gizli diplomasinin konusuydu. 1917'de Büyük Ekim hükümetinin ilk işlerinde biri, gizli diplomaside verilen kararlar sonucunda Türkiye'nin nasıl bölüşüleceğini ve bunun kamuoyundan nasıl gizlendiğini dünyaya açık etmek oldu. “1917 olmasaydı, 1923 olmazdı” diye boşuna bağırmıyoruz; bu sadece küçük desteklerden biri.
Neyse, sermaye ve onun siyasi temsilcilerinin, bu geleneği bırakacaklarını sanmıyoruz. Ama sermaye, acaba sadece temsilcilerinin çeşitli oyunlarla iktidara geldikten sonra gizli diplomasi uyguladığını mı sanıyor? Sanmıyor. Buna izin veriyor ve geriden kendisi de bir gizli diplomasi deniyor. Elbette açığının yanı sıra...
Bunun farkına varanlardan biri, faşizmin yardakçısı, ama az rastlanan parlak zekâlardan biri Carl Schmitt'ti. Geçen yıl “şakirdi” Prof. Reinhart Koselleck ile “mektuplaşmaları” kitaplaştırıldı. Aynı adla: “Der Briefwechsel.”
Schmitt hayranları için gerçekten ilginç bir kitap. Orada, 1954 yılında Schmitt'in, bu çok genç ve akademik yolun başındaki “şakirdine” yeni basılan bir çalışmasını kendi elyazısı bir ithafla gönderdiğini görüyoruz. Daha doğrusu iki ithafla. Birincisi Hannah Arendt'ten: “Real power begins where secrecy begins.“ (Gerçek iktidar gizliliğin başladığı yerde başlar.)
İkincisi ve gerçekten düşündürücü olanı, kendisinin bir çalışmasından, Türk üniversitelerinde de “eşsiz bir zenginlik” diye ayyuka çıkarılan “Anayasa Öğretisi”nden (Verfassungslehre) mealen aktardığı bir küçük alıntı: “Açık iktidar sahiplerinin gizli diplomasisi, gizli iktidar sahiplerinin açık diplomasisiyle karşılaştırıldığında, masum bir oyundur.”
Oradayız. Türkiye'deki gizli iktidar sahipleri, görünen kamu iktidarının İslamcı sahiplerinin arkasındaki gerçek iktidardır. Sermayedir. (Bu sermaye son tahlilde “laiktir”, dincileri de kullanır, ülkenin dinci bir karanlığa kapaklanmasına, cumhuriyetin yerle bir edilmesine, kâr ettiği sürece, karşı çıkmaz.) Peki, bu çevrelerin gizli diplomasisi yok mu? Bir hukuk skandalı olarak Osman Kavala rehineliğinin, hangi gizli diplomasilerin karşılıklı hıncı olduğu ileride ortaya çıkar, mesela.
Giuseppe Tomasi di Lampedusa'nın “Il Gattopardo” (Leopar) romanındaki gibi: “Eğer her şey nasılsa öyle kalsın istiyorsak, her şey değişmeli.” Kapitalizmin mottosu bu: Her şey değişecek ki, hiçbir şey değişmeden kalsın. Bizde de farklı değil.
Kapitalizmin “aşırı yüzleri”, Mussoliniler, Hitlerler, Pinochetler, kenara itilmelerini anlayamayacak kadar kendilerinden geçmişlerdi. Özellikle ilk ikisinin düşüşü korkunç sonuçlar eşliğinde gerçekleşti. İslamcı Ankara daha mı akıllı?
İktidardakilerin ipi çekildi. Yalnız bunlar bırakıp gidemiyor ve o nedenle ülkeyi, acemi ve cahil kasapların hayvanlara korkunç eziyetini hiç aratmayacak bir katliamla geride bırakabilirler. Oysa hiç şansları yok.
Mesele, bu kasaplardan sonra kimlerin nerelere geleceği. Mezbaha nasıl devam edecek? Kapitalizmin bir mezbaha olduğu unutalım mı?
Türkiye'de iktidarın gizli sahiplerinin hangi sınıf olduğunu biliyoruz. Bu sınıf herkesi ve her tetikçisini gerektiğinde satar, ipe gönderir, katleder. Bu sınıf kendi arasındaki sevgi gösterilerinde bile kan revan içinde bırakır ortalığı.
İslamcılar, Ankara'da sonun başlangıcını çoktan geride bıraktı. Bir sürü kirli -sözde- gizli diplomasi de yürütüyorlar. Emekli maocuların örgütsel kullanımı bunun işaretlerinden sadece biri.
Bizi ilgilendiren bu bayağılıklar değil, Türkiye'nin gizli ve gerçek sahiplerinin, Türkiye sermaye sınıfının, hangi korkunç gizli ve açık diplomasiyi yürüttüğüdür. Hadi toprağı bol olsun, faşizme az hizmet vermedi, burada kendisine bir ek yapalım: Carl Schmitt'in gizli iktidar sahiplerinin açık diplomasisinden korkması yerinde olabilir, ama biz bu odakların gizli diplomasilerinin olduğunu da düşünmek zorundayız. Neler bunlar?
Mesele Türkiye sermaye sınıfıdır ve bu sınıf bu İslamcı-Türkçü kasaplardan başka yerlerde de kullanışlı kasaplar aramaktadır. Demokratik kasaplar, muhtemel seçeneklerden biridir.
Türkiye, sosyalizmsiz, bu kasapların ve kasaplıkların elinde helak olacak.
O nedenle, genç devrimci kardeşlerimizin sokakta cumhuriyeti kutlamaları, sosyalist bir cumhuriyetin tek yol olduğunu dünyaya ilan etmeleri, büyük bir umut kaynağıdır. Bunun insani anlamı kriz derinleştikçe daha iyi anlaşılacak.