Oradayız. Tekelci kapitalizmin veya emperyalizmin yeni saldırısındayız: Eskiden, kauçuğu, kakaoyu, pamuğu, meyve ve sebzeleri ithal edip bunları işleyerek ihraç eden emperyal merkezler, göçlerle gelen bir olanağı kullanıyor. Kendisine azgelişmişlerden gelen, daha doğrusu ithal ettiği saklı tarihleri de işleyip tekrar demokrasi adı altında parçacıklar devleti ideolojileri olarak ihraç ediyor. Hatta bu aşama da geri kaldı artık, azgelişmişlerin içinde (“yerinden”) bu süreci işliyor.
Malum: Marx, Das Kapital'in birinci baskısına önsözde, gerçi İngiltere'yi mercek altına aldığını, ama ister istemez Almanya'yı da anlattığını hatırlatıyordu: “De te fabula narratur.”
Anlatılan onların da hikâyesiydi, evet.
Gecikmiş bir sanayi “öfkesi” olarak Almanya, dünya tarihini fena karıştırdı. Alman tekelleri de önceki ve sonraki Hollandalı, İngiliz, Amerikalı benzerleri gibi, milyonlarca insanın kanına girdi. Nazizmle bunu “göstere göstere” yaptı. Bunun için işine yarayacak siyasal kişilikleri kullanmakta usta olduğunu da gösterdi. Kanlı bir gösteriydi Alman barbarlığı. Bir tek Kızıl Ordu durdurabildi ve maalesef 45 yıl sonra, geçmişte durdurabildiği bir sermaye rejimini, “jeoekonomik ve jeodemokratik bir güç” formunu aldığında durduramadı; resmen altında kaldı. Almanya ve benzerlerini sadece sosyalizmin durdurabileceği ortaya çıkmış oldu. Sonrasını görüyoruz, yaşıyoruz.
Başka bir şey söylemek istiyoruz. Oraya bağlayalım.
Aslında Almanya farklı bir şey yapmıyordu İngiltere'den: Tekelci aşamadaki tipik bir sanayi ülkesi olarak sömürgelerden ve/veya azgelişmiş ülke pazarlarından aldığı hammaddeyi işliyordu ve bu pazarlara mamul madde halinde satıyordu. Bu ithalat-ihracat rejimi bugün de çok farklı değildir. Yani nitel bir farklılık yoktur ortada.
Ama zamanla nicel bir değişikliğin ortaya çıktığı da göz ardı edilemez.
Şimdilerde bu ilişki biraz farklıdır. Çünkü Almanya artık Avrupa'nın hegemon ülkesidir ve özellikle azgelişmişlerle ilişkisinde, kakao ve çikolata örneğinden hareketle, farklı bir yol izlemektedir. Tekstil de bir başka örnek olabilir. İyice kabalaştırarak söylersek, şöyle: Emperyalist merkez, kakaoyu ithal ve çikolatayı ihraç etmeyi yeterli bulmuyor. Dünya sistemi geçmiştekinden farklı çalışıyor. Azgelişmiş pazarlara kakao ve şekeri seri olarak işleyecek karmaşık teknolojisini, makineleri, donanımı yani, ihraç ediyor, kakao orada çikolataya dönüştürülüyor ve Almanya oralardan biraz çikolata ithal ediyor. Bizdeki Almanya veya diğer Avrupa ülkeleri kökenli sebze-meyve işleme fabrikaları da aynı mantıkla çalışıyor. Tekstil hakeza.
Özetin özeti: Gelişmiş kapitalist ülkeler yüksek teknolojili makine ihraç edip, hammaddelerin çıkarıldığı yerde işlenmesini sağlıyor ve bu, azgelişmişlerin dış ticaretinin ne boyutlarda açık vereceğini görmek için yeterli veri içeriyor.
Alman tekstil makinelerinin en büyük müşterilerinden, hatta zaman zaman ilk sıradaki müşterisi Türkiye, bu tekstil makineleriyle pamuk vs. malzemeyi işleyip ihraç ediyor. Otomotiv de öyle. Bu ilişkinin Türkiye ve benzeri ülkeleri feraha çıkartması nasıl söylenebilir? Mümkün değildir.
Ama bizim gelmek istediğimiz yer farklı.
Daha soyut bir malzemeden hareketle söyleyeceğimiz bir şey bu.
Saklı tarih ihracatı
Almanya'ya Türkiye, sadece her darbeden sonra, yani 12 Eylül 1980 ve 3 Kasım 2002 darbelerinden, hatta 15 Temmuz darbe girişiminden sonra muhalif ihraç etmedi. Daha 1960'lardan itibaren kitlesel emek gücü ihracıyla bir başka şeyi ihraç etmiş oldu: Saklı tarih. Biraz solculuğu, daha çok da baskı altındaki kültürleri, bu arada milliyetçiliği ve asıl önemlisi İslamcılığı çeşitli renkleriyle ve somut insanlar halinde ihraç etti. Bu karmaşık ihraç paketi içinde etkin olanlar gerici ideolojilerdi. Sosyalizm, sosyalistler, gerici ideolojileri, sonuçta Türkiye'yi bir anomali olarak çizen bütün bu eğilimleri etkisizleştirebilecek kadar öne çıkamadı.
Şunu söylemek istiyoruz. Bir hammaddeydi bu gelen saklı tarihler. Almanya, tıpkı İngiltere'de kapitalizmin ve dış ticaretin gelişmesi gibi, saklı tarih malzemelerini aldı, tekelistanında işleyip geri gönderdi. Saklı tarih ithalatında ilk dönem böyle kapandı. Şimdilerde, metropollere sığınmış her saklı tarihin, çıktığı topraklarda kalarak devletleşmesi için sallanıyor ortam: Parçacıklar siyaseti.
Saklı tarihler, çıkış yaptıkları topraklarda hemen birden çok parçacıklar devleti, mafyacı-dinci-etnik milliyetçi siyasi birimler halinde “tecessüm” ediyor. Metropollerin desteğiyle görünür kılınıyor. Somutlaşıyor. Metropoller, bu süreci kışkırtmak zorundadır, çünkü yoğun sömürüyü ve kendisindeki barbarlığı ancak bu ideolojileri destekleyerek gizleyebileceğinin farkındadır. Hem gizleyebiliyor hem de ekonomik ilişkilerden kârlı çıkabiliyor. Emperyalist merkez, kendi asalaklığı ve gericiliğini, ancak özgürlükçülük üzerinden görünmez kılabilir. Burada somut bir yaşam gıdası yatıyor. Sömürü ilişkisi bu yatakta realize oluyor.
Bu, büyük bir silah.
Çok etkili bir silah, çünkü postmodern kültürcülükler dönemecinden sonra saklı tarihlerin kendi gerici talepleriyle açığa çıkmaması, somut görünümler almaması zor. Bulundukları/doğdukları mekânda bir farklılık ortaya çıkıyor. Açık tarihe, daha doğrusu “somut bugüne” dönüşen saklı tarih, neoliberal çağın postmodern bir saldırı silahıdır.
Oradayız. Tekelci kapitalizmin veya emperyalizmin yeni saldırısındayız: Eskiden, kauçuğu, kakaoyu, pamuğu, meyve ve sebzeleri ithal edip bunları işleyerek ihraç eden emperyal merkezler, göçlerle gelen bir olanağı kullanıyor. Kendisine azgelişmişlerden gelen, daha doğrusu ithal ettiği saklı tarihleri de işleyip tekrar demokrasi adı altında parçacıklar devleti ideolojileri olarak ihraç ediyor. Hatta bu aşama da geri kaldı artık, azgelişmişlerin içinde (“yerinden”) bu süreci işliyor. Emperyalizme bağımlı olan veya bağımlılaştırılması istenen bölgeye, ülkeye bu saklı tarihler birer derin bomba olarak yerleştirilebiliyor. Büyük coğrafyalarda büyük siyasal birimlerin devletleşmeleri, halkların birlikte yaşamalarını imkânsızlaştıracak entelektüel şırıngalar elinin altındadır.
Her küçük dil, kültür, parça, bir diğerini düşman bilmeli ve bazı metropoller hariç, dünya coğrafyasında birlikte ortak devletler içinde yaşamak insanlar için hayal olmalıdır. “İnsan insanın kurdu” olmalıdır.
Bu süreç için makinelere (kakaoyu, pamuğu, domatesi çıktığı yerde işleyecek donanımlara) postmodern anlatılar, sosyalizmi dışlayan her fikir eşlik etmektedir.
Saklı tarih, kapitalizmin barbarlaşma dopingidir
Bunları özgürlük, hoşgörü, demokrasi vs. diyerek göğüsleyemeyiz. Yeni, yepyeni bir toplumsal örgütlenme yaratmak zorundayız. Bu da ancak geçmiş sosyalist devlet deneyimlerinin izinde ve ışığında günümüzün yakıcı sorunlarına çözüm bularak, karmaşık maddi ve düşünsel sorunları çözebilecek yapılar kurarak olur.
Kapitalist barbarlığın yarattığı saklı tarihler, kapitalizmin daha da barbarlaşmasına yol açıyor. Misal: Kadim Anadolu halklarının her biri, diğerini “kurdu” veya “düşmanı” olarak görüyor ve sorunun hep “ötekinde” olduğuna inanıyor. İçinde yaşadığı sistemin bu düşmanlıkların gerçek nedeni olduğunu görmüyor. Buradan sürekli düşmanlık ve her biri diğerinin kanına susamış sayısız parçacıklar devleti çıkar. Küçümen mafya devletçikleri.
Bu kaosu ancak sosyalist bir gelişkinlik göğüsleyebilir. Sosyalist temeli, kamusal mülkiyet ve emeğin bağımsız iktidar örgütlenmesini reddeden, ayakları havada her türlü özgürlükçülük (“emperyal demokratizm”) yangına benzin dökmekten başka bir şey değildir.
Her ilaç, eğer dozu ayarlanmamışsa, bir zehirdir. Tabii tersi de doğru.
O dozu günümüzde ancak sosyalizmle ayarlayabiliriz, yoksa her toprağa, özgürlük adı altında kitle imha silahları (saklı tarih intikamcıları) serpiştirmiş oluruz.
Sonuç mu?
Belki, şu: Dayanışma Meclisi'nin görevlerinden biri de, bu saklı tarihlerin bir kitle imha silahı halinde Türkiye'de etkili olmasını engellemektir. Bunlara karşı teorik-pratik önlemler almak zorundayız. Bunu da sosyalizmsiz yapmak hayaldir. Sosyalist yeni koruyucu ve kurucu önlemler geliştirebilirsek, bunu da Dayanışma Meclisi gibi örgütlenmeler üzerinden sahaya dökebilirsek, bir çıkış yolu kurabiliriz.
Sosyalizme düşman saklı tarihler, insanın kendini imha etmesi için ideal bir gübrelik oluşturmaktadır çünkü. Bakarak veya o saklı tarihlerin taraflarından birine yaslanarak hiçbir şey kuramayız.
Aslolan yürürlükteki sistemdir: Kapitalizm.
Şimdilik burada duralım.