Ergenekon’un Bir Bildiği Var

Aziz Nesin’in bir tipi vardır hani, öyküde adı geçmez de, biz adını öyküden alıp, ona “elbet bir bildiğimiz var adamı” diyelim. Olayı budur adamın. Ehli namus aileye kız istemeye gidip geceyi kızla geçirirken de, bir kuruş vermediği mağazadan koltuğunun altında kumaş toplarıyla çıkarken de, tramvaydan biletçinin para çantasıyla inerken de, cezaevinden kaçarken de, hep aynıdır taktiği. Bütün bu süreçlerde karşılaştığı itirazları, engelleri, “yahu bir dur bakalım, elbet bir bildiğimiz var, dur bir sen, allah allah, nene lazım, bir gör bakalım n’aapıcaz…” diyerek aşar.

Sözleri kadar, tavrı da önemlidir tabii. Hiçbir telaş göstermeden, çok doğal bir şey yaparcasına, karşıdakinin en küçük bir kuşkusuna sert çıkıp hâkimiyet kurarak yürütür dümenini. Öyle ki, karşıdaki kafasında doğan kuşkudan utanır, bir merakla dolup taşar ve izin verir. “Dur bakalım neymiş bildiği, dur bakalım ne yapacak…”

Kızı iğfal edilen baba, kumaşlarını kaybeden mağazacı, para çantasını kaptıran biletçi, firariye kendi elleriyle kapıları açan gardiyan, hep bu merakın kurbanıdır aslında. Geçsin bakalım n’oolacak, alsın bakalım, çıksın bakalım, tutsun bakalım n’oolacak, neymiş acaba bildiği…

O, istifini hiç bozmadan, sakin adımlarla ilerlerken, kandırıldığınızı anlayana kadar merakla arkasından bakıp, n’oolacağını beklersiniz bu adamın öyküsünde.

İlginçtir, adamın yöntemi dillere destan olmuştur, nasıl kandırdığı bilinir. Bilinir ya, gene de her seferinde, en tetik duran kurbanını bile bu meraka itmeyi becerir. Bazen, kimisinin, “geç bakalım n’oolacak” deyişinde, bir istihza, bir bana yutturamazsın, biliyorum ne yapacağını vurgusu da sezilir. Güvenirler kendilerine, ipler ellerindedir nasıl olsa da, biraz eğlenmek için salmışlardır, istedikleri an çekip durduracaklardır sanki. Sonuç değişmez, kanarak ya da bile bile, bekler dururlar, o istediğini elde etmiş ağır ağır uzaklaşırken…

Ergenekon’da gelinen noktayı, genel AKP politikalarını, dokuz yıla yaklaşan icraatı bir arada düşününce, küçük bir farkla, bu öykü yaşanıyor “aydınlar” katında. O farkı, “durun bakalım, bir bildiği var elbet”çi bir koro yaratıyor.

— Ne yapıyorsun yahu?
— Canım bir durun hele, bekleyin, elbet var bir bildiği!
— Ama, olmaz ki!
— Allah Allaah, nene lazım, bak bakalım n’aapacak…

Bunlara da suç ortakları diyelim ve üzerlerinde durmayalım. Öyküye hiçbir şey katmıyorlar, bir karakter olamıyorlar. Anlatılan dolandırıcının gölge çoğaltıcıları bunlar, o kadar. Yani bütün bir art yalayıcı güruh, bu öyküde hiçbir önem taşımıyor. Melih Altınok’muş, Gülay Göktürk’müş, Yıldıray Oğur’muş, Engin Ardıç’mış, Ahmet Altan’mış… Yok böyle birileri. Sahiplerinin eğilen bükülen, uzayan kısalan gölgeleri.

Ergenekon gelip Nedim Şener ve Ahmet Şık’a da dayanınca, daha önce birkaç örnekte de olduğu gibi cılız mızırdanmalar çıkarmaları, ne zerrece hakkaniyet duyguları kalmışlığından, ne de “hah, akılları başlarına geliyor” gibi, alay amaçlı da olsa ciddiye alındıkları bir iltifatı hak ettiklerinden. Sahiplerini yankılamanın parçası bu, kişilik değil, gölge yansıması.

Ne diyor AKP kurmayları, her tepki yükselişinde? “Biz ne karışırız, yargının tasarrufu!” Ne diyor gölgeleri? “Aaa, Emniyet de abartıyor bazen ama!” ABD temsilcileri de kaygılı bakın! Hepsi bu. Biliyorlar, bir süre sonra kanıksanacak, normalleşecek, üzerine kül serpilecek ve “genel operasyon” devam edecek. Ar damarından yoksunluğun, kişiliksizliğin bu kadarını tahayyül bile edemeyenler, inkârdan gelinemeyecek gerçekler karşısında utanacaklarını düşünedursunlar, sahne onlarındır. Ergenekon AKP’nin başarısı, demokrasi hamlesi, hain darbecilere karşı zafer, ama mızrak çuvala sığmadıkça, yargının hatası, Emniyet’in işbilmezliği… Kimse artık o yargı, kimse o Emniyet, kimse bunlara hükmeden…

Olur böyle hatalar, kurunun yanında yaşlar, ama durun bakalım, elbet bir bildiği var… Yetmez ama evet. Bu bizi zora soktu, ama evet. Bu nakarat değişmeyecektir.

Bu uşakların taklalarını bir kenara bırakırsak, son operasyonun yarattığı tepki, eğer resmin küçük bir parçasına ilişkin kalırsa, şu ya da bu tutuklama “haksız” görülürse, “işi ifrata vardırdılar” fikri hâkim olursa, dolandırıcı yine tezgâhını işletiyor, oyun sürüyor demektir.

Odatv, Nedim Şener, Ahmet Şık, bir kez daha Yalçın Küçük, darbecilerle hesaplaşma, sivil demokrasi hedefine giderken ortaya çıkan bir çapak, bir zikzak değildir. Ergenekon’un özü budur. Bütün “amacından saptı” türü değerlendirmeler, bir uyanışı değil, uyanamayışı gösterir.

Veli Küçük türü ipliği pazara çıkmış kontrgerilla unsurlarının içeride tutuluyor oluşlarıyla, üç-beş rütbelinin sözde yargılanışıyla yaratılan bütün “hayırhah” yaklaşımlar, bir tuzağa düşmüşlük göstergesidir. Şaşırtıcı olan, son operasyonda alınan isimler değil, bir sosyalist partinin bile, bunu “beklentilere ters” olarak tanımlayabilmesidir. Neymiş beklenti? Halka karşı suçların, darbecilerin yargılanması! Kim eliyle? AKP! Neyle? Ergenekon! Budur asıl şaşırtıcı olan.

Operasyonların ilk gününden itibaren, bunun bir toplumu sindirme, muhalefeti bastırma, ABD’nin AKP ve Fethullahçı klik üzerinden Türkiye’ye çizdiği modelin önünü açma, iktidarın önündeki bütün engelleri temizleme hareketi olduğunu söyledik. Kontrgerillanın ve devletin halka karşı işlediği bütün suçları kütükten silme, birkaç kişiye yıkarak geçmişini temizleme amacını gösterdik. Mosturalık kontrgerillacıların, üniformalıların, öksedeki “çağırıcı kuş”luklarına kanmadık. Bütün bir sindirme operasyonuna her karşı duruşumuzda, bunların korkuluk gibi önümüze dikilmesinden ürkmedik. Referandumun 12 Eylül’le bir derdi olmadığını, büyük operasyonun yargı ayağını tamamlamaya yönelik olduğunu anlattık. Tabii bütün bu süreçte atılan türlü alçakça iftiraları hiç tınmadık. Süslü püslü palavralara pabuç bırakmadık, “acaba?” demedik. Haklı çıktık.

Gene de, bugün gelinen noktada, gazetecilerin eylemiyle bir sisin dağılmaya başladığını, gerçeğin görüldüğünü düşünemiyorum ama. Yükselen tepkinin önemini yadsımamakla birlikte, bir “yetmez ama evet” de benden.

Şu yönüyle doğru, şu işlemiyle yanlış diye değerlendirilebilecek, bir seç seç al tezgâhı değildir Ergenekon. Darbecileri alın da, şu gazetecileri bırakın telkininde bulunulacak bir yönü yoktur. Aslında demokratik, ama bazı antidemokratik şeyleri de var aymazlığının tutacağı hesaplanmış, bunun üzerine bina edilmiştir. Külliyen halka, sola, ülkeye tasalluttur. Bütünlüklü bir operasyonun parçasıdır. (Merdan Yanardağ, dünkü yazısında buna etraflıca değinmişti.)

Meseleyi böyle net koyunca, size darbeci, orducu, milliyetçi çamurunu atanların kimliklerine bir bakın, hiçbir şey yapamıyorsanız. Tutar mı zavallı gölgelerin çamuru?

Demokrasi, kimlik, özgürlük, sivil toplum kavramlarının yeniden üretilmiş hallerine saplanıp kalan, bu cafcafla gözü kamaşan, AKP’den lehte herhangi bir beklentiye giren, ordu ve çıplak zor sendromundan çıkıp emekçi sınıf ve sosyal devrim perspektifine geçemeyen bir sol ve aydınlar, “durun hele, bir bildiği var” kandırmacasına payanda olduklarını görmeliler artık. Evet, Ergenekon’un, AKP’nin bir “bildiği” var tabii, asıl mesele onların “sandığı”nda...

Darbecilerle hesaplaşmanın, darbeleri önlemenin, kontrgerillanın, devletin suçlarını yüzlerine çarpmanın, düzenin kendini onarması hayalinden pay ummaktan kurtulup sosyalist alternatife kilitlenmekten başka yolu yoktur.

Aziz Nesin’in çizdiği tipin bütün numaraları biliniyordu. Ama hep, bir “acaba?” felciyle avlıyordu kurbanlarını. Boşuna yazılmamıştı bu öykü… “Acaba”lardan, net tavırlarla çıkılır. Kafa karışıklığı, tereddütler, hazır yem olmaktır.

[email protected]