Neslican ve sınıfsal refleks

Neslican Tay, bir “amansız hastalığa” direniş, teslim olmama, ölümün elinden ne koparabilirse onu sahiplenme, küçük şeylerden büyük sevinçler devşirme, örnek bir umut öyküsü paylaşma gibi, yaşam mücadelesini ayakta kalarak sürdürme figürü olmanın ötesine geçti, erken bir kaçınılmazlığa yenildiğinde.

Neslican’ın ve toplumsal izdüşümünün değerlendirmesini sevgili Tolga öyle yerinde yapmış ki, o fasla girmeyelim.

Her mücadele, kuşkusuz kaybetme, kaybettiğini düşünme anları da içerecektir belirli anlarda, dönemlerde. Bireysel açıdan ölümle mücadeleyi kaybetmek mutlaksa da, sosyal planda mücadelede, haklı olanın, insanca olanın da kazanması mutlaktır. Bu açıdan aynılaştırılacak tek yön, mücadeleyi bırakmamaktır, vazgeçmemektir, teslim olmamaktır.

İşte, Üsküdar Üniversitesi Rektörü’nün, Neslican’ın bireysel duruşuna ilişkin gibi görülen ve büyük tepki çeken paylaşımı, aslında toplumsal bir çağrıdır, hizmetinde olduğu sınıf ve ideolojisi adına. Deşifre edilmesi gereken budur, bu teslim olma önerisidir.

Tepkiler, insanlıktan bu uzaklaşmayı birey psikolojisiyle, yer yer bunun inanç sistemiyle bağlantısıyla açıklamaya yoğunlaşırken, bunları besleyen bir sistem ve ürettiği kir, gölgede kalıyor.

Dinlerin, yeryüzündeki iktidarın sürmesi için gökyüzünden indirilmiş, ezilenlerin isyanını önlemeye yönelik tevekkül, sabır, şükür yayma, hesaplaşmaları ahirete intikal ettirme enstrümanları olduğunu defaatle söyledik, bütün tarihsel dayanaklarıyla. Rektör’ün yaptığı da, bunu açıkça ifade etmektir.

Ne tanımasak da sevdiğimiz Neslican, ne bir alçak olarak midemizi bulandıran Nevzat Tarhan. Burada, sınıflar var karşı karşıya, dünya görüşleri var.

Evet, bir hastalıkla savaşın yitirilmesi gibi bireysel düzlemdeki bir öykünün, sistemle ve ideolojiyle bağlantısını kurmak, sınıfsal çıkar hassasiyetleri gelişmiş, en küçük tehlikeyi sezme yetenekleri gelişmiş gericilik cephesinin refleksleriyle daha kolaylaşıyor. Toplumun genelinde “ayrıntı”, “küçük bir parça” gibi bütünle bağlantısı kurulamayabilen her şeyin, devasa bir çarka çomak olabileceği, iktidar tecrübeleridir.

Kuşkusuz, “trol”lerin bir ölümü izleyen, insanca tüm duyguları tahribe yönelik iğrenç paylaşımlarının çektiği tepki doğaldır, ama onların da gelip düğümlendiği nokta, burasıdır. Din olgusuyla mücadelenin insanlık adına zorunluluğudur. Evet sınıfsaldır, evet ideolojiktir, bunların toplamında insanlığa dairdir, politiktir bu mücadele. İnsanca olanın ölümü kalımı kavgasıdır gericikle aramızda süren.

Ne dedi Rektör, “kızımız” ifadesindeki vıcık vıcık ikiyüzlülükten sonra? “Çok çile çekti ama ümidini kaybetmedi.” Paylaşımın sadece bu kısmını alırsanız, bugün çile çeken insanlar “kümesi”ne, ümitsizliğe düşmeme tavsiyesi algılarsınız. Ama bu “ümit”, dile getirenin tiynetinde sabırdır, öte dünyaya bel bağlamadır sadece. Reele dokunmamalıdır. Çünkü, devamına baktığınızda, bunun, yani gerçek yaşamdan ümidini kesmemenin, çekilen çileyi artıran bir olumsuzluğa dönüştürüldüğünü görürsünüz. Yaşamın içinde ümit varsa, tevekkül yoktur, mücadele vardır ve bu kul bilincinden kopuştur. Oysa, kaçınılmazı, değiştirilemezi, mukadderatı kabullenme, ümit beslemeyi bırakarak teslim olma huzura erdirir!

Ölümle yüzleşmenin en cesurane örneklerinden birini vermiş olan Neslican’a, “yüzleşebilseydi” diyebilen Rektör’ün unutkanlığı, bilmezliği değildir devredeki. Mutlakla yüzleşme, ona direnmeyi değil teslimiyeti gerektirirdi önermesinin altını çizmedir. Hashtag olarak da işaretlemiş “ölümbilinci”ni, yaygınlığı artsın, troller üşüşsün diye.

“Seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılmasaydı…” “Dünyasallaşma”… Yani dünya üzerinde olup biten her şey diye okunması gereken ifade bu, “maddiyat”la eşanlamlı zannedecek kadar sığ algıladıkları “maddecilik” ya da rasyonalite filan gibi felsefi bir temele dayanmıyor. Din ve devlet, inanç ve toplumsal yaşam arasındaki katışmazlık noktalarını belirleyen laiklik, aydınlanmacılık “seküler”likle karşılanınca, “dünya işleri” de inançlı inançsız bütün insanların sorgu alanına girecektir, endişesi budur. “Dünyasallaşmayın!” Bırakın, o alan, böyle rektörlerin, reislerinin, efendileri olan sermaye düzeninin, sizlere şükretmeyi bırakarak at oynattıkları alanlar olsun…

“Dinlerin hayata anlam katma ve teselli gücünden faydalanma…” Böylece daha açık hale geliyor ki, konu Neslican değil. Onun “yenilgisi”yle topluma bir ibret verme fırsatının rezilce kullanımı. Kapitalizm, hiçbir emekçinin, hiçbir insan tekinin hayatına anlam katamaz, yaşamı anlamlı hale getiremez, ümit veremez. İşte orada zihinsel illüzyona, binlerce yılın köhnemiş güdülerine ihtiyaç doğar. Dinlerin gücü budur sadece. Sorguya ve itiraza set çekme. Yeryüzü iktidarını gökyüzü buyruğuyla koruma altına alma, kabullendirme.

Neslican, bunu sarstı. Rektör’ün telaşı bundan. Telaşlı. Çünkü düşman. Çünkü ölüm.

Bir yumuşak doku kanseridir görünen sebep Neslican’ın yitimine. Henüz bunu hiçe saydıracak düzeyde değil insanlığın bu alandaki birikimi.

Ama bir ölümün ardından olanca çirkinliğiyle sırıtan bir düşman var, Neslican’ın olanca masumiyetiyle, hiç hesap etmeden açığa çıkarıverdiği. Kapitalizm. Gericilik. Sermaye ve din iç içeliği, birinin diğerine muhtaçlığı. Düşman bu. Ölüm bu.

Ölümü düşman görmemek önerisi Rektör’ün, bu açığa çıkıştan korkuyladır. Nafile.

Toplumun bütün hücrelerine saldıran ölümcül hastalıktır kapitalizm, inanç sistemleri ve Rektör, bununla savaşılmamasını öğütlemektedir. “Hastalığı düşman gibi görmeme”ye çağırmaktadır. Kadir-i mutlak’tır Rektör için bu, teslim olunmalıdır. O “ölüm” desin, siz “sermaye sistemi” anlayın, eşittir.

Neslican’ın yaşama sevinci, yaşama tutunması, birçok örnekte olduğu gibi, fiziksel, tıbbî bir hastalıkla mücadeleyi imlemenin ötesine geçtiğinde anlam kazanacak. Gökten vahyolduğu için değil, biyolojik yaşamın şu anki nesnel yasaları gereği, eninde sonunda ölüm bireyi yener. Ama bu “yenilgi”ye giden yolun izini sürdüğümüzde, elimizde toplumsal yaşamdaki mücadelenin verileri kalıyorsa, bir başka kaçınılmaz olan, mutlak olan devreye girecektir.

Neslican, sadece gülen bir çehrenin soluşundan duyulan hüzün olarak, karanlık zihinlere duyulan öfke olarak zamanın küllendirmesine terk edilmeyecekse, apaçık bir gerçeğin, bir zorunluluğun hayata geçmesi için silkelenme çağrısına dönüşmeli: Kapitalizm ve gericilik, insanlığı çürütemeyecek, bu hastalıklı, ölümcül dokuyu kazıyıp atacağız tarihten.

İşte o gün, biz Neslican’larla, kim bilir belki bir fabrika çıkışı, belki bir açık tribünde şarkılar söylerken, Rektör, hangi yok oluşa teslim olacağını seçmekte biraz zorlanacak… Açıkçası, bir acıyı, prim şovuna çevirecek kadar düşenler de…