“Devrimden Sonra”nın Anımsattığı Kavram

Geçenlerde, “Devrimden Sonra” filminin ikinci fragmanı da yayınlandı haber ve paylaşım sitelerinde. Gördüğü ilgiye ve yarattığı heyecana tanık olduktan sonra, belki de ilk kez, bir sinema filminin, henüz çekim aşamasındayken, izleyici karşısına çıkmamışken, bir misyonu yerine getirdiğini düşündüm. Öyle ki, memnun edilmesi güç, “kıl” bir adam olan bana, bu çalışmada payı olan herkesi şimdiden kutlamak düştü.

Kotarılmakta olan “iş”in, bir sinema filminden söz edildiğinde değerlendirmeye tabi olan bütün unsurlarını ikinci plana itecek kadar önemli bir kavramı gündeme getirmesiydi bunun nedeni: İmece.

Evet, piyasanın, özellikle de sanat alanında en göze batan insanî erozyonla zihinlerden kazıdığını, yerle yeksan ettiğini varsaydığımız, gözlemlediğimiz bu kavram, bu olgu, bu film nezdinde, yok edilemediğini gösterircesine yeniden dolaşıma girdi.

“Sanatı ve sanatçıyı, piyasanın kuşatmışlığını kırmaya” çağrıların, bunun yol ve yöntemlerini araştırmanın somut karşılığını göstermesi açısından, “Devrimden Sonra”, önemi zamanla daha da anlaşılacak bir mevziyi tahkim etmenin adımını attı.

Açıkça söylemeliyim, bu noktadan sonra, sinematografik açıdan ne ifade ettiği, en azından benim değerlendirme kriterlerimin temelini oluşturmayacak. Elbet, bu bir vurgu meselesidir, elbet ortaya çıkacak ürün, ait olduğu sanatsal disiplinin gerek estetik gerek içerik niteliklerini ne kadar haiz olduğuyla ayrıca değerlendirilecektir. Dedim ya, hele de ben “kıl”ımdır, elbet didikleyeceğim. Ama, bazı anlar vardır ki, ortaya çıkış süreci, ürünün “özgül ağırlığı”na, kategorisinin ötesinde bakış gerektirir.

“Devrimden Sonra” çalışması, detayları henüz flu da olsa, temel izleğine denk düşen, mesajını güçlendiren bir kolektif çabayı göndere çekti şimdiden, şu an için aslolan budur.

Komünistlerin iktidara geldiği bir ülkeyi tasvir etmesi, halkın gündelik yaşamını doğrudan etkileyecek yeni düzenlemeleri sıralaması, sosyalizme değilse de, ilk inşa sürecine ilişkin ipuçları barındırması, varolan sistemle sosyalizm arasındaki insan temelli zıtlığı alt çizmelerle göstermesi, bunları propagandif bir üslupla yaparak sarsıcılığı hedeflemesi, şu an için elimizdeki verilerle filmin içeriği hakkında bildiklerimiz. Hayatın içinden farklı kesitler sunan, bağımsız episodlarla işlenecek olması, öyküleme tekniği hakkındaki bilgiyi oluşturuyor. Kamerasıydı, oyunculuklarıydı, replikleriydi, fragmanlardan izlediklerimizle sınırlı bir izlenimimiz var. Hal böyleyken, bütün bunları perdeye “nasıl” yansıtacağı sorusunun üzerine çıkarak şimdiden alkışı hak etmesi, çok daha önemli bir şeyi başarmakta olmasındandır.

Karşılıksız emeği, ortaklaşa iş kotarmayı, “apolet”lerden arınmayı, elbirliğini, hem de, sanat alanında yeniden vücuda getirmek, bu unutulmuş değerleri gün ışığına çıkarmak, daha ortaya çıkmamış bir ürünün, sisteme şimdiden attığı sert bir şamardır, yabancılaşmayı kırmasıdır, lamı cimi yok.

Bu açıdan, anlatmayı hedeflediğiyle anlatma süreci örtüşmüş bir sinema hamlesidir “Devrimden Sonra”.

Gösterdiği çok önemli bir şey var ayrıca. Artık bitti, artık canlanamaz dediğimiz dayanışma ruhunun, bir itiraz çığlığının, bir cendereyi parçalama arzusunun gizil kalmış gücünü, bu filme emeğini katan her birey açısından bir isyanı ateşlercesine yarattığı heyecan.

Tertemiz bir pınarın, avuçlarla kendi suyunu taşıyan kaynakların varlığını, kurumadığını, yok edilemediğini, bize ve emekçilerine kanıtladığı için, teşekkür borcumuz var “Devrimden Sonra”ya. Fışkıracak bir mecra arayan sulara akacakları bir kanal gösterdiği için teşekkürler.

Sevgili Abidin Dino’nun, Balıkesir’in “köylük” yerlerinden bulup çıkardığı, bir yeniden kuruluş ülkesinde köşe bucak her yere yaydığı felsefeye, o unutulmaya yüz tutmuş kelimeye nasıl da hasretmişiz! Nasıl da özlemişiz!

Ortaklaşmak, ortaklaşa, ortak, hep birlikte kotarılan iş, başkalarına fayda verme esasına dayanan çalışma, gönüllü yardım, dayanışma, karşılıksız emek payı… İmece!

Anadolu’nun “köylük”lerinden çıkıp gelen bu kavram, komünistlerin iktidara geldiği bir dönemin anlatıldığı filmde hayat bulmayacaktı da, başka ne olacaktı. Budur işte, üretimle üretilen örtüşmesi. Budur işte, “Devrimden Sonra”nın kulaklara fısıldadığı.

Başkalarına fayda verme esasına dayanan çalışma! Bunu öyle özlemiştik ki, sağ olun “Devrimden Sonra”ya emeğini katanlar… Sağ olun, sponsora, bütçeye, maliyet kalemlerine, ceplerindeki kuruşlarla nanik yapanlar... Değiştirirken değişmenin, “başka türlü bir şey”in mümkünlüğünü örnekleyenler, sağ olun...