A aa! Göğsümde Bir Ağrı

Niye bilmem, “bu akşam ölsem Gazali, kim anlar seni anmadığımı bu şiirde?” geçti aklımdan, göğsümdeki şiddetli ağrıdan sonra.

Bu yazı biraz geç yazılıyor. Niye bilmem, “katır tepmiş gibi olur onun ağrısı” sözü geldi aklıma da, kendimi rahatlatıp oturabildim başına, göğsümdeki şiddetli ağrıdan sonra.

“Ben bir gün giderim ki neyim kalır, eksik bıraktığım her şeyim kalır”…

Yaşlılık belirtisi zahir, gün ağarırken böyle şeyler düşündürdü, altı üstü biraz şiddetli göğüs ağrısı. Hâlâ yaşarken, gitmeden eksik bıraktıklarımıza evrildi sonra zihindeki sorgu.

Bir gerçeklik, bir ihtimali kaldırıp yere vurdu.

Hiç önceki süreçten haberdar olamadan, bir eksilmeyi “editlemeye” girdiğim haberden öğrenirsem, ağrısın zaten göğsüm.

A aa! İsmail mi!

A aa! Bu nida işte, bu yazıklanmadan önceki şaşkınlık, bu düzenin, hani o ölümüne çarpıştığımız düzenin hiç fark ettirmeden bizden eksilttiği. Yaşarken…

Boğaz Köprüsü. Altımızda, ayıptır söylemesi bir cakalı BMW ki, yanından geçtiğimiz araçtakiler şöyle bir bakıyorlar. OGS yok, OKS yok o zaman. Paralı gişeler. Kuyruk. Dalmışız, anlaşamadığımız bir konuda tartışmaya sürücüyle. Küt! Öndeki araç stop lambasız artık. Hışımla iniyor bir adam. Bizimki gayet sakin ve korkarım alışkın, “inşallah bizde hasar yoktur” diyor dönüp. Nasıl baktıysam artık, hemen ardından açıklama. “Çok pahalı lan bunun parçaları.” Sonra, o kazanın mağdurundaki hışımın yerini alan, inanamamaktan faltaşı gibi açılan gözler. Bizim sürücü de iniyor çünkü, iki koltuk değneğiyle. “Pardon kardeş, arkadaşı vapura yetiştiriyorum da, telaştan…” Açıklama saçma ama, adamın gözleri İsmail’in bacaklarına kilitlenmiş, nasılsa fark etmeyecek ne söylesek. Tek kelime etmeden biniyor aracına tekrar, donuk hareketlerle. “Nasıl ya!” Ne bilsin adam, pedallarına elle hükmediliyor bu BMW’nin. İsmail’e özel…

Habere bakıyorum bunlar geçerken aklımdan.

A aa! A aa! yaa… Olmaz tabii haberin, “aramızdan ayrıldı” denilene kadar. Bilemezsin.

“Acaba ne yapıyor” diye konusu açılınca, ne adresi kalmış elinde ne telefonu, bu haberi okumadan bir gün önce de, bir Google aramasında görmedin mi ölüm ilanını Erol Abi’nin? İsim benzerliğidir umudundan utanmadın mı sonra, iki yıl önceye ait bu ilanın bizzat ondan bahsettiğini öğrenince.

A aa! Yaa, a aa! tabii.

İşte böyle bir şey bu sistemin senden eksilttiği. Kimini gününde, kimini iki yıl sonra, bir internet sayfasından öğrenirsin ki, bir yenilmişlik hüznü eklenir acına, göğsünde bir lanet ağrı sonra…

“Bu akşam ölsem…” ha… “Eksik bıraktığım her şeyim…” ha…

Haydi otur şimdi, döşen bir yazı, ne bileyim, iletişim araçlarının bu denli çeşitlenmişliği ortamında, giderek iletişimsizliğin, yalnızlaşmanın artışı arasındaki ters orantıda, teknolojinin sembolize ettiği yaşam tarzının rolünü anlat. Bu insani yabancılaşmanın müsebbibini koy hedefe, mücadele yönteminden bahset mesela.

Ya da yaz şöyle bir, efendim, geçim gailesinden rahat yaşam statüsüne kadar, işe güce daldıran sistemin insanları nasıl kirlettiği üzerine bir şey. Sık sık yaparsın, yap yine ortaya, bir çocukluğunu yitirmek, büyümek, sistemin çarkları arasında yaşamın gerçeklerine diz çökerek bir dişli olmak temalı edebiyat.

Öyle çok noktadan bakabilirsin ki meseleye, zekisin, birikimlisin, döşen şöyle bir…

Sonra göğsünde bir ağrı, silsin hepsini de, “bu akşam ölsem…” kalsa geriye.

A aa! A aa, yaaa…

Tut ki ölmedin işte, herkes anladı Gazali’yi andığını. Gitmedin, eksik bıraktığın şeyler kalmadı ardında… Kolay mı öyle! Yaşarken eksilmelerinden, gerekçelerinle beraat var mı öyle, göğsün ağrırken?

Ben yazmazsam kurbağalar kısır kalır, toplantım var, şehir dışında olacağım, bugün buluşamayacağız işim çıktı, valla nefes alacak zamanım yok, öyle yoğunum ki, tabii ya ilk fırsatta, tamam araşırız…

Kimi tecimsel, kimi ulvî… Aradaki nitelik farkı, eksilmeyi örtmüyor işte. Dün seçim analizi yapmıştınız beraber yahu, a aa! demek hastaymış… Demek! A aa!

Ne oluyor bize? Hadi, “sistemin öğüttükleri”ni anladık, hatta anlattık, ya nedir o, bizim de eşimizin dostumuzun haberini “a aa!” nidasıyla karşılamamız? Ne oluyor bize? Hal hatır soramaz mı olduk cidden!

Çarpışma anında göğüs göğüse geldiğimiz düzenle temastan mı nasipleniyoruz ne? Yabancılaşıyor muyuz birbirimize? Nesneleşiyor muyuz?

“Katır tepmiş gibi olur onun ağrısı” diyorlar zaten, bu da geçti gitti. Geçti ama… Acep sürgit bir hal mi alaydı da, önceki niceleri gibi, İsmail’i, Erol Abi’yi de internetten uğurlamak zorunda kalışın utancı eksilmeyeydi iman tahtasından, insanı, dostu, arkadaşı, sevgiliyi, aileyi ihmalin mücadele ettiklerimizin üstümüze sıçrattığı kirden arınma kararlılığımız yaşamın hayhuyunda yine uçup gitmeyeydi…

Hoşça kal İsmail, bağışla Erol Abi… Ama bakın andım işte, yazdım adınız geçen bir yazı! Elimde bir kalem, önümde bir köşe, zekiyim, birikimliyim, merak etmeyin dostlar, sizi de yazarım…

Gün ağarırken, göğsümde bir ağrı…

Bu akşam ölsem… eksik bıraktığım her şeyim…

A aa! A aa, yaa…

Ama durun durun… Bir elma kurdu vardı, “Hayvanlar”da. Kitap kurdu olmaya niyetlendiydi. Sonra rastlaştığı hayvanlara, anlaşılmaz sözlerle hitap ettiydi. Dedikodu yaptıydı arkasından serçeler, o artık entel oldu diye. Dönemin, entelektüalizme kaçanlarını hicvettiydi. Ama, aynı kitap kurdu, yine elmaya dönerken, ortalıkta kitap kalmadığını, açlık başgösterdiğini de söyleyip, işin siyasal ortamına da gönderme yaptıydı. Sonra, “Ananın Yasası taslağı”nı yiyip hazmedemediydi. Böyle şeyler çizilirdi “Hayvanlar”da, kimsenin çıt çıkaramadığı yıllarda… İsmail, uğursuzluğu halk arasında tescil ettirilmiş aydını sembolize eden baykuşu gibi didinirdi, daha 82 Anayasası taslakken! Referandum’da, Hacı Deve JR’ın “Deveyasa”sı oylanırken de lağım faresi çığlık atıyordu: İnsanlar nerede!

Hah, şimdi oldu. Sürekli bir siyasal tavrın çizeri, bir mücadele adamı olarak da portresine değinildi.

İnsanlar nerede!

Bu çığlığı alın, seçim kampanyamızın bir unsuru gibi değerlendirin.

Ben, niye bilmem, belki göğsümdeki ağrıdan, “a aa!” nidasından utanma çağrısı gibi algılıyorum şu an…

Geçer.