Kaldı ki, Roma iyi ki yıkılmıştır. Hangi uygarlık Roma’ya benzerse, yıkılmalıdır.

Europa delenda est

Müsaadenizle bu hafta size uzunca bir kıssa anlatarak başlayacağım.

Marcus Porcius Cato, Roma Cumhuriyeti’nde senatördü. Bir pleb, yani soylu olmayan bir yurttaş olarak doğmuş, Roma’nın Kartaca’yı yendiği ve tehdit olmaktan çıkarttığı İkinci Pön Savaşı’nda Hannibal’e karşı savaşmış, sonrasında bir asker olarak yükselmiş ve Roma’nın en etkili isimlerinden biri haline gelmişti. Yıllar sonra, artık yaşlı bir senatör olarak Kartaca’yı ziyaret ettiğinde, askeri açıdan zayıf bu krallığın zenginliğinden gözleri kamaşmış, burada hem bir tehdit hem bir fırsat sezmiş ve o günden itibaren Senatodaki her konuşmasını, konu ne olursa olsun Carthago delenda est yani “Kartaca yıkılmalı” diye bitirir olmuştu.

Cato’nun bu tartışmadaki hasmı Senatör Publius Cornelius1 ise ortak bir düşmanın varlığının Roma halkını bir arada tuttuğunu savunuyor ve Carthago servanda est diyordu: “Kartaca korunmalı.” Yani kimse Kartaca’nın dostu değildi, boyun eğdirilmiş bir halkın kaderi tartışılıyordu.

Tartışmayı Cato kazandı. Uygar Roma barbar Kartaca’ya savaş açtı. General Scipio Aemilianus, Kartaca’yı 55 yıl önce dize getiren dedesi Scipio Africanus’un başladığı işi tamamladı. Kartaca’da taş üstünde taş bırakmadı ve çocuk yaşlı demeden sağ kalan her Kartacalıyı köle olarak sattı. Cumhuriyet Roma’dan İmparatorluk Roma’ya doğru atılmış büyük bir adımdır.

***

Roma cumhuriyetken köleciydi, imparatorluk olunca köle etine duyduğu iştah daha da kabardı. İmparatorluğun doruğunda Sezarların hükmü altında yaşayan her üç insandan biri köleydi. Barbar halkların yaşadığı topraklar uygar Roma için köle toplanacak birer tarlaydı; en önemlilerinden biri de soğuk, verimsiz, işgal edip elde tutmaya değmeyecek Cermenya’ydı.

Gün geldi, Nasıralı bir gencin etrafındakileri ikna ettiği inanç, kölelerin bin yıldır biriken öfkesine söz oldu. Bu söze inananlar halka eğlence olsun diye arenalarda aslanlara parçalatılıyor; ama sözün kendisi Roma’yı içten içe kemiriyordu. Sonunda çürümüş imparatorluk, Nasıralı’nın sözünün de etkisiyle ikiye bölündü. Bu arada Cermenya’nın barbar kavimleri batıya göçmeye başlamıştı. Franklar, Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandallar ve daha niceleri bir insan seli oldular; Batı Roma’nın bir ucundan girip diğer ucundan çıktılar. 

Son Batı Roma imparatoru bir çocuktu, kuruluş destanında Roma’nın temellerini atan (ve Kabil gibi kardeşini katleden) Romulus’un adaşıydı. Babası Orestes tahta çöküp, oğlunu imparator ilan etmişti. Barbar Kralı Odoacer babayı öldürdü, çocuk imparatoru huzurundan kovdu. Tarihte benzerine az rastlanır bir adalet tecellisidir.

***

Cermenler Roma’yı yıktı, sonra aynısını kurmaya çalıştı. Krallıklardan biri kendine Kutsal Roma İmparatorluğu ismini bile taktı. Nasıralı gencin sözünü kıyafetleri altın işlemeli ihtiyarlar sahiplendi; üstelik onlar bile kendilerini yoksul Nasıralı’nın değil, onu çarmıha geren zengin Romalıların devamı sayıp, Roma Katolik Kilisesi adını aldılar. Adaletle beraber eşitlik tesis edilmeyip de salt ezilenler egemenlere dönüştüğünde pek az şeyin değişeceğinin delilidir.

Feodal Avrupa krallıkları bin yıl boyunca birbirini yedi ve bir arpa boyu yol kat edemedi. Ama tüccar burjuvalar kıtaya sığamayınca yelken açıp dünyayı fethe çıktı. Dünyanın geri kalanını sömürgeleştirdiler, bu arada kendi krallarını da ya giyotine gönderdiler ya maaşa bağladılar. Rönesans bir büyük uygarlık atılımıdır, bir yandan da Roma’ya bakıp, nasıl dünya hâkimi olunur anlama çabasıdır.

19. yüzyıla gelindiğinde, burjuva Avrupa emperyalist Avrupa olurken, işçi Avrupa Enternasyonal’i kurdu. Sloganı “Bütün ülkelerin işçileri birleşin”dir, kurucusu bir mektubunda işçilerden “uygar toplumumuzun barbarları” diye bahseder.2

Slogan 1917’de Sovyetler’de devletini ve anayurdunu buldu. Emperyalist Avrupa gamalı haç kuşanıp bu anayurdun üstüne yürüdü. Her evden bir canı, yirmi beş milyon Sovyet insanını katletti ama yenildi. Ahmet’le İvan kol kola emperyalisti inine kadar kovaladı ve uyduruk meclisinin çatısına orak çekiçli bayrağı dikti. Yeni Roma olmaya kalkışanların üzerine ikinci bir kavimler göçüdür. Tarihte benzeri olmayan bir adalet tecellisidir.

***

Ama işçi kavimlerinin nefesi devamını getirmeye yetmedi. Göç yarı yolda, Berlin’de durdu. “Devrimde durmak ölümdür” demişti en büyük düşünürleri, öyle de oldu. Emperyalist Avrupa yıkılmayınca, sayısız uğursuz dudaktan sayısız kez dökülen “Sovyetler yıkılmalı” arzusu gerçekleşti ve emperyalizm dizginlerinden boşandı. Günümüzdeki kör edici karanlığın miladıdır.

Emperyalist Avrupa, işçi Avrupa’yı satın alıp susturdu. Emperyalist Amerika’nın peşine takılıp “Yugoslavya yıkılmalı” dedi, sonra “Afganistan yıkılmalı” dedi, “Irak yıkılmalı”, “Libya yıkılmalı”, “Suriye yıkılmalı”… Sömürgeleştirdiği ve Sovyetler sayesinde bağımsız olmuş Afrika’nın üzerine tekrar çöktü. Günümüzdeki kavimler göçünün sebebidir.

***

Kıssa böyle, şimdi çıkartılacak hisseyi tartışabiliriz.

Afrika ve Asya’nın sefalet bölgelerinden Avrupa’ya kitlesel bir göç hareketi olmasının nedeni, bu bölgeler ile Avrupa emperyalizmi arasında tarihsel bir bağ olmasıdır. Avrupa Birliği içinde yaşanan göç hesaba katılmadığında İngiltere’de en fazla Hindistan ve Pakistanlı3, Fransa’da en fazla Cezayirli ve Faslı4 bulunması tesadüf değildir. Avrupalı emperyalistler, sömürgelerinden asla vazgeçmemiş, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bu ülkeler politik özgürlüklerini kazansalar dahi ekonomik bağımlılık devam etmiştir. 

Yani göçün sebebi, Avrupa’nın bu coğrafyaları yoksullaştırması ve yoksullaştırırken, kan emen vampir kurbanıyla nasıl bir bağ kuruyorsa, öyle eşitsiz bir bağ kurmuş olmasıdır. Emperyalist Avrupa ülkeleri, eski sömürgelerini hammadde toplayacakları ve ucuz işgücü çekecekleri birer köle pazarı olarak kullanmaya devam etmiştir. 

Bu bağ öyle güçlü ve aynı zamanda çelişkili ki, bugün İngiltere Başbakanı Hindistan’ın en zengin patronlarından birinin Hint asıllı damadıdır ve İngiltere’ye göçmenlerin tuhaf gemilere doldurulup açık denizlerde hapis tutulması gibi ancak korku filmlerine yakışacak girişimlerde bulunmaktadır.

Türkiye’de göç sorununu bir provokasyon ve kişisel popülarite devşirme malzemesi yapan, Zafer Partisi çevresinde öbeklenen ama bundan ibaret olmayan ideolog güruhu, entelektüel cesareti sadece kendisinden zayıfa havlamaya yetecek kadar olduğu için işin bu boyutunu bilinçli biçimde gizliyor. Örneğin Sözcü yazarı Murat Muratoğlu, geçtiğimiz günlerde “Koskoca Roma İmparatorluğu'nu yıkan göçlerde toplam sayı 3-4 milyon kişiydi! Biz şimdiden 13-15 milyon kişiye ulaştık” diye tweet6 attı, beş yıl önce ise köşesinde, Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşmasını uygulamak zorunda olduğunu iddia ettiği bir yazıda “[Göçmenlerin] çoğu ne Avrupa'ya gider, ne Suriye'ye geri döner. Düzenlerini kurmuşlar, bu nargile burada tüter” yazıyordu.6

Okumuş karanlık işte böyle; en milliyetçiyken bile emperyalizm hayranıdır, Avrupacıdır. Oysa göçmenlerin birer istilacı olarak Türkiye’de kalmak istedikleri, “zorla geri gönderelim”ci zorbalık ideolojisinin yalanıdır. Çevrenize biraz kulak kabartsanız, göçmenlerin büyük çoğunluğunun Avrupa’ya gitmek için yol aradığını, kurdukları düzenin de insan kaçakçılarının talep ettiği on binlerce Avroyu toplamak için olduğunu duyarsınız. 2016’da Geri Kabul Anlaşması ilk gündeme geldiğinde, daha Avrupa Birliği sopanın önünde vize serbestisi havucunu sallarken, “Bekçi köpeği olup sevinmek” başlıklı bir yazı yazmıştım.7 Bugün durum tam olarak budur. Türkiye, emperyalist Avrupa ülkeleri için bir köle pazarıdır. Geri Kabul Anlaşmasını uygulayan devlet, bu köle pazarının bekçisidir. Bu yüzden insan kaçakçılığı ağlarının düğüm noktalarında devlet görevlilerinin oturması tesadüf değildir. 

Kaldı ki, Roma iyi ki yıkılmıştır. Hangi uygarlık Roma’ya benzerse, yıkılmalıdır.

Siz boş verin Geri Kabul Anlaşmasını, bugün içinde yaşadığımız pasaport rejimi bile alt tarafı yüz yıllık tarihi olan bir emperyalist uydurmasıdır. Yırtılıp atılması, ezilenlerden yana bir siyasi iradenin tecellisine bakar.

Türkiye, Avrupa emperyalizminin parçası falan değildir, asla olmamıştır ve asla olmamalıdır. Türkiye, bir sömürge coğrafyası olmaya ramak kala, Avrupa emperyalizmine karşı verilmiş bir Kurtuluş Savaşı’yla kurulmuştur. 

Bugün Geri Kabul Anlaşmasını uygulayarak Türkiye’nin düştüğü durum, NATO denen terör teşkilatına dahil olabilmek için Kore Savaşı’na asker göndermemiz ölçeğinde bir onursuzluktur. Türkiye göçmenleri geri göndermeye kalkmamalı, yollarına devam etmelerine de mâni olmamalıdır. Avrupa, yüz yıllardır gün yüzü göstermediği barbarların akınına uğramalı, nezih Avrupa kentlerinin sokakları Asyalılarla, Afrikalılarla dolmalı, sömürüye, talana, tefeciliğe, özetle emperyalist egemenliğe dayalı Avrupa, yıkılmalıdır.

İnsanlığın bir sonraki büyük uygarlığı, mutlaka bugünün bencil, sömürücü egemenliğin yıkımdan doğacak. Kimse bundan korkmamalıdır.