Gürültülü patırtılı, tehditli hakaretli, milli ve manevi sansürlü bir döneme geldiği için bir türlü gündeme tam oturamayan yeni bir diplomasi sloganımız var bir süredir: “Sorunsuz Çember".

Çemberin içi, dışı, ortası

Çember deyince mensup çoğumuzun aklına bir ya da iki şarkı gelebilir. Birincisi elbette “Çemberimde gül oya”. Tesadüf bu ya, benim de şu an yaşamakta olduğum Çanakkale Biga yöresine ait bir türkü. İkincisi ise Yeni Türkü’nün “Çember”i.  Grubun 12 Eylül sonrasında çıkardığı ilk albümde (Akdeniz Akdeniz) yer alan sözleri Murathan Mungan’a bestesi ise Selim Atakan’a ait şarkı. Birincisinde ritmik ezgi ikincisinde hüzünlü bir melodiye bırakıyor yerini. Açıkça itiraf edeyim ki ben Yeni Türkü’nün Çember’ini ne zaman duysa neredeyse hazırola geçip sözleri ezberden ve bağıra bağıra söyleyebilen ilk kuşaktanım. “Kendin içindeyken kafan dışındaysa” dizesini her duruma uyarlanabilir olduğunu düşünen kuşaktan. Yazıyı okurken aklınıza düşerse diye şuraya bırakıyorum o güzel şarkıyı ve geçiyorum çok daha az sevimli konulara.

Gürültülü patırtılı, tehditli hakaretli, kesmeli biçmeli, milli ve manevi sansürlü bir döneme geldiği için bir türlü gündeme tam oturamayan yeni bir diplomasi sloganımız var bir süredir: “Sorunsuz Çember”. Akepe rejiminin  “münevverleri” seviyorlar böyle çarpıcı olduğunu düşündükleri sloganları. “Komşularla Sıfır Sorun”, “Ritmik Diplomasi” ve “Değerli Yalnızlık” daha önce duyduklarımızdı. 

İçeriğe değinmeden önce etikete baktığımızda bile bariz bir ofsayt çarpıyor gözümüze. Çember sözcüğü sorunlu. Çemberin, kuşatmanın karşılığı olarak kullanıldığını “çembere alınmak” deyiminden biliyoruz. Demek ki, iktidara geldiğinde sabah akşam ezber bozmaktan söz eden Akepe “sahada ve halı sahada güçlü” dış politikası sonucunda 20 yıl içerisinde ülkenin etrafında bir çember ya da kuşatma oluştuğunu teşhis etmeyi başarabilmiş ve bunu sorunsuz kılmaya çalışıyor.

“Sorunsuz çember”in bir de PR (halkla ilişkiler) boyutu var kuşkusuz. Akepe bu yeni sloganla hem dünyaya hem de iplerini tutan burjuvaziye ve iç kamuoyuna “ben hâlâ buradayım, bir yere gitmiyorum, üstelik oyun da kurabiliyorum” sinyali gönderme niyeti taşıyor. 

Bu sloganı çemberin dış çeperindekilere ve daha ötesine can havliyle uzatılmış bir el, bir yardım isteme çığlığı olarak da algılayabilirsiniz. Emin olun ki, çemberin dışındakiler tam da böyle okuyorlar Akepe’nin mesajını. Dış politikada bir ülke için en kötü çözüm masada karşınızda oturanın çaresiz olduğunuzu bildiği bir ortamda bulunan çözümdür. Teoriden somuta doğru ilerleyelim şimdi.

Mısır’la yakınlaşma gayretleri bir süredir devam ediyor. Süreçte Akepe’nin Mısır’ın başlıca rahatsızlığını teşkil eden İhvan konusunda bazı adımlar attığını gördük. İstanbul’daki Müslüman Kardeşler etkinliği bir miktar dizginlendi ama tümüyle durdurulmadı. Doğu Akdeniz bağlamında ise deyim yerindeyse kaş yapayım derken göz çıkarıldı. Mısır gibi kendini önemseyen, sağlam diplomasi geleneğine sahip üstelik de arkasına ABD ve AB’yi almış bir ülkeye kamuoyu önünde ısrarla Yunanistan’la yapılan deniz alanları düzenlemelerinde “aldatıldığı, kandırıldığı” gibi garip bir söylem yinelendi. Sonuçta somut bir ilerleme sağlanamadı.

Bir ara “varoluşsal düşman” mertebesine yükseltilen Birleşik Arap Emirlikleri’yle başlatılan “tamir” süreci Türkiye’nin Akepe tarafından ucuzlatılan varlıklarının “zararına satışı”na evrildi. Suudi Arabistan’a yanaşma gayretleri ise henüz elle tutulur bir ürün vermiş değil.

İsrail’le yaşananlar ise adeta Akepe’nin hal tercümesi gibi. Kudüs, Filistin, katiller retoriği zaten uzun yıllardır en rejimin baş aktörlerinin yararlandığı kârlı ticaretin örtüsü işlevi görüyordu. Netanyahu’nun gidişi artık o örtüyü de gereksiz hale getirmiş olacak ki, Akepe ışığa sevdalı gece kelebeği gibi “Siyonist Devlet”in etrafında dönmeye başladı.

Burada saydığımız ülkelerin ortak noktasını biliyoruz. Tümü ABD’nin emperyalist politikalarının  bölgedeki birincil ve ikincil uzantıları. Öyleyse şu sonucu çıkartmakta da zorlanmayacağız demektir: Akepe’nin bu çabaları Washington’un kulağına üflediği “sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar” şarkısıdır. Özellikle de İsrail’le yakınlaşma, iki ülke arasındaki ilişkileri sıkça irdeleyen uzmanlardan Dr. Selin Nasi’nin de muhtelif vesilelerle ve isabetle altını çizdiği gibi, Akepe Türkiyesi’nin Washington’daki ikili ilişkileri iyileştirmeye yönelik lobi faaliyetleri bakımından belirleyici olacaktır.   

Çemberin güneyinde ne kaldı? Irak ve Suriye. Irak’ta Türkiye’nin parçalı askeri varlığı devam ediyor. Burada sorunsuzluk PKK’nın Irak’tan tümüyle sökülmesi anlamına gelir her halde. Bu mümkün mü? Sanmıyorum. Geçelim Suriye’ye. Burada Akepe gerçekten güç bir işi başardı. Aynı anda ABD, Rusya, PKK ve Şam’la komşu oldu. Kelle kesen cihatçıları komşu olarak saymıyorum zira daha ziyade müttefik gibi görünüyorlar. Fırat’ın doğusunda, batısında, toprakları işgal altında tutulan bir ülkeyle sorunsuzluk nasıl olacak peki bu ortamda? Burayı da pek kurcalamayalım o halde.

Batıya, Yunanistan’a geçelim. Yunanistan Türkiye karşısında altın çağını yaşıyor. Kötü komşu ev sahibi yapar diye bir sözümüz var ya. Tam da öyle oldu. Bindirilmiş göçmen kıtalarıyla Meriç boylarına taarruz başlatan akıl, Yunanistan’ı sınırda güzel bir duvar sahibi yaptı bir kere. Akepe’nin “ritmik” diplomasisi aynı zamanda Atina’yı salt Ege’de değil Doğu Akdeniz’de de söz sahibi haline getirdiği gibi, ABD’nin bölgemizde Rusya’ya yönelik güç projeksiyonunun da koçbaşına dönüştürdü. Akepe çemberin batısındaki bu sorunu nasıl giderecek dersiniz? ABD’ye Samsun ve Trabzon’da ilave deniz üsleri vermek suretiyle Dedeağaç’ın önemini azaltarak mı mesela?

Çemberin doğusu: İran, Ermenistan. Ermenistan konusunda geçtiğimiz haftalarda yazmıştım. O yüzden kısa kesiyorum. Bir yıl önce Erivan’a yürüyorduk mehterle. Şimdi normalleşeceğiz. Çok isabetli bir karar. Moskova onay verir, Tahran da taş koymaz ise çocuk oyuncağı. Tahran dedik ya, İran’a bakalım. Çemberin görünüşte en sorunsuz yerlerinden biri. Sorunlar daha çok farklı bölgelerde farklı tarafları desteklemek şeklinde tarif edilebilir. Suriye, Lübnan, Kafkasya gibi dersek anlaşılacaktır. Bunların dışında asıl sorunumuz ise 1000 yıldır komşu olmamız. Onu da bir çırpıda çözmek pek kolay değil.

Korka korka kuzeye çıkalım şimdi. Ukrayna’yla ciddi bir savunma işbirliği geliştirmekte Akepe. Rusya ile şahsi, siyasi  ve ticari ilişkilerin derinliği malum. Rusya ile Ukrayna sürtüşmekte. ABD ve İngiltere yangına körükle gidiyor Karadeniz’de. Hakkını yemeyelim. Bu karanlık tablodaki sorunları çıkartan salt Akepe değil. Dolayısıyla bunları çözebilecek kudrete sahip olduğunu da varsayamayız. 

Çemberi tamamladık gibi. Sorunsuzluk filan değil, bildiğiniz sorunlar çemberi. O halde bu yeni sloganının anlamı nedir? Özetlemeye çalışalım bir kez daha.

Uzun yıllar zarar verme kapasitesini (nuisance capacity) öne çıkararak bölgede ve dünyada ağırlığını hissettirmeye çalışan Akepe için deniz bitti. Emperyalizme tümüyle tabi olmadan iktidarı sürdürmenin olanağı kalmadı. İktidarı sürdürmek Akepe kadroları bakımından her anlamda hayati hale geldi. Bunun için, İhvan da Filistin de Kudüs de teferruat. 

Bu slogandan yeni bir şey çıkmaz. Türkiye burjuvazisi ve onun uzantısı olan Akepe Emperyalist Batı cephesi içinde, NATO’nun ayrılmaz parçası olarak kalma tercihi doğrultusunda bir yöntem ve söylem değişikliği gayretinde sadece. Kaldı ki, Türkiye’nin emekçileri bakımından sorun çemberin çeperinde değil tam da orta yerinde.