İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a karşı giriştikleri Süveyş harekâtından beri Ada emperyalizmin bölge haklarına karşı yürüttüğü aralıksız savaşın bir ikmal ve sıçrama noktası olarak kullanılıyor.

Larnaka’dan yol bağladık Gazze’ye

Uzun süredir bilinen bir gerçektir: Kıbrıs’tan söz edilmesinden hoşlanmıyoruz. Sadece güneyinden ya da kuzeyinden değil, genel olarak. Akdeniz’in doğusundaki o kocaman ada yokmuş gibi yapmayı tercih ediyoruz. Oysa yaklaşık 9600 km2 büyüklüğüyle Mersin’in 60 km açığında duruyor o ada. Bir yere gitmiyor. Gitmeyecek de. Bize ne diyemeyeceğimiz kadar da önemli bir kara parçası.

Kıbrıs uluslararası siyasette sıkça kullanılan deyimle donmuş bir çatışma. Silahlar 50 yıl önce susmuş. Herkes köşesine çekilmiş, gemisini yüzdürüyor. Uluslararası anlamda meşru hükümet olan Kıbrıs Cumhuriyeti, bizim verdiğimiz isimle GKRY arada bir mali krizler yaşasa da genel olarak işler tıkırında diyebileceğimiz bir ülke. Deniz ticareti, turizm, biraz da serin gölgeli finans operasyonları. AB’ye üye, çok partili bir demokrasisi var, üzerinize afiyet güçlü tarihsel köklere sahip, siyasi arenada ilk ikide yer alan bir Komünist partisi bile var.

Adanın orta yerinde Büyük Britanya’nın iki üs bölgesi bulunuyor. Bunlara egemen üs bölgeleri deniyor zira yasal olarak o topraklar Kral III. Charles’ın devletine ait. Buradaki hava üsleri Ortadoğu’nun bütün kriz bölgelerine deyim yerindeyse bir bomba atımı uzaklıkta. Ada’nın ne güneyinde ne kuzeyinde bu üslerin varlığına karşı kitlesel, örgütlü bir karşı çıkma var. Akepesi, Cehapesi, Mehapesi Türkiye’deki ABD üslerinden ne kadar memnunsa Adadaki belli başlı siyasi güçler de yaygın adıyla İngiliz Üsleri’nden o kadar memnun.

Adayı bir tür emperyalist ileri karakol haline getiren bu üslerin kapatılmaları Kıbrıs’ta federal çözüm için çaba gösterenlerin, ille de nihai barış diyenlerin dahi öncelikleri arasında değil. Yeri gelmişken anımsatalım. Kıbrıs’ta barış yok. Daha doğrusu bir barış anlaşması yok. Silahların susması tarafların kendi aralarında da değil, Birleşmiş Milletler’le ayrı ayrı imzaladıkları birer ateşkes anlaşmasına dayanıyor. Hukuki düzlemde savaş devam ediyor.

Bu savaş durumunun yönetenler bakımından pratik faydaları var. Bunları başında “tehdit” argümanını olur olmaz kullanabilme rahatlığı geliyor. Ters giden bir şeye itiraz etmeye kalktığınızda  Güney’de de Kuzey’de devletin parmağı havaya kalkıp “tehdit” makamında sallanabiliyor.

Türkiye’de Kıbrıs’a bakış da bu yaklaşımdan nasibini alıyor elbette. Bu bakışa göre, Adanın kuzeyinde kurtarılmış ama her an “iğfal edilebilir” bir halk var. O yüzden davulcuya zurnacıya kaçmaması için -ki bu hikâyede Avrupa Birliği o rolü üstleniyor- çok dikkatli olmak, Kıbrıs Türk halkına takılan kelepçeleri çok da gevşetmemek gerekiyor. Bu arada gelsin arazi rantı, gelsin kumarhaneler, yolsuzluklar ve mafya soslu siyasi cinayetler. Bu bakışın bir diğer unsuru ise çok “stratejik”. Kıbrıs maazallah elden çıkarsa Türkiye Doğu Akdeniz’de tamamen kuşatılmış oluyor, bölgedeki enerji kaynakları üzerindeki “meşru” haklarını yitiriyor vs.. Son dönemde bu stratejik argümana yeni bir tuğla daha eklendiğini görüyoruz. NATO’nun varlığı, Türkiye’nin bu dünyanın en tehlikeli ve saldırgan terör örgütüne üyeliği ne zaman tartışılır hale gelse eli kalem tutan eski diplomatlarımız, emekli askerlerimiz parmakları ucunda dikilip “biz çıkarsak Güney Kıbrıs’ı hemen NATO’ya alırlar” diyebiliyorlar. Korkuluk gibi korkuluk! 

Oysa gerçekler bize bambaşka bir öykü anlatıyor. Adanın güneyinde de, kuzeyinde de, ortasında da NATO uzun yıllardır mevcut. İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a karşı giriştikleri Süveyş harekâtından beri Ada emperyalizmin bölge haklarına karşı yürüttüğü aralıksız savaşın bir ikmal ve sıçrama noktası olarak kullanılıyor. Güney Kıbrıs’taki hükümetler iktidarda hangi partinin bulunduğundan bağımsız olarak AB üyeliğinden beri de facto olarak NATO hizmetindeler. Kuzey’de NATO’nun en kalabalık ordularından birini kolordu seviyesinde bir kuvveti bulunuyor. Ortadaki Egemen Üsler ise Afganistan’dan Filistin’e karşı geniş Ortadoğu bölgesinde dökülen her damla kana kapasitesi ölçüsünde katkı sağlıyor.

Bunun son örneğini İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü soykırımda canlı olarak izliyoruz. İncirlik’ten kalkan ABD uçakları Kıbrıs’taki üslerde ikmal yapıp Netanyahu yönetimine cephane taşıyorlar. Doğu Akdeniz’deki ABD Filosu İsrail işini rahat görsün diye tuttuğu ölüm nöbetinde G. Kıbrıs limanlarından yararlanıyor. “Aşağı Hisar muhtarlığını kaybedersek Kudüs” düşer söylemini tekrarlamaktan bıkmayan Akepe Türkiyesi bir yandan bu manzarayı izlerken bir yandan da İsrail’in ölüm çarkları tıkır tıkır işlesin diye mal sevkiyatına devam ediyor.

Kıbrıs’ta mevcut güç odaklarının çatışan çıkarları olduğuna kuşku yok. Bununla birlikte bunlar başa çıkılamayacak meseleler değil. “Greater good”1 sözkonusu olduğunda Emperyalizmin irili ufaklı unsurları hep birlikte hareket ediyorlar son tahlilde. Bunun bir örneği de ABD’nin Güney Kıbrıs’ın Larnaka limanından Gazze’ye uzanacak bir yardım koridoru kurma kararı. 
ABD bir taraftan Filistinlilere ölüm yağdıran İsrail Ordusu’na cephane yetiştirirken bir yandan da soykırıma uğrayan halka gıda yardımı yapacak. Bunun için Gazze’de geçici bir liman kurulacak. Şu sıralar ABD’de bulunan Dışişleri Bakanı Fidan mevkidaşı Blinken’la herhalde bu konuyu da ele almıştır. Türkiye’den ABD’ye, Mısır’dan Avrupa Birliği’ne kadar herkesin “mış” gibi yapmakta birbiriyle yarıştığı Filistin meselesinde acaba Fidan Blinken’e “bu ulvi operasyon için neden bizim tanımadığımız Güney’deki bir limanı kullanıyorsunuz?” sorusunu yöneltmiş midir?

Yanıtını hemen vereyim: Hayır. Zira Türkiye’nin “mış” gibi yaptığı tek konu Filistin değildir. İşin içinde ABD’nin ve onun ittifakı varsa buralarda “milli dava” filan diye yutturulan hikayeler enayi oyalamaya yönelik teferruattan ibarettir. 

Sonuçta Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs, Türkiye, ABD, AB, Yunanistan ve İsrail, dünyada yaşayan milyarlara bir halkın göz göre ortadan kaldırılmasını izlettiren utanma duygusundan yoksun, insanlıkla bağını çoktan koparmış bir ittifakın üyeleridir. 
Türkiye’de ve dünyada halkların anımsaması ve belki de hiç unutmaması gereken sermayenin açgözlülüğünün cisimleştiği o ittifakın bütün unsurlarını sırtlarından atmadıkları sürece gezegende ölüm ve şiddetin hüküm süreceğidir.

  • 1. Herkesin, çoğunluğun iyiliğine olan ya da olduğu varsayılan eylem