Erdoğan yönetimi Batı ile daha fazla hizalanarak iktidarını berkitme çabalarına devam ediyor. Kahire’ye gitmişiz, yüzümüz mora çalmış, ne gam! Mevzubahis iktidarsa, gerisi teferruattır.

Kahire’nin mor gülü...

Meraklısı hemen tanımıştır. Başlık Woody Allen’ın senaryosunu yazıp yönettiği bir filme aittir. Allen’ın birçok filmi gibi sıradışı bir yapıttır. Yaşamının sonraki yıllarında midemin kaldırmadığı işler yapmış olsa da Woody Allen önemli bir yönetmendir. Ele alacağımız konuyla ilgisi filmin ismindeki iki sözcükten ibarettir. Birincisi bizim olayımızın da yaşandığı Kahire, diğeri ise filmin adında gayet masumane kullanılmış olsa da bir siyasi lider açısından yüz bölgesinde çok da tercih edilmeyen renktir.

Tesadüf bu ya, Akepe Genel Başkanı Erdoğan’ın Mısır Cumhuriyeti tam da Yalçın (Küçük) Hoca’nın “Aydın Üzerine Tezler”ini yeniden okumaya başladığım günlere denk düştü. En son 19 yaşında okumuş olduğum için ne kadar anlamış ne kadar anlamamışım diye kendimi sınamak ve geçen 40 yıla yakın sürede unuttuklarımı anımsamak için girişmiştim bu okumaya.

Türkiye ile Mısır’ın ilişkileri hem çok eski hem çok özel. İskenderiye kimi elinde bulunursa bulunsun Akdeniz’de İstanbul’a her alanda rakip bir megapol olmuş tarih boyunca. Mısır çağdaş dönemde Arapça konuşan halkların kurduğu 2 düzineye yakın devlet içerisinde siyaseten en görünür olanı. Gel gör ki, çeyrek akıllı kafatasçılara inat Araplar’dan ibaret değil Mısır. Ortaokuldan beri öğrendiğimiz gibi, 1517’te Yavuz Selim tarafından fethedildiğinde Memluk yönetimi var. Memlûkların bir bölümü Kafkasya kökenli bir bölümü ise Türkî. En az Osmanlı kadar Türk sayılabilecek bir imparatorluktan söz ediyoruz.  Fetihten sonra ortadan kalkmıyor Memlûklar. Bir tür aristokrasi olarak kalıyorlar Mısır yönetim kademelerinde. Osmanlı yönetimine girdikten yaklaşık 3 yüzyıl sonra da 1804’te Kavalalı Mehmet Ali Paşa geçiyor başa. Mehmet Ali Paşa etnik olarak Türk değil ama enikonu Osmanlılaşmış Müslüman bir Arnavut ailesinden geliyor. İlk işlerinden biri de Memlûk aristokrasisini likide etmek. Mısır’da bir hanedan kuruyor Kavalalı.

Yalçın Hoca’nın kitaptaki bir tezi Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkilerde az bilinen bir etkileşime işaret ediyor. II. Mahmut’la özdeşleşen Tanzimat’ın esin kaynağının Avrupa’dan ziyade reform yoluna daha önce girmiş olan Mısır olduğuna dair. Öyle ki, yeniçeri ocağı ortadan kaldırılırken atıyla ortalığa düşen Mahmut’un kıyafetinin enikonu Mısır esintili olduğu biliniyor. Ordunun modernizasyonunda da Kavalalı’nın Mısır’da başardıkları örnek teşkil ediyor. Tarih kitaplarımızda hızlı geçilen bir sayfayı daha anımsatıp kapatalım bu bahsi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın komutasındaki Mısır orduları, Anadolu’nun bir ucundan girip Kütahya’ya kadar geliyorlar 1833’te. İşin Osmanlı bakımından acı tarafı Kavalalı’nın ordusunun Anadolu’da geçtiği her yerde kurtarıcı gibi karşılanması. Bab-ı Ali öylesine panikliyor ki Rusya’dan askeri destek istiyor. Fransa ve İngiltere de Osmanlı’da bir hanedan değişikliğini arzu etmediklerinden İstanbul’un arkasında duruyorlar. Sonuçta Kütahya’da bir Osmanlı-Mısır anlaşması imzalanıyor ve mesele kapanıyor.

Bütün bu tarih anımsatmasının nedeni tarihsel olguları karşılaştırmak veya benzerlikler bulmak değil. Ne Erdoğan II. Mahmut’a benzetilebilir, ne de Sisi Mehmet Ali Paşa’ya. Burada önemli olan tarih boyunca iki ülkenin hem çok yakın hem de rakip olabildiklerinin altını çizmek.

Bir gerçek var, o Mısır ve Türkiye’nin toplam ağırlığının bölgede rakibinin olamayacağı. Bir diğer gerçek Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da Mısır’la kavga etmeye kalkışmanın bölgesel konumunuzda bir gerilemeye yol açacağının kesin olduğu. Haydi bir tane daha gerçeği anımsatalım. Türkiye’yi yönetenlerin Mısır’a “ağabeylik” taslamaya kalkışmasının hayırlı bir sonuç getirmeyeceği. Neden tez demedim de “gerçek” gibi iddialı bir sözcük kullandım? Salt kişisel ve mesleki donanımımın beraberinde getirdiği ukalalıktan değil elbette. Çünkü bunların hepsi denendi ve doğrulukları kanıtlandı.

Bakın yazının ortasını geçtik, sözde dış politika analizi yapıyor, Erdoğan’ın Mısır’a ziyaretini yorumluyoruz daha bir kere bile   Müslüman Kardeşler’den bahsetmedik. Bu girizgâhla güncele gelmiş olalım.

Akepe Genel Başkanı Erdoğan’ın 14 Şubat günü Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin konuğu olması yazılı ve görsel basında uzun uzun irdelendi. Fehim Taştekin ve Aydın Sezer gibi bölge uzmanlarının yazdıklarınasöylediklerine eklenecek yeni bir unsur bulmak güç. 

Özetlemek gerekirse Erdoğan Türkiyesi ile Mısır arasındaki iki temel sorun Müslüman Kardeşler (MK) ve Libya politikalarıydı. Bu aslında birbiriyle enikonu bağlantılı iki noktadaki anlaşmazlık bir de üçüncüye zemin hazırladı. Sonuçta, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarları ciddi bir şekilde zarar gördü.

Erdoğan’ı tarif ederken iki boyutlu bir siyasetçiden bahsetmek mümkün. Birinci boyut ziyadesiyle ideolojik. Faiz haram, İhvan kardeş vs.. İkinci boyut ise pragmatik. Her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya dayalı. Akepe Genel Başkanı ideolojik boyutu sonuna kadar zorluyor ancak başarısız olduğunda geri adım atmaktan hiç çekinmiyor. Burada bir rahatlığı var zira kendisini sıkıştıracak bir düzen içi muhalefet yok. Tamamına yakınını kontrol altına aldığı medya aracılığıyla her manevrasını geniş kitleler gözünde meşru ve haklı gösterebiliyor.

Öyle ki, 2019 yılında İstanbul yerel seçimlerinde rakip hatta düşman aday konumuna “terfi ettirilen” Sisi’nin ayağına kadar giderek ellerine sarılmayı Kurtuluş Savaşı sonrasındaki Türk-Yunan yakınlaşmasına benzeten az kullanılmış kiralık beyinlere bile rastlıyoruz.

Bu benzetmenin neresinden tutsak elimizde kalıyor. Öncelikle iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasında Mısır’ın neredeyse hiçbir kusuru yok. Türkiye’nin güney sınırlarında ABD ve Rusya’nın da -işine geldiğinde- desteklediği gruplar yüzünden yeri göğü inleten Akepe yandaşı güvenlik unsurları (uzman diyemeyeceğim), Mısır’ın batısında ve binlerce kilometre kara sınırı bulunan Libya’da, yine Kahire tarafından birinci derecede tehdit sayılan Müslüman Kardeşler’e yardım ve yataklık etmenin bu ülke açısından ne anlama geldiğini ya bilmiyorlar ya da aldırmıyorlar. Üstelik bu yardım ve yataklık Libya’yla sınırlı da değil. Akepe yıllarca MK kadrolarını Türkiye’de barındırıyor. Türkiye’den TV yayınları yapmalarını sağlıyor. Sonra da şaşırıyoruz neden Mısır Yunanistan ve Kıbrıs’la yakınlaşıyor diye.

O süreçte yapılan fahiş hatalardan biri de Mısır’a “siz çıkarınızı bilmiyorsunuz” mesajı göndermek. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan beri bölgenin en önemli ülkelerinden birinin dünya çapındaki diplomasisine akıl öğretmeye kalkışmak. Hayatında bir Mısır diplomatıyla karşılaşmamış olanlara boş laf gibi gelebilir ama iktidarda kim olursa olsun Mısır diplomasisi son derece donanımlı ve deneyimli bir bürokrasidir. 

Sisi’nin eli kanlı bir diktatör olduğuna kuşku yok. MK iktidarını vahşice bir darbeyle alaşağı etmiş ve on binlerce Mısırlı demokratı işkence tezgahından geçirmiş olduğuna da. Ancak bütün bunlar Libya ve MK konusunda kendi ölçüleri içinde meşru kaygıları bulunduğu ve politikalarını o doğrultuda geliştirmek zorunda olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Diğer taraftan Akepe Genel Başkanı’nın işkence, dikta filan gibi fani meseleleri dert etmesini de herhalde beklemiyorduk gemisini yüzdürürken.

Akepe’nin en azından kurucu kadrolarının MK’e yakınlığı sır değil ancak Akepe’yi ve Genel Başkanı’nın doğrudan MK meftunu veya mensubu saymak da yanlış. Nitekim Akepe bu ziyareti gerçekleştirebilmek için Libya’da rota değişikliğine gittiği gibi, MK’yı da bozuk para gibi harcamakta tereddüt etmedi. 

Erdoğan yönetimi Batı ile daha fazla hizalanarak iktidarını berkitme çabalarına devam ediyor.

Kahire’ye gitmişiz, yüzümüz mora çalmış, ne gam! Mevzubahis iktidarsa, gerisi teferruattır.