Ben bu ahkamı nasıl oluyor da böyle rahatlıkla kesebiliyorum? Almanya’nın üst düzey dört komutanının Rusya-Ukrayna konusundaki görüşmelerinin basına sızmasından. 

Batı(k) Avrupa

Başlığı beğendiniz mi? Bu hafta kafamda döndü durdu. Bana ait değil. 2000’li yılların başında tanıma olanağını bulduğum gazeteci Sıtkı Uluç’un yazdığı bir kitabın adı. Sıtkı Ağabey ne yazık ki aramızdan çok erken ayrılan bir gazeteciydi. Brüksel’de uzun yıllar görev yapmış, Türkiye’nin AB macerasını da Batı Avrupa’daki toplumsal/siyasal dönüşümleri de yakından izlemişti. 

Sıtkı Uluç benim gibi AB konularına yeni başlayan bir dışişleri memuru için eşsiz bir bilgi kaynağı ve istekli bir deneyim aktarıcıydı. Söyleşmekten keyif alırdım. Gerek bu söyleşiler gerek yazdığı kitaplarda çizdiği Batı Avrupa portresini ise o zamanki aklımla biraz karamsar, gereğinden fazla eleştirel, olumsuz bulurdum. 

Yetiştiğim çevre, aldığım eğitim Batı Avrupa’yı kafamda “çağdaş uygarlık düzeyi”yle eşdeğer kılıyordu. AB’ne üyeliğin gerçekleşeceğine pek ihtimal vermemekle birlikte üyelik sürecinin Türkiye’ye kimi faydalar sağlayacağına dair düşüncelerim vardı. Neyse ki bir yandan o süreci yürüten Akepe ve Fethullahçı ortağı, bir yandan da Batı Avrupa’nın lideri konumundaki iki ülkenin Sarkozy ve Merkel gibi liderleri öyle adımlar attılar ki, hızla uyanmakta pek zorluk çekmedim.

İzleyen yıllarda hep Batı Avrupa’da görev yaptım. Eleştirel tavrım değişmedi ama hep kimi erdemler buldum Avrupa’da. Kimi siyasal ve toplumsal özelliklere, reflekslere imrendiğim oldu. Şurası düzeltilse, burası halledilse dünya için ne iyi bir medeniyet modeli olabilir diye düşündüğüm de oldu.

Elbette, “refah devleti”ne olan ihtiyaç ortadan kalkmıştı, Avrupa sermayesi daha çok kâr istiyordu, bu yüzden rejimler yıllardır giderek aşırı sağa kayıyor, kitleler hızla örgütsüzleştiriliyordu. Sol akımlar sınıfsal niteliklerinden hızla uzaklaşarak kimlik çamurunda boğuluyordu, kısa süre öncesine kadar "kabul edilemez" sayılan düpedüz parti, lider ve hareketler medya gücüyle ambalajlanıp geniş kitlelere “makul” diye yutturuluyordu. Yine de Robespierre’i, Engels’i, Rousseau’yu, Marx’ı üreten aydınlanmanın beşiğinin böylesi derin ve tiksindirici bir karanlığa sürüklenebileceğini ummuyordu insan. Batı Avrupa sonuçta rejimlerden ibaret değildi, milyonlarca duyarlı insan da yaşıyordu ve bir noktada buna razı olmayacaklardır gibisinden umut kırıntıları taşıyordum içimde.

O son kırıntıları süpürme işlevini gören iki dönüm noktası yaşandı son 2 yılda. Birincisi Rusya-Ukrayna Savaşı, ikincisi İsrail’in Filistin’de yürüttüğü adlı adınca soykırım.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın çıkış sebebi, kimin ne kadar “haklı” olduğu gibi konularda sayfalarca yazdım, fırsat buldukça da konuştum. O yüzden o kısmı geçiyorum. Avrupa’nın şaftının kaydığını gösteren işaretlerden biri Ukrayna’ya verdiği destek değil, o desteği verme şekliydi. Savaşın ilk gününden itibaren yürütülen “diktaya karşı demokrasi” palavrasını da bir yana bırakıyorum. Benim açımdan asıl şaşırtıcı olan Batı Avrupa’nın savaştaki tutumunu son derece ilkel bir Rus düşmanlığına indirgemekte sakınca görmemesiydi. Rus kökenli sporculara, sanatçılara yapılanlar bir yana, Rus klasik yazar ve bestecilerine reva görülen muamelenin ilkellikten başka bir sözcükle tanımlanması mümkün değildi. Sanki Ukrayna kentlerini Çaykovskiy ve Tolstoy bombalıyormuş, sivil ölümlerinin sorumlusu Çehov’muş gibi bir hava egemen oldu Batı Avrupa’ya. Dünyaya rasyonellik öğretenler akıldışılıkta zirve yaptılar.

Bu sözde “işgal karşıtı” tutumun, işgalle filan ilişkisi olmadığını, sermaye rekabetinin basit, ilkel ve tiksindirici bir ırkçılıkla harmanlanmasından ibaret olduğunu, bizim bildiğimiz tanıdığımız, var olduğunu düşündüğümüz Batı Avrupa medeniyetinin  tarihe gömüldüğünü kesin olarak anlamamız için ise 7 Ekim 2023 sonrasını beklemek gerekti. 

Bir zamanlar bütün gezegene medeniyet dersi vermekle övünen, insan hakları, demokrasi deyince mangalda kül bırakmayan çeneler bildiğiniz kurukafa suretlerine dönüştüler. İnsanlık tarihinin en büyük soykırımına imza atan Almanya, o soykırımdan kurtulanların en az Naziler kadar gaddarca bir soykırımı sahneye koymalarına en etkin desteği veren ülke oldu. Biz Alman sosyal demokratları işçi sınıfına ihanet eden alçaklar olarak tanımıştık, bu vesileyle alçak soykırımcı katillerin iştahlı yardakçıları olduklarını da öğrenmiş olduk. Alman Yeşillerinin Avrupa ve dünya solunun yolunu şaşırtmak için kullanılan ucuz aletlerden biri olduğunu biliyorduk ama bu vesileyle insanlık düşmanı ve ırkçı vampirler olduğunu da öğrendik. Alman sermayesinin önlerine attığı kemikleri yalarken, emperyalizmin sadık bendeliğini yapmayı “solculuk” diye yutturmaya çalışan sekizinci sınıf aydın bozuntularının süfli ruhlarını da bu sayede açıkça görebildik. 

Batı Avrupa’nın Batık Avrupa’ya dönüştüğünün kanıtlarını sayfalarca sıralamak kolay ama daha da önemli bir husus var bu bağlamda ele alınması gereken. Kültürel ya da medeni anlamda gerilediğiniz zaman başka alanlarda da dikiş tutmuyor devletleriniz veya kurduğunuz yapının ismi her ne ise. 

Faşistleşmek en kolayı. Neticede en ilkel duygularınıza geri dönüyor, fikri ve ahlaki filtrelerinizi, frenlerinizi, insanlığın birkaç on bin yıllık medeniyet birikimini rafa kaldırıyor, önünüze çıkan her farklı varlığı dişlerinizle veya kirli pençelerinizle parçalamaya kalkışıyorsunuz. Biz bunu çok iyi biliyoruz çünkü her gün televizyondan izliyoruz cümle kurmaktan dahi aciz örneklerini. İçgüdülerinizin emrettiği gibi yaşamak başta kolay geliyor ancak önünde sonunda aklınızdan vazgeçmenin faturasını ödüyorsunuz. Bildiklerinizi unutuyor geriliyorsunuz.

Ben bu ahkamı nasıl oluyor da böyle rahatlıkla kesebiliyorum? Almanya’nın üst düzey dört komutanının Rusya-Ukrayna konusundaki görüşmelerinin basına sızmasından. 

Dışişleri Bakanlığı’nda 30 yıla yakın çalıştım. Ayrıca askerliğimi de o sırada devlet memuru da olduğum için temel eğitim sonrasında bir komutanlığın genel evrakında yaptım. İstihbarat dünyasına da yine mesleğim dolayısıyla aşina sayılırım. Bu üç kurum gizliliğin son derece anlaşılır sebeplerle neredeyse din seviyesinde tutulduğu yerlerdir. Daha kapıdan içeri girdiğinizde bir dizi uyarıyla karşılaşırsınız. Düşman her yerdedir, her söylediğiniz dinlenebilir vs.. İlk başlarda da bıyık altından güler, aman ne paranoya kardeşim dersiniz. Oysa dostunuz, düşmanınız, ortağınız veya rakibiniz ayrımsız olarak buralarda konuşulanları merak eder ve öğrenmek ister. Siz de fiziki ve sayısal tedbirinizi buna göre alırsınız. Konuşulacak konunun gizlilik derecesine göre nerede konuşulacağını, özellikle de nerede konuşulmayacağını belirlersiniz. 

Bütün bunlar bilinirken Alman komutanların imza attıkları gibi rezillik inanılacak gibi değil. Dört tane kerli ferli subay toplanmış resmen savaş ilan etmedikleri ve asla edemeyecekleri “düşmanın” mühimmat deposunu mu vurdurtalım yoksa köprüsünü mü çökertelim diye tartışırken kabak gibi açığa çıkıyorlar. Madem böyle bir pespayeliği konuşacaksınız, herkesin seyahatten dönmesini bekler, aynı binada buluşur, elektronik dinlemenin olanaksız hale getirildiği bir güvenli odada söyleşirsiniz savaş fantazileriniz üzerine. Şayet içinizden biri karşı tarafa bilgi vermezse veya toplantının yapıldığı o kuruma da kendi ellerinizle bir cemaatin mensuplarını doldurmadıysanız sonsuza kadar da gizli kalır konuştuklarınız. Mesele bu kadar basittir. Böylesi muz cumhuriyetinde olmaz desem, muz üreticisi ülkelere ayıp olacak. Öylesine büyük bir felaket. Dünyaya metot, yöntem, düzen, disiplin öğreten ülkenin düştüğü hale bak! Demek ki neymiş? Faşizm akli melekelerde de hızlı bir gerilemeye yol açarmış. İnanmayan bizdeki grup toplantılarını izlesin!

Batı Avrupa, koşar adım Batık Avrupa haline gelirken Doğu Almanya’yı ilhak eden Batı Almanya da Batık Almanya’ya dönüşme yolunda emin adımlarla ilerliyor... Hayırlı yolculuklar!