23 Haziran’a giderken neler olabilir?

Uzun bir Haziran olacak. Herkes İstanbul seçimlerine odaklandı, anketler yayınlanıyor, şöyle çalışılacak, adayların stratejisi böyle filan… Oysa Türkiye’de siyasi dengeler açısından 23 Haziran öncesindeki süreç, en az seçimin kendisi kadar önem taşıyor. Belki seçimin kendisi bir teferruata dönüşecek… 

Lafı fazla uzatmadan olası gelişmelerden söz edelim sonra ne yapmak gerektiğine döneriz.

Türkiye’de siyaset alanında 23 Haziran sürecinde neler olabilir?

1. Siyasi iktidar 1 Kasım 2015’e giderkenkine benzer bir yöntem izler, her tür baskı, yıldırma, provokasyonu dener, seçim süreci asimetrik bir mücadeleye, bir tek kale maça dönüşür, bugün “her şey çok güzel olacak” diyenlerin de içinde bulunduğu kesim “böyle seçim olmaz” demeye başlar. İktidar açısından bunun zorlukları vardır, ekonomide ve dış politikada koşullar 2015’ten farklıdır, iktidarın iç dokusu bayağı örselenmiştir. Dolayısıyla 2015’ten farklı olarak “milliyetçi” hezeyana oynamak yerine, elindeki devlet olanaklarını sonuna kadar kullanmaya ve her tür hukuksuzluğu göze almaya yönelebilir. Bunun meşruiyet krizini derinleştireceği, AKP koalisyonundaki çatlakları onarmak yerine büyüteceği beklenebilir. Ancak yine de “AKP bu yolu asla denemez” diyebilir miyiz? Hayır, AKP’yi ve Erdoğan’ı tanıyoruz, hukuksuzluğun tırmandırılmayacağının, 31 Mart’tan sonraki skandalın benzerlerinin masaya konmayacağının bir garantisi bulunmuyor. Süreç böyle gelişebilir.

2. Siyasi iktidar “normalleşme” sinyalleri verir, yeniden AB’ye üyelikten dem vurur, ABD ile sorunlarının bir bölümünü aşma yoluna girer, Hacı Sabancı’ya “hacı ne istedin de vermedik, söyle derdini” der, HDP’ye “fazla yakın durmayalım ama söz yine ufaktan ufaktan açılırız” mesajı verir, hukukun üstünlüğünden dem vurur, af söylentileri çıkarır. İşin gerçeği, YSK kararının Erdoğan’ı geri adım atmaya, “normalleşme”ye ikna için alınmış olması bile mümkün. Veya, YSK kararını Erdoğan’ın pazarlık yöntemi olarak düşünebilirsiniz. Ben karardan önce “Erdoğan belki de İstanbul’u normalleşmenin fiyatı olarak belirledi” diye yazmıştım; bu da mümkündür. Bu yol Erdoğan’ı başarıya götürebilir ve kilitlenen Türkiye toplumu bir kez daha Erdoğan eksenli bir taraflaşmaya mahkum olabilir.

3. 23 Haziran’a giderken Erdoğan’ın “sertleşme” hamleleri bu kez boşa çıkar veya tersinden normalleşme girişimleri emperyalist merkezler ve sermaye çevrelerinde alıcı bulmaz, iktidarının altındaki halı çekilir, AKP’nin içi karışır, sermaye sınıfımız sosyal medya “eleştirileri”yle yetinmeyip somut adımlar atar, yeni parti kuruluverir, en “güvenilir” Saray kadroları gemiyi terk eder, Erdoğan’a İstanbul’u vermenin onun kontrolünü zorlaştıracağını düşünenler kararlı durur ve Türkiye’de yıllardır hazırlıkları yapılan “proje” ağırlığını hissettirir. Yok böyle şeyler diyen var mı? AB’ci, NATO’cu, cemaatlerle içli dışlı, sermaye çevrelerinden cesaret alan bir düzen muhalefetinden söz ederken uzaylılardan bahsetmiyoruz. Kılıçdaroğlu da İmamoğlu da bu projenin aktörleridir. Bunu hemen herkes biliyor da, kimse bildiğini dillendirmiyor. 

Bu üç olası gelişmenin varyantları var, gerçek hayatta bunlar bütünüyle ayrışmayabilir, farklı vektörler ortaya çıkabilir. Bakın on gün içinde Erdoğan’ın pozisyonunda bu bağlamda ne kadar değişiklik oldu! Önceki gün, Avrupa Birliği’ne atıp tutmaksızın “üyelik hedefimizden şaşmayacağız” diye buyurdu, OHAL sürecindeki mağduriyetlerin düzeltileceğini ima etti, yargıda reform yaparsak piyasalar rahatlar dedi, aynı anda S-400’lerin Temmuz’da gelmeyeceği haberleri yayıldı, Anayasa Mahkemesi Ayşe Öğretmen’in özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vererek oldukça ilginç bir değerlendirmeyi kamuoyu ila paylaştı, önüne gelene “terörist” denemeyeceğini ilan etti, üstüne özgürlüğü kısıtlanan eğitim emekçisi derhal serbest bırakıldı. Bütün bunlar bir günde oldu.

Bu bir yönelimdir ama unutmayalım, tam tersine işaret eden örnekler de çoğalmaya devam etmektedir. Türkiye’de hep sürecin bütününe bakmak, gündelik gelişmeler üzerinden kesin hükümler vermemek altın kuralımız olmalıdır. “Gördün mü bak, hani normalleşme olacaktı”, “HDP AKP ile bir daha asla masaya oturmaz”, “Erdoğan MHP’ye mahkumdur” ve benzeri değerlendirmeler ya da bunların tam tersine işaret eden saptamalar, süreci, yönelimi kavramayı zorlaştırmaktadır.

Bu hatanın kaynağında iki olgu yatmaktadır. Birincisi, Türkiye’de her durumda bir sınıf egemenliğinin hüküm sürdüğünün unutulmasıdır. Erdoğan güçlü bir figür olabilir, yıllar içinde kişisel otoritesini pekiştirmiştir ama bütün bunları patron düzeninin mantığı içinde, onunla karşı karşıya gelmeyerek gerçekleştirmiştir. Bugünkü krizde Erdoğan ya da muhalefetin kararlarından daha önemlisi, sermayenin tavrıdır.

İkincisi krizlerin kişisel kararlardan türediği yanılsamasıdır. Siyasal aktörlerin tasarrufları krizleri derinleştirebilir ama onların kaynağında daha karmaşık toplumsal-sınıfsal dinamikler vardır. Bugün Erdoğan’ın biri dizi konuda geri adım atmasını sağlayacak olan, yalnızca onun kendisini kurtarma güdüsü değil, Türkiye burjuvazisinin ve uluslararası tekellerin “yeter” demesidir. Ancak Türkiye’de sermaye AKP öncesine dönemez, bölgesel iddialarını tamamen terk edemez; bu anlamda bir yandan da Erdoğan’ın inisiyatif alan politikaları ve emeğe karşı saldırganlığının sermaye sınıfında bulduğu yankı Erdoğan’ı fazla geri basmamak konusunda cesaretlendirmektedir.

Böyle bir Türkiye’de, bütün bunlara işaret eden, tavır alan bir farklı ve bağımsız bir siyasal hatta ihtiyaç olduğu açık. TKP bu boşluğu doldurmaya çalışmakta ve her geçen gün daha fazla emekçinin ilgisini çekmekte.

Bu nedenle TKP, 23 Haziran’la ilgili “yeni bir değerlendirme yapacağız” derken, bütün bu olasılıklarla ilgili ne tür gelişmelerin yaşandığına bakacak, bu gelişmelere kendi perspektifi ile müdahale edecek ve yeni kararlar alacaktır.

Daha açık olması için, maddelere dönerek yanıt vereyim:

Birinci seçenek güçlü bir biçimde kendini hissettirirse, TKP boykot çağrısını güçlendirir ve atılan tokada öbür yanağı çevirme politikasının parçası olmaz. 

İkinci seçenek, Erdoğan’ın bu ülke siyasetini kilitlemeye devam etmesi anlamına gelir. Burada yeniden değerlendirme, düzen muhalefetinin de desteğiyle AKP Türkiyesi’nin normalleştirilmesi tehlikesini en iyi nasıl bertaraf edeceğimize karar vermek anlamına gelir. Bu aşamada, Erdoğan için bir referanduma dönüşecek İstanbul seçiminde, “hayır” demek için İmamoğlu’na oy vermek güçlü seçenektir. Tamam CHP, “bunu bir referanduma dönüştürmeyeceğiz, 23 Haziran’daki seçim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimidir” diyerek kendi yolunu çizmektedir ama birçok yurttaş için, yinelenen seçimde oylanan Erdoğan olacaktır. Dediğim gibi, değerlendireceğiz, her bir parametreyi hesaba katacağız ve ne yaparsak yapalım bunu TKP gibi yapacağız. 

Üçüncü seçenekte işaret edilen projenin önü 23 Haziran’dan önce açılır, Erdoğan’ın kilidi erken çözülürse, TKP bu yaşananların içerdiği tuzaklara daha fazla odaklanır ve bu projeye güçlü bir şerh düşer. Boykot bu kez başka bir boyut kazanabilir ve süngüsü düşürülmüş AKP ile ılımlı AKP rejimi için önü açılan muhalefet blokuna aynı anda “hayır” demek zorunlu devrimci tavır haline gelebilir.

Demem odur ki, Haziran uzundur ve görüldüğü üzere Mayıs ayı da bitmek bilmeyecektir. İzlemek, müdahale etmek ama en önemlisi emekçi halkı bütün bu olasılıklara karşı uyarmak, hazırlamak, halkın örgütlü gücünü oluşturmak gerekir.