"Hayal kırıklığına uğramamanın yolu, milyonların oyun kurması ve hep birlikte smaç vurmasıdır."

Kadın voleybolcuların düşündürdükleri…

İlgili-ilgisiz her şeyden kendisine pay çıkaran, aynı binanın temelini birkaç kez atan, biri on, pireyi deve yapan AKP iktidarının kadın voleybolunda arka arkaya elde edilen başarıları gönül rahatlılığıyla kendi hanesine yazamaması çok eğlendirici…

Bu ayardaki bir başarının erkeklerden gelmesi durumunda tören üstüne tören düzenleyecek olan Erdoğan ve ekibi yarım yamalak kutlamalarla meseleyi geçiştirmek zorunda kalıyor. Aslında aynı anda birden fazla “can sıkıcı” unsuru barındıran Milli Voleybol Takımı’nın bir an önce gündemden düşmesini bekliyorlar.

AKP ve onun temsil ettiği Osmanlıcılık ve siyasal İslamcılık ne zaman rahat ettiğini, önünü açtığını sansa bu tür bir toplumsal/kültürel sorun ile karşı karşıya kalıyor. Toplumsal dinamikler tam da böyledir, çelişkiler birikir, gerilimler derinleşir, fay hatları belirginleşir ama hangi olayın bunları gün ışığına çıkaracağı önceden kestirilemez.

Kadın voleybolcular etrafında dönen tartışma ve bu tartışmanın ürünü olan taraflaşma ile Gezi Direnişi sırasında açığa çıkan toplumsal enerji aynı noktadan beslenmektedir. İkisi kıyaslanamaz, birisi muazzam bir halk hareketidir. Ama kaynak aşağı yukarı aynıdır.

İkisi arasındaki fark, parlamento/düzen muhalefetinin büyük bir halk hareketinden sonra toplumu uyuşturması ve on yıl içinde artık sokakta tepki veremez hale getirmesinden kaynaklanmaktadır.

Değişen bir şey yok, Türkiye toplumunun en az yarısı AKP’nin tasarımı olan ülkeyi kabullenmiyor. Ancak bunu on yıl önce olduğu gibi sokakta dile getirmediği, örgütlü bir tepki veremediği için, kendisi adına birilerinin çıkış yapmasını bekliyor. Bu bir parlatılmış siyasi figür olabilir, bir pop star olabilir, kadın voleybolcular da olabilir.

Açık söylemek gerekirse, siyasetin balon gibi şişirilmiş “kahramanları” yerine bir voleybol takımına böyle bir rol verilmesi tercih edilir. A Milli Voleybol Takımı kolektiftir, laiklik başlığında doğal ve gerçek bir taraftır, pişkin bir siyaset kültürünü temsil etmek yerine, doğallığında ve zorunlu olarak “siyasallaşmak” durumunda kalmıştır.

Bir yandan da ne kadar acıdır, Türkiye’nin yirmi küsur yılını karartan bir iktidar karşısında bir voleybol takımına tutunmak!

Sportif başarıyı asla küçümsemiyorum, heyecan verici bir tarafı var. Ayrıca parlamento muhalefeti tarafından kötürümleştirilen bir toplumsal direncin “ben buradayım, yaşamaya devam ediyorum” demesi elbette önemli.

Peki buradan siyasal ve ideolojik açıdan daha gelişkin bir enerji çıkar mı?

Çıkar, tek bir koşulla.

Türkiye’de yaşam tarzına müdahale edilmesini, kamusal alanın dinselleştirilmesini, bilim-sanat-kadın düşmanlığının her taşın altından çıkmasını kabullenmeyen geniş bir kesimin olduğu ortada. Milliyetçi-sekülerler, cumhuriyetçiler, liberaller, devrimciler, büyük bir karmaşa ve çeşitlilikle bu kesimin içinde. Farklı duyarlılıklara ve önceliklere sahipler ama bu anlamda aynı noktada duruyorlar.

Ayrım “ne istemiyoruz”dan çok “ne istiyoruz”da ortaya çıkıyor.

Artık enine boyuna tartışılması gereken bu. Çünkü “istemiyoruz”, ne AKP’yi aşmaya yetiyor ne Türkiye’de halka heyecan veriyor. Daha da önemlisi, AKP toplumda kendi Türkiye tasarımını kabullenmeyen kesimleri manipüle etme konusunda inanılmaz bir beceri kazanmış durumda.

Liberallerle cumhuriyetçilerin, devrimcilerle NATO’cuların yan yana gelmesinden bu ülkeye zerre yarar gelmiyor.

Bu anlamda Cumhuriyetin yüzüncü yılını, “ne istiyoruz” tartışmasının alevlenmesi için bir fırsat olarak değerlendirmekte yarar var.

Bizim, komünistlerin ne istediği belli ama canlı, taraflaştırıcı bir tartışma için zemin yaratabilmiş değiliz. Eğer Türkiye’de toplum pusulasızlık ve çaresizlik içinde bugün voleybolcu kadınların, yarın saçma sapan bir yasaklamaya meydan okuyan bir şarkıcının, diğer bir gün mağdur edilen bir gazetecinin kanatları altında “kurtuluş” aramaya devam edecekse bu ülkeye, bu halka yazık olur. Ayrıca bu yükü taşımak zorunda olmayanlara, güncel örneğimizde voleybolculara yazık ederiz.

Çünkü bu tür abartıların ardından her zaman hayal kırıklıkları gelir.

Hayal kırıklığına uğramamanın yolu, milyonların oyun kurması ve hep birlikte smaç vurmasıdır.