Yalancının mumu

Kıtır... uydurma... palavra... martaval... Ve yalan, hepsi yalan!

Dinleyen, okuyan ya da bakan birinde yanlış bir algı yaratmak üzere, bilinçli olarak gerçeği çarpıtarak söylenen, yazılan her söz, aktarılan her görüntüye ne diyeceğiz? Amacı ne olursa olsun ister nezakete dayansın, ister korkuya, utanca, isterse iyi niyetle bir insanı üzmemek için, isterse zor bir durumdan kurtulmak için uydurulmuş olsun... İster pembe olsun, ister beyaz. Yalan! Lamı, cimi yok, bu çarpıtmayı yapana da yalancı!

İnsanların yaşam boyunca, yeri geldikçe yalan söylediğini hepimiz biliriz. Daha küçücükten başlarız yalan söylemeye. Örneğin, kabahatimizi örtmek, annemizin, babamızın ve daha sonra öğretmenimizin vereceği cezadan kurtulmak için... Anne ve babamızın “yalan söylemek ayıp ve günahtır” demesine karşın, yalan söylediğini de gözlemlediğimiz, hâttâ onların yalancı şahitliğini yapmak zorunda kaldığımız da olur. Her seferinde de ortada bir yalan dolaştığını bilir ve ona başvurmak ya da katılmak zorunda kaldığımız için biraz da utanırız.

Aslında yalan söylemek zor iştir.

Birincisi, gerçekleri eğip, bükmek fantezi ister, yaratıcılık ister. Mantığa uygun, sistemli bir kurgu yapmak ister.

İkincisi, yalanı formüle etmek daha da zor iştir. Dili iyi bileceksin. Çeşitli kavramları, çoğu zaman içini boşaltarak, görüntüleri yanıltıcı çağrışımlar yapacak şekilde kullanarak öylesine karman çorman edeceksin ki, en gerçek dışı ifadeler düz mantık süzgecinden geçtiğinde gerçeklikle sarmaş dolaş olacak neyin doğru, neyin yalan olduğu birbirine karışacak.

Yukarıdakiler bir şey değil. Asıl bu aşamalardan sonra işin en zor faslına gelinir: İnsanların gözünün içine bakarak bu yalanı söylemek. Hiçbir şey olmasa, vücut dilin yalanını açığa vurur. Adrenalin salgın yükselir, nabzın hızlanır. Gözlerini diktiğin yön, bakışlarındaki buğulanma, vücudunun özellikle baş bölümünde, yanaklarda ve burunda kendisini gösteren kızarıklıklar.

Üstelik, yalan bir kez ağızdan çıkmakla kalmaz. İnsanın üstüne yapışıp kalır. Kuyruğu da uzun mu uzundur. Uzun olmanın ötesinde üretkendir. Ortaya atılan her yalan yeni yalanlar üretir. Bu nedenle, yalan söyleyebilmek için çok sağlam bir bellek sahibi de olmak gerekir. Söylediğin yalanı unutmayacaksın ki, bir süre sonra tersine bir şey söyleyip, açık vermeyesin, yüzün kızarmasın.

Bazı tipler vardır, sürekli yalan söyleyen. Okulda, mahallede, tanıdıklar arasında herkes bilir onun yalancı olduğunu. Sadece arkasından değil, yüzüne karşı da dalga da geçerler, isimler takarlar bu tür tiplerle. “Pinokyo, yine burnun uzuyor!” Kimse ciddiye almaz böylelerini. Yalan söyleyen kişinin, söylediğiyle gerçeklik arasındaki karşıtlığın bilincinde olması ve bundan doğan çelişkiyle yaşamak zorunda kalması, şizofrenik bir durumdur. Tabii narsistik kişilik bozuklukları nedeniyle sürekli yalan söyleyen ve psikolojik tedavi görmesi gereken patolojik yalancılar da var.

Kişisel yalanlar bir yana, bir de toplumsal yalanlar vardır. Devlet yalan söyler, memur yalan söyler, siyasetçi yalan söyler. Ve herkesin bu yalanlarla yaşaması istenir. Hâttâ kimi yalanlar devlet sırrı olarak saklanır, ifşa etmeye, yalanın ardındaki doğruyu anlatmaya kalkanlar ağır cezalardan kurtulamaz.

Yalan aşırı biçimde toplumsallaştığı zaman işin dalga geçilecek yanı kalmaz - kalmamalıdır!

Halkımız devletin tüm kademelerinde, diplomaside, ekonomide üniversitesinden, hastanesine, gazetesinden radyosuna, televizyonuna, köşedeki reklam panosuna dek gerçeği çarpıtan ya da tümüyle inkâr eden söylemleri okuyarak, dinleyerek, hedefli olarak kurgulanmış görüntüleri görerek geldi bugünlere. Siyaset arenasında nice yalancı politikacılar gördü geçirdi. Bazısı işi espriye vurmaya kalkardı. Bir başkası inandırıcı olabilmek için yalanını bir dizi doğrunun arasına sıkıştırmaya çalışırdı.

Eh, yalancının mumu meselesi. Hepsinin mumu bir zaman geldi, eriyip, bitti. Tabii kimisinin mumu görece daha uzunca sürdü, kimininki hemen söndü. Ama eninde sonunda şapka düştü, kel göründü. Ve hepsi geldiği gibi gitti.

Ne var ki, bugüne dek böylesi görülmedi. Koro halinde milyonların gözünün içine baka baka gerçeği çarpıtmaktan çekinmeyen böylesi bir takıma rastlanmamıştı.

Dedim ya, yalan söylemek zor iştir. Haydi diyelim ki, yanında yörende sana bir sürü yalan formüle eden, bunları notlar halinde ya da kulağına fısıldayarak sana aktaran bir sürü danışman (hâttâ başka uluslardan, mesela Amerikalı yalan uzmanları, onların da her an başvurabileceği think-tank’ler) var. Bunlar günün her saati bir dizi yalan uydurarak, her duruma göre A, B ve C planlarına uygun yalanlar üreterek sana cephane taşıyorlar. Sen gel de bunları kılın kıpırdamadan, üstelik kaşlarını çatıp, dudaklarını şişirerek, “Doğru budur, bundan başka doğru yoktur! Bana inanmayanı ben ne yaparım!” diye tehditler de savurarak dillendir bakalım. Sonra da çevrendekilere emirler yağdırıp, bazılarını koro halinde kanon yapmaya, bazılarını da yumuşak seslerle ve besmeleyle başlayıp, o yalanları nakarat haline getirmeye zorla.

Bir siyasetçinin bunca yalan ve yanlışı dillendirebilmesi için tüm zihin sistemi öylesine eğitilerek şartlandırılmış olmalı ki, kendisi bile unutmalı neyin doğru, neyin yanlış olduğunu. Vicdanı öylesine kararmış olmalı ki, yalanlarının sonuçları, ister sayısız insanın canına mal olsun, isterse milyonlarca insanın sefaletini doğursun, onu asla ilgilendirmemeli.

Yalanlar yapışkandır. Söyleyeni asla terk etmez. Her yalanla birlikte yalancıyı bir kez daha esir alır. Yalanların ablukası öylesine sarar ki kişiyi, artık kurtuluşu kalmaz. Böyleleri girdikleri yalan yolunda akıllarıyla, bedenleriyle, cüzdanlarıyla öylesine esirleşip, öylesine yalana bulanmış olurlar ki, bir gün bu yalanlar ortaya döküldüğünde başlarına geleceklerden giderek büyüyen bir korkuya kapılırlar. Bu nedenle de olanca güçleriyle yalan söylemeye devam ederler. Üstelik, artık bir önce söyledikleri yalanı örtbas etmek için de değil. Günü birlik, bugün söylediklerinin ertesi gün tersini söylemekten çekinmeksizin... Herkesin gözü önünde yaptıklarının tersini söyleyerek, söylediklerinin tersini yaparak ve farkında olmadan...

Farkında olmadan, bir gün düşerek paramparça olacakları uçuruma doğru sürüklenerek!

Çünkü... “Birisini her sefer aldatabilirsin herkesi bir sefer aldatabilirsin ama herkesi her sefer aldatamazsın!” (İngiliz atasözü)

Yalan ve yalancılar üzerine benden bu kadar.

Bir de yalancılara sistemli olarak yalan söyletenler var. Onlara gelince... Onlar da hain ve kaypaktır. Yalancının mumu sönmeye yüz tutunca, kendilerini kurtarmak için ondan uzaklaşmakta bir an bile duraksamazlar. Giderken altından koltuğu, elinden mikrofonu çekip almayı da ihmal etmezler. Ve bir gün gelir, yapayalnız, tek başına kalıverir yalancı. Böyle niceleri tarihin karanlık dehlizlerinde en ufak bir iz bile bırakmaksızın kaybolup gitti.

Bir gün mum sönecek ve bunlar da gidecek.

Tabii, kendi rızalarıyla değil. Çünkü, siyaset sahnesinde, sadece her söylemi yalan içeren, halk arasında siyasetin yalanla at başı gittiği sanısı yayan, ağızlarından çıkan her sözle buna örnek oluşturan siyasetçiler yok. Başkaları da var. Onların ürettiği her yalanı açığa çıkaran, nedenlerini açıklayan, sonuçlarına işaret eden... Dahası, ve en önemlisi, yalandan kurtulmanın yolunu da gösteren...

“Halka yalan söylemek suçtur!” diyenler de var bu ülkede.

Umudum onlarda.