Gün Gelmez, Devran Dönmez!

Şöyle kabaca bir arkama bakıyorum da...

AKP iktidara gelmeden önceden başladı bir izleme merakı. 12 Eylül faşistlerinden kalan bataklıkta ayrık otu gibi biten partilerin koalisyonları sırasında ayyuka çıkan her türden yolsuzluk izlendi... En tepeden başlayarak Özal’ın “işini bilen memurları”na dek uzanan rüşvet ve irtikap furyaları izlendi... Açıkça ortalıkta dolaşan, kimi devletten destek alan Mafya tipi örgütlenmiş zorbalar ve katiller izlendi... Kürt ulusal hareketine karşı orduyla, jandarmayla, korucularla sürdürülen ve nice canlar yakan bir gizli-açık savaş izlendi... Süreklilik kazanmış bir ekonomik kriz ortamında işçi ve emekçilerin yarınından korkması, çalışarak fakat çalmayarak namusuyla yaşamak isteyen milyonlarca insanın çektiği acılar izlendi...

Ya, işte böyle... Bunlar hep izlendi.

Derken birileri çıktı “temiz eller”den, “adalet”ten, “özgürlük”ten, “demokrasi”den dem vurdu. “Herkese iş, aş ve başının üstüne bir dam” gibi, aslında komünistlerden çalıntı laflar etti. Üstelik bunlar “inanmış Müslüman” dolayısıyla, gerçekten namuslu insanlar oldukları yalanıyla ortalığa döküldüler. Kim ve asıl amaçlarının ne olduğu baştan bilinenlerin bu kulağa hoş gelen martavalları, “özgür ve demokratik bir düzen kurma”, “adaleti tesis etme”, “yığınları refaha kavuşturma” yalanlarını yayması da izlendi.

Sadece izlenmedi. Önce sessizce, sonra açıkça desteklendi.

Günlük yaşam derdinde olan, politik bilinçten yoksun insanların bu demagojilere kanmasında hayret edilecek ne olabilirdi ki? Asıl hayret edilmesi gerekenler solda yer alan, toplumsal ve siyasal olguların sınıfsal tahlilini yapabilecek -ya da yapması gereken- nice insandı. Bütün bu süreçleri belki biraz kaygıyla fakat “belki” diyerek, ses çıkarmadan izleyenlerdi, asıl hayret edilmesi gerekenler. Dahası, inançlı bir beklentiyle destekleyenlerdi. “Yetmez ama”cılardı,oldan dönme liberallerdi.

Böylece geldik bugünlere.

AKP bir kez daha yapacağını yaptı. Reform falan derken, elini defalarca kana bulamış katilleri sokağa salıverdi. Aslında yeni bir durum var ortada. Kendi sınırlarına geldiğini ve artık yavaş yavaş halkın bazı kesimlerinin desteğini kaybetmeye başladığını fark eden AKP yeni destekler arıyor. Bunun için, şimdiye dek ona muhalif görünen bazı faşistleri kendi saflarına davet ediyor. Aslında kimi eski faşistler çoktan AKP saflarında birikmiş bulunuyorlar. Söylemi ne olursa olsun, baş görevi emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmek olan bu akımların aynı safta toplaşması sorun değil.

Sorun, başka cenahta.

Yedi gencecik TİP üyesini hunharca katleden katillerin salıverilmesi karşısında dehşet içinde kalanların bazılarında. Çoğu yerden protesto sesleri yükseldi. Vicdan sahibi herkes, herhalde bir an için sarsıldı. Bu arada DİSK Genel Başkanı Erol Ekici de bir açıklama yaptı.

Ne kadar sevindim bilemezsiniz!

“Eli kanlı faşistlerin özel yasalarla serbest bırakılmaları, devlet tarafından korunup, kollandıklarını bir kez daha göstermiştir” başlığı taşıyan açıklama, artık dünya âlemin bildiği bir gerçeği vurguluyordu.

Ve ne kadar üzüldüm bilemezsiniz!

Yıllardan beri hemen herkesin bildiği bir gerçeği vurgulamaktan öte gitmeyen bir açıklamayla karşılaştım. Adaletsizlikten, hukuksuzluktan, ayaklar altına alınan insan haklarından, demokrasi ve (hiçbir zaman mevcut olmamış) hukuk devletinden bahseden açıklama herhangi bir sivil toplum örgütünde gelmiş olabilirdi. DİSK’in asıl savunmak ve uğruna mücadele etmekle görevli olduğu ve AKP tarafından her adımda bir kez daha “ayaklar altına alınan işçi hakları”ndan tek sözcük yoktu. Ve sonunda, başkanı alçakça katledilen, yöneticileri zindanlara atılan, işkence masalarına yatırılan “...bir işçi konfederasyonu olarak bu gelişmeleri kaygıyla izliyoruz” cümlesinde ifadesini bulan tutum.

Hâlâ izliyorlarmış!

Bir zamanların yiğit sendikal mücadelesinin temelleri üstünde yükselmesi gereken DİSK yönetimi izliyormuş. Kendimi sokaklara vurup, haykırarak sormak geldi içimden: Neyi izliyorsunuz? Nasıl izliyorsunuz? Neden izliyorsunuz? Hâlâ hangi beklentiyle izliyorsunuz? Daha ne kadar izleyeceksiniz?

İşte bu sorunun yanıtını da son cümlede okudum: "Gün gelecek(miş), devran dönecek(miş), AKP halka hesap verecek(miş)!" Anlaşılan beklenti son derece basit, hiçbir çabayı gerektirmeyen bir formüle dayanıyor: Onlar izlerken gelecek o gün. Ve onlar izlemeye devam ederken dönecek devran. Ve onlar ısrarla izlemekte ayak direrken, AKP halka hesap verecek. Belki AKP halka hesap verirken de izlemeye devam etmeyi düşünecekler çıkabilir.

Tekrar ediyorum: Sorun ne AKP’de, ne faşist katillerde, ne derin devlette, ne darbecilerde. Canı boğazına gelmiş, gün be gün yaşam mücadelesi vermek zorunda olan, üstelik eğitim düzeyi düşük yığınları da AKP’nin demagojilerine kandıkları için suçlamak haksızlık olur.

Sorun başka cenahta.

Görüldüğü kadarıyla, tüm kaygılara karşın izlemekte ayak direyenlerde. Bir gün gelecek diye umarak izleyenlerde. Ben şimdiden onlara söyleyeyim. Ne o gün kendiliğinden gelir, ne devran durup dururken döner! Ne de AKP kendiliğinden nedamet getirip, hesap verir!

Fakat ne mutlu bize!

Ne mutlu bize ki, bu gerçeği bilen, izlemekle yetinmeyip, dişiyle tırnağıyla mücadele edenler var bu ülkede. Bilinçli işçiler var! Namuslu solcular var! Namuslu aydınlar var! AKP’nin işçi, emekçi düşmanı uygulamalarını kemiklerinde hissederek gözünü açmaya başlayan yığınlar var.

Ve en başta Komünistler var.

İşte ben onlara bakarak diyorum: Bir gün gelecek, devran dönecek...