Oyum Annemin Koynundadır

Yarım yamalak da olsa, eksikli gedikli de, babamın ellerini anlatmayı denemiştim çok zaman önce, çiziktirmiştim de birşeyler. Ama annemin koynunu anlatmak istediğimde takılıp kaldığım noktayı yıllardır aşamadım ve yazamadım.

Binlerce anı sıralasam kendine yer bulamayacak kadar küçük, önemsiz bir enstantanedir o takıldığım nokta. Edebiyatın, yani sözün, kelimelerle ifadenin, görüntüye ve sese karşı tartışılmaz üstünlüğünü ve elverişliliğini savunageldiğim bilinir, bu açıdan, söz konusu enstantaneyi anlatmaya gücümün yetmemesi, bir başka yenilgi anlamı da taşır benim için.

Ama takılmışımdır işte, bir çocuğun anne imgesi açısından sınırsız zenginlikte olması gereken dünyasındaki bir kayda değmez an parçasına. Anne, kısa pantolonlu oğlunun elinden tutup caddeye çıkmıştır o an parçasında, bir kaldırımdan diğerine, “karşıdan karşıya” geçilecektir, anne tedirgindir caddede, insanlar, arabalar arasında, kaldırımdan inmeye hamle eder, çocuk geri çekiştirir annesini, bu sayede bir araba, annenin ayaklarını sıyırıp geçer, şoför pencereden küfreder anneye, anne bir adım geri sıçrar yeniden kaldırıma ve döner oğluna bakar. Bakar ve gülümser. Ve gülümser. Gülümser.

İşte ben uzun yıllardır o gülümsemeyi anlatamam. Yeryüzünde ne kadar anlam varsa mahcubiyeti, ezikliği, yaşamamışlığı, yenilmişliği, yoksulluğu barındıran, toplanıp gelmiştir de, o gülümsemedeki burukluğa, o gözdeki, çehredeki ifadeye çökmüştür çünkü. O bir anlık gölgeyi anlatamam, dile getiremem uzun yıllardır. Anne deyince, neden ilk olarak o imgenin önüme dikildiğini, neden bunca önemsiz bir an parçasını belki de hiç ilgisiz çağrışımlarla taşınması zor bir yüke çevirdiğimi de bilemem. “Bir acayip çocuk”ta, her çocuğun acayipliğinde, neden ve nasıl bir ize dönüşmüştür de bu hali almıştır, şimdiki halimle, halimizle anlamam olanaksız elbet. Ama, şimdiki halimle, halimizle, ne zaman annemi anlatmaya kalkışsam, o velet o imgeyi bulur çıkarır biryerlerden hâlâ ve bir annenin, kısa pantolonlu oğluna buruk gülümsemesi yüzünden, hızla geçen bir araba yüzünden, bir kaldırıma geri sıçrama yüzünden, bir anne anlatılamaz uzun yıllardır…

Ellerini anlatmayı denemiştim babamın, koynunu anlatmayı beceremedim annemin. Ama bugün, yapamadıklarımıza hayıflanmanın değil, yapabileceklerimizden bahsetmenin günüdür. Seçim günü gelip çatmıştır madem, bir anne koynunu burcu burcu koklamak istemekte şaşılacak bir şey yoktur.

Şaşılacak bir şey yoktur. Her annenin koynu gibi, annemin koynu da dünyaları taşırdı. En önemli şeyler çıkardı oradan. Dul maaşı çıkardı, torun fotoğrafı çıkardı, ölüm kâğıdı çıkardı. Saklanması gerektiğine karar verdiği her şeyi çıkardı hayatımızın annemin koynundan. Dünyalar sığardı. Atardı elini entarisinin yakasından, şöyle bir kurcalardı göğsünü, bulur çıkarırdı lazım olanı. Bulurdu masanın üzerinde, bulurdu cebimde, atardı elini entarisinin yakasından, güvenceye alırdı.

Maharetliydi annemin koynu, yasladığımızda başımızı, bir ders çıkışında, bir kaçaklık molasında, bir sevgili acısında, bir eş tokadında, o koyundaki soğuk nesneler, diyelim harçlık banknotu, mahkeme ilamı, karakol celbi, ipotek evrakı kaybolurdu, sadece teninin sıcaklığı, o yeryüzündeki hiçbir dilin hiçbir kelimesiyle karşılanamayan anne kokusu sinerdi bize. Aynı sözlüklerdeki tanımı gibi, kendimizi rahat, sakınılmış, güven içinde duyduğumuz yerdi, limandı, barınaktı anne koynu. Temas ettiğiniz müddetçe dokunamazdı size dış dünyanın kötülükleri. Suçlarınız bağışlanırdı, kötülükleriniz eşikte kalırdı... Gerçek dünyanın soğukluklarını kendi içine gömen, o gömdüğü noktadan size huzurun sıcaklığı olarak yansıtan bir büyük illüzyondu anne koynu…

Ben anne deyince, bir koyundur imgem, bir de mahçup gülümsemedir.

Ben sosyalizm deyince, bir anne koynudur imgem, bir mahçup gülümsemenin silinişidir.

Ben seçimde bir oy kullanırken, bir anne, caddeye çıktığında, ürkmesin, şaşırmasın, küfür yemesin artık kısa pantolonlu oğlunun elini tutmuşken isterim. Şehrin dağdağası anneleri üzmesin isterim. Çocuklarda, kahrolası bir imge yer etmesin isterim.

O kahrolası şeylerden kurtulduğumuz bir koyun olsun yeryüzü, anne kokusu buram buram sarsın her yeri isterim.

Ben Türkiye Komünist Partisi’ne evet derken, bir çocuk başını yaslar annesinin koynuna, bir çocuk annesinin elinden tutar.

Mümkündür ki, gene yazamam koynunu annemin, gene anlatmaya yetmez kelimelerim bir gülümsemeyi. Ama mümkündür ki, annelerin koynu soğuk evrakla asla temas etmez artık, asla anneler bir caddede şaşkına dönmez. O zaman, anlatamadığıma hayıflanmam artık, mümkündür ki…

İşte ben böyle kullanırım oyumu. Seçim biter, işte ben bu yüzden sonuçlarla ilgilenmem. Benim partime, bilmem kaç yılda bir değil, her gün evet demektir oy vermek. Benim oyum, bir kâğıda basılan mühür ve sandığa atılan zarftan ibaret değildir. Benim oyumda mühürün mürekkebi, annelerin koynunda hohlanmıştır ve bir ömür boyu kurumaz.

Bu seçimde oy kullanacak kim varsa, mühürü basacağı partiden, adaydan, bir anne koynu kokusu gelip gelmediğine bakabilseydi keşke. Keşke şehrin dağdağası silmeseydi genizlerinden o kokuyu…

O zaman görürdük, dünyanın kötülüklerine bir anne koynundaki başın nasıl eğilmediğini!