Nekahet Dönemi Abuklamaları

Sonradan anlaşıldı ki, o dillere destan, o efsanevî, o türlü tevatürlerle şişirilen, kâh neredeyse faşizan bir nizam ve intizam abideliğine, kâh felsefeci değil mi işte, var hepsinin bir manyaklığı yargısına malzemeliğe örnek gösterilen gündelik yaşam programlanmasının, Immanuel Kant’ın çalışma disipliniyle, Alman prototipliğiyle filan pek ilgisi yoktu. Bu, günün hangi saatinde değil, hangi dakikasında ne yapılacağı belirlenmiş, kesinlikle dışına çıkılamayan bir akış çizelgesiyle tanımlanmış yaşam, kendince uydurulmuş bir verimlilik esasına dayanmıyordu. Ne zaman ne yiyecek, ne zaman yürüyüşe çıkıp ne zaman soluklanacak, ne zaman kaç misafir kabul edip ne zaman kaç satır yazacak, ne zaman dışkılayıp ne zaman tefekkür eyleyecek belirliydi, şaşmazdı. Çünkü ilaçlarını aksatması düşünülemezdi, soluğunu bile hastalıktan korunacak ya da azmasını önleyecek bir mekanizmanın parçası olarak bir düzene tabi alıp veren bu adamın. Evet, hâlâ pek bilinmeyen bir yönüdür, ama feci şekilde hipokondriyaktı Kant. Felsefe tarihi, kuramları kadar yaşam tarzıyla da vurduğu damgayı, bu büyük ismin hastalık hastası olmasına da borçluydu. Bu saplantılı halin getirdiği ölüm korkusu belirliyordu her şeyi ve bu eksende devinip üretiyordu Kant. O disiplinin altında yatan, sanrılarla büyüyen bir tehdit altındaki yaşama tutunuştu.

Kafaya takıp Kant’ı tedavi etselerdi, diyelim, bak sabah 07.25.43’te şu banka oturmasan da nefesin filan tıkanmayacak deselerdi, buna ikna olsaydı, tıkanmadığını görseydi, belki de salt aklın eleştirisinden mahrum kalacaktık, ne malum? Öyle ya, bütün bir çarka çomak sokulacak, düzenek tarumar olacaktı. O zaman, soru şu muydu yani: Eleştirel felsefenin yapıtları mı, Kant’ın sağlığı mı? Varsın felsefenin ve tıbbın yanıtları kapışsın… Bana sorarsanız, biraz daha sağlıklı bir halde beş yıl fazladan yaşamış Immanuel adlı bir adamın varlığından tarihe ne?

Eh işte, insan çeşit çeşit! Bu aralar, felsefeci olarak pek beğendiğim Kant’ın hipokondrisinden de biraz pay alabilir miyim diye düşünüp durmaktayım. Nekahet dönemi dediğiniz biraz da böyle abuk subuk şeyler düşünmekle geçip gitmeli ki tadı çıksın hem.

Sanrı olmaktan çıkıp ziyadesiyle nesnel bir hal almış sağlık sorunuyla gelen kısıtlı, disiplinli, ilaçlı ve en kötüsü, ufacık bir kaytarmaya karşı zalimce kuşatma uygulayan bol zebellahlı bir süreçte, gördüm ki, köşe yastığı gibi kanaviçeli bir halde bir kenarda durup durmaya, keşfedilmemiş bir istidadım varmış! Yani, aman verimliliği düşürüyor diye pek çalımla ve sanki trafik tıkanıklığı dışınızdalığıyla baktığınız sağlık sorununu giderme yönündeki müdahale, geldi “âtıldır, iş göremez” raporu boyutuna dayandı. Çünkü işte bütün o hapların ve saatlerinin tütün ve gazlı içeceğin yerini alması, dere tepe düz gitmenin kısa bacaklı mehteranla değişimi, etçilliğin otçulluğa tahammül ötesi dönüşümü, bir jonglörcesine atıp tuttuğunuz zaman kavramının bir anda aksatılmaması gereken sağlık kürünün dakikaları kesinliğinde devreye girişi, nasıl söylemeli, gayri platonik takılışa meyledişler filan, tuvalete gitmiş bir arkadaşınızın yerine bakıyormuşsunuz iğretiliğiyle duruyor üzerinizde.

Bir anda oluvermiş, bir anda başkasının yerine geçmişsiniz… Bunun getirdiği geçici bir katlanma duygusu. Bu sizin hayatınız değil ki, şıpın işi kaldığınız yerden devam edebilesiniz, kendi uğraşlarınızı buraya monte ediveresiniz! Üstelik, arkadaşınız size “şu düğmeye basıver, ben geliyom şimdi” deyip, mayın tetiği emanet etmiş gibi. Aman ha, patlar! Kant’a sorarsanız, öğle yemeğini müteakip sekiz satır yazmazsa kalbi atmayabilirdi mesela, ya böyle bir şeyse şu basılı tutulan düğme? Ya da, o patlamasın diye parmak kımıldatmadan öylece durup duracaksanız, patlamamasının tek kârı çevreye hasar vermemesi mi?

Ya işte, nekahet döneminin böyle mavallamaları var. Kant’ın disiplinli çalışmasına yol açan durum gibi, bu da sağlıkla değil, alışkanlıklarla ilgili. Alışkanlıklar dediğiniz, sizi çatan yaşamdır aslında. Yaşamla hayat arasındaki farkın eski yeni dil farkından ibaret olup olmadığını konuştuk geçen akşam bir felsefeci dostumla. Onu boşverin de şöyle diyeyim, hayatta kalınca, canlılığın sürmesi sağlanınca, durum normale dönüvermiş olmuyor. Yaşamın uğradığı sektenin onarılması, eğer mümkünse tabii, biraz zaman alıyor… Hayatta kalmanın bedeli, bazen yaşam oluyor…

Kant, bir akşam yemeğinde, üç dostunu dörder dakika ağırlamasa, mide krampından ölmeyecekti elbet, ama bunu öğrense, bir ahlak felsefesi metafiziğe elinin tersini vuramayabilirdi. Nedir yani soru? Nedir yani seçim şıkları?

Ben bu vesileyle, iki haftadır köşeyi aksatmamın sağlıkla değil tümüyle “alışkanlık”la ilgisi olduğunu, merak edilmemesini söyleyeyim istedim. Ayrıca, üzdüğüm herkesten özür, ilgilenen herkese teşekkür borcumu da ödeyeyim.