Ercan, ardında unutulmaz anılar bırakarak aramızdan ayrıldı. Dostları ve yakınları onun ilginç ve esprili kişiliğini unutmayacak ve onunla paylaştıkları ortak anılarını özlemle anacaklardır.

Ercan Eyüboğlu anıları

Geçen ay yitirdiğimiz (17 Nisan’da toprağa verdiğimiz) sevgili Ercan’ı, nam-ı diğer Lazoğlu’nu, 1970’te tanıdım. 1416 sayılı Kanun gereğince MEB burslusu olarak doktora yapmak üzere Haziran 1970’te Fransa’ya (Paris’e) gitmiştim. İlk uğrak yerlerimden biri FTÖB (o zamanki açılımıyla Fransa’daki Türk Öğrencileri Birliği) lokali olmuştu. Saint-Michel Meydanı 6 numaradaki bu lokal, “Quartier Latin” denilen üniversiteler ve kütüphaneler/kitapçılar/ öğrenciler semtinin merkezindeydi ve benim de sonraki dört yılımın merkez üssü olacaktı.

Fransa anıları

FTÖB lokali, Ercan ile tanışıp buluştuğumuz mekanların başında geliyordu. Ercan da benim gibi MEB burslusu olarak doktora öğrencisiydi ama gelişi birkaç yıl öncesine dayanıyordu. Çoğu MEB burslusu ve TİP kökenli öğrenciler olarak örgütlenip ilk genel kurulda FTÖB’ün yönetimini devraldık. FTÖB başkanlığını bir dönem Ercan götürdü sonra ben üstlendim.

Dönemimize damga vuran siyasi gelişme, 12 Mart 1971 askeri darbesi oldu. FTÖB’ün bundan sonraki eylemlerini 12 Mart müdahalesine demokratik bir karşı duruş biçimlendirdi. Bu eylemlerin odağında “Nouvelles de Turquie” (“Türkiye’den Haberler”) adını verdiğimiz Fransızca bir süreli yayın yer aldı. Hedefimizde Fransız kamuoyunu ve özellikle sol/ilerici örgütleri, partileri, sendikaları Türkiye’deki anti-demokratik uygulamalar konusunda haberdar etmek ve harekete geçirmek bulunuyordu. Ercan Eyüboğlu dergiye en fazla yazı katkısı verenler arasındaydı. Dergi, A4 kâğıda arkalı önlü basılan genellikle 20-25 yapraktan (40-50 sayfadan) oluşuyordu ve kapak tasarımına da resim eğitimi gören dostlarımız katkıda bulunuyordu. Dergi, nitelikli içeriği bakımından önemli yankı uyandıran ve aranan bir yayına dönüşmüştü kısa sürede.

Bu derginin basımında rol alan ve adları pek anılmayan (ve burslu da olmayan) arkadaşlarımızı da anmak gerekir. Mumlu kâğıda yazılan makalelerin teksir makinasında basılma işi, makinaların dilinden anlayan Kemal Elitaş’ın üzerindeydi (onu epey genç yaşta yitirdik). Gerçi baskıya hepimiz yardımcı olurduk ama eli her işe yatkın olan Muvaffak Tekin ön planda olurdu. Baskı sonrası kağıtları harmanlama ve zımbalama işi ise genel bir seferberlikle yapılırdı. Tabii bir de dağıtım işi vardı ki orada gene hepimiz rol alırdık.

Bu dönem aynı zamanda Fransa’ya ilk kitlesel işçi kafilelerinin gelişiyle çakışmıştı. Bu amaçla bir de Fransa’da Türkiye İşçi Birliği yapılanmasına gittik. Resmi kurucu olarak bazı Fransız dostları gösterdik. (Bu Birliğin kuruluşu ve yönetiminde önemli rol oynayan sosyalist işçi dostumuz Ahmet Ser Fransa’ya yerleşmesine rağmen hepimizle yakın dostluğu sürdürmeye devam ediyor). Gene siyasi faaliyetlerimizi FTÖB dışında sürdürebilmek için resmi olmayan bir Türkiye İlericiler Birliği’nin kuruluşunu da örgütledik. Ercan tüm bu süreçlerde ön saflardaydı.

Ercan’ın beni şaşırtan bir özelliği, Fransa’da yayınlanan bütün ulusal gazeteler ile kimi bölgesel gazeteleri ve birçok süreli yayını sürekli satın alması, okuyup notlar çıkarmasıydı. Lojmanı bu yayınların birikmiş “dağlarıyla” kaplıydı. Ben günlük iki gazeteyi -L'Humanité ve Le Monde- okuyup bitirmekte zorlanırken (süreli yayınlarda da haftalıklara bulaşmadan aylık/iki-üç aylık düşünce dergileriyle kendimi sınırlarken), o bu işe büyük zaman verirdi. Gerçi Fransa ve dünyadaki güncel gelişmeleri yakından izlemek ve zaten çok iyi düzeyde olan Fransızcasını mükemmelleştirmek bakımından kendini geliştirdiği açıktı, ama bunlar siyaset bilimi alanındaki doktorasını geciktirici rol oynuyordu. Dolayısıyla, öğrenciliğinin uzaması salt FTÖB ve siyasi faaliyetlerinden kaynaklanmıyordu.

***

Siyasi eylemlerimizde yeni bir dönüm noktası, 9 Ekim 1971’de üç devrimcinin, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam cezasına çarptırılması oldu. Bundan sonraki dönemde bu idamların durdurulması için Fransa’da geniş bir kamuoyu oluşturulması çabası içinde olduk. Dergimiz dışında bildiriler ve basın toplantılarıyla, bütün Paris’i donattığımız “Türkiye’deki faşist cinayetler dursun” (“Halte aux crimes fachistes en Turquie”) afişleriyle, öğretim sendikaları başta olmak üzere çeşitli kuruluşların Türkiye’ye uyarı ve baskı yapmalarının sağlanmasıyla, imza kampanyalarıyla, açlık grevleriyle… elimizden geleni yapmaya çalıştık. Çeşitli siyasi görüşlerden 60 kadar öğrencinin FTÖB olarak sağladığımız geniş bir mekanda 1972 kışında üç günlük toplu açlık grevi eylemi de Fransız kamuoyunda epey ses getirmişti. Ercan ile bu faaliyetlerin örgütlenmesi ve gerçekleştirilmesi süreçlerinde hep beraberdik.

Fransız Komünist Partisi’nin her yıl Eylül ayında düzenlediği “l'Humanité Bayramı” ile onun gençlik örgütü Komünist Gençlik Birliği’nin düzenlediği yıllık festivaller de FTÖB olarak varlık gösterdiğimiz, standlar açtığımız etkinliklerdi. Bu festivaller aynı zamanda hem Türkiye’deki 12 Mart sürecine ve idam kararlarına karşı duruşumuzu anlatmak hem de geniş bir imza kampanyasını sürdürmek bakımından da elverişli ortamlardı.

***

Bir başka imza kampanyası çağrımızı, Haziran 1973’te Nazım Hikmet’in 10. ölüm yıldönümü anısına düzenlediğimiz ve Ercan’ın düzenleyici ve tartışmacı olarak etkin rol üstlendiği bir hafta süren Nazım Hikmet Kolokyumu’nun son günü benim kapanış konuşmamla yapmıştık: Sıkıyönetim mahkemelerince idama mahkum edilen Nahit Töre ile benzer bir cezaya çarptırılması beklenen Ziya Yılmaz hakkında bu geri dönülmez cezaların durdurulması için hazırladığımız metni imzaya açmıştık.

Bütün bu imzaları aynı zamanda Fransa’daki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ne de iletiyorduk. Hasan Esat Işık’ın Büyükelçi olması o dönemdeki demokratik eylemlerimize katılanlar açısından bir şanstı kuşkusuz; hiçbirimiz için soruşturma açılmadı, hiçbirimizin bursu kesilmedi, Türkiye’ye geri çağrılmadı. 14 Ekim 1973 Genel Seçimlerinden Ecevit’in CHP’si birinci parti çıkınca biraz daha rahatlama olanağı da bulduk.

Türkiye anıları

Ercan Türkiye’ye dönüşünde Hacettepe Üniversitesi İİBF’de göreve başlamıştı. Ben de doktora süremi aşmam nedeniyle ilk açılan sınava öncelik vererek AİTİA Maliye Bölümünde (1982’de Gazi Üniversitesi’ne dönüşecek kurumda) 1978 sonunda göreve başladım. Dolayısıyla Ercan ile yollarımız Ankara’da da kesişmiş oldu. Ercan Fransa’dan ortak dostumuz heykeltıraş Saim Bugay’ın kızı Nur Bugay ile evlenince ailece görüşme evresine de girdik.

Ercan, Yürüyüş ve Yurt ve Dünya dergilerine katkı yapmayı Türkiye’ye döndükten sonra daha yoğun olarak sürdürdü. Yurt ve Dünya’da sanırım son yazısı, dostum Sacit Yörüker’in anımsattığı gibi, Kasım 1978 tarihli sayıda (s. 330-358) “Sınıf Mücadelesi, İşçi Sınıfı Partisi ve Aydınlar (Tartışma Öğeleri)” başlığı altında yayınlandı.

Ercan ile yolumuz 1979’dan itibaren TÜMÖD (Tüm Öğretim Üyeleri Derneği) yönetim kurulunda da kesişti. O TÜMÖD’ün genel sekreteri, ben de genel saymanıydım. Dramatik sonuçlara yol açacak bir gelişme 1980 yılı 1 Mayıs kutlamaları Tertip Komitesi’ne katılma dolayısıyla yaşandı. İstanbul’da toplanan Tertip Komitesi’ne TÜMÖD de davetliydi. Toplantıya ben katılacaktım ama son anda mazeretim çıkınca İstanbul’un yolunu Ercan Eyüboğlu tutmuştu. Ne olduysa 12 Eylül 1980 darbesinden sonra oldu. Sıkıyönetim mahkemeleri birçok demokratik kitle örgütü yöneticisini kovuştururken 1980 1 Mayıs Tertip Komitesi’ne katılanlar için de idam cezası talebiyle dava açmıştı! Ercan arananlar listesindeydi. (Ben katılmış olsaydım onun durumunda olacaktım). Ercan evinde kalamıyordu; eşi Nur ve kızları Deniz ile bir aya yakın bizim evimizde kaldılar. Bu arada yurt dışına çıkışı için çeşitli ilişkiler kuruldu ve bir Fransız pasaportuyla Fransa’ya gidebildi. Uzun yıllar boyunca da Fransa’dan dönemedi; aile yaşamı altüst oldu ve sonuçta boşandı. İki Fransız dostumuzla 1989 yılında bir Karadeniz turu yaparken Rize İkizdere’de annesi Yosma hanımın misafiri olduğumuzda Ercan hâlâ dönememişti!

1990’larda Türkiye’ye dönüşünde Ercan bir süre Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim üyeliğini sürdürdü; akademik kariyerini tamamladı. Fiili emekliliği öncesinde de uzunca bir süre İstanbul Aydın Üniversitesi’nde hocalık yaptı. Ercan bu süreçte yeniden evlendi; eşi Esen kendisinden oldukça genç olduğu için 68 yaşında yeniden baba olabildi. Çok bağlandığı sevgili oğlu Süleyman Onat şimdi 12,5 yaşında. Sevgili babasını çok erken kaybetmiş olmanın en büyük acısı onun üzerinde.

Ercan Eyüboğlu, birikimini yeterince yazıya dökememiş akademisyenler gurubuna dahildi. Kitap ve makale olarak çok daha fazla eser verebilecek birikime sahipken bunu başaramadı. Marksist bakış açısını hiç yitirmediği için, bunun aynı zamanda sosyalist yazın dünyası açısından da büyük bir kayıp olduğunu belirtebilirim. Benim önerimle Dayanışma Meclisi’ne katıldığı halde, eski dinamizmi kalmadığı için, burada da bir varlık gösterememişti.

Ercan, ardında unutulmaz anılar bırakarak aramızdan ayrıldı. Dostları ve yakınları onun ilginç ve esprili kişiliğini unutmayacak ve onunla paylaştıkları ortak anılarını özlemle anacaklardır.