Dinsel dogmalarla saldırı da, günümüzde devletin, hukukun, siyasetin içinde olanların işbirliğiyle yapılıyor ve aydınlanmanın çocuğu olan hukuku başka bir hukuksuzluğun içine itiyor.

Başkanlı rejimin hukuken çöküşü

Emperyalizmi, kapitalizmi, dinsel ve etnik gericilik uzlaşmalarını “normalleşme”, “yumuşama” başlıklarıyla sunanların önüne yeni bir Anayasa Mahkemesi kararı düştü. Düzen içi siyasetin gevşeme, rahatlama dönemine rastladı 703 sayılı KHK’nin birçok maddesinin iptali. 

Altı yıl önceki KHK’nin kararı, cumhurbaşkanı kararnamelerindeki AYM iptallerinin peşine eklendi. Başkanlı rejimin Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri'yle (CBK) ortaya çıkan hukuksuzluklar, rejimin dayanağı 2017 Anayasa değişikliklerine uyum hukuku kapsamında çıkarılan kapsamlı KHK’deki hukuksuzluklarla perçinlendi.  

Başkanlı rejimin hukuken çöküşünün onay kararlarından bir oldu 703 sayılı KHK kararı. CBK’si ve KHK’siyle bu kararlar, AKP tarafından biçimlendirilen AYM tarafından verildi. El attıkları, bizden dedikleri yargı bile görmezden gelemedi açık hukuksuzlukları. 

Elbette hukuksuzluk tek başına sorun alanı değil. Ekonomiden siyasete, eğitimden devlete tüm alanlarda çürüme yağ lekesi gibi büyüyor, sermayenin egemenliği  sürerken sömürü derinleşiyor. 

Hukuka dönerek KHK ve CBK dışındaki kimi başlıkları anımsarsak daha neler yok ki hukuksuzluk havuzunda. Seçim hukuksuzlukları, genelde ve yerelde seçme-seçilme haklarını tanımama, yargıyı yeniden ve yeniden biçimlendirme, yargı kararlarını tanımama, yargıyı baskı aracı olarak kullanma, Meclisi işlevsizleştirme, OHAL uygulamaları, darbe girişimine karşın cezalandırılmayıp yandaş yapılanlar, darbe girişimi bahanesiyle cezalandırılanlar, Haziran Direnişine karşı hukuksal ve yargısal direnme,  hak gaspına uğrayanlara ve hak arayanlara terör/terörist suçlaması,  üçüncü kez cumhurbaşkanlığı adaylığı, bu adaylığa karşı “Anayasaya aykırı ama sandıkta deviririz” aymazlığı, deviremeyince uzlaşma ve meşrulaştırma girişimleri, dinselliği ve gericiliği yaygınlaştırma, laikliği yok sayma, bilimi ve tarihselliği yok sayarak eğitimi dinselleştirme, Anayasayı ve cumhuriyetin niteliklerini yok sayma… 

Meşruiyet sorunu olan başkanlı rejimin karar, iş ve işlemlerinin hukuksal dayanağı olan KHK ve CBK’lerin kimi maddelerinin Anayasaya aykırı olduğunun AYM tarafından saptanması, hukuksuzluğun saptanmasıdır. Cumhurbaşkanı başdanışmanının anayasal yetkilerin devam ediyor olması vurgulaması hukuksuzluğun hafife alınmasıdır.

Hukuksuzluğu anayasal denetimle saptanan makam, Anayasadaki tanımla, “Devletin başı”dır, “yürütme yetkisi”ni taşıyan kişidir, “Devlet Başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder”, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder”. 

Elimizdeki CBK, KHK tablosu iki başlık halinde ne gösteriyor? 

  1. CBK’lerin kimi hükümleri Anayasaya uygun düzenlenmiyor, hak ve özgürlüklerle ilgili yasak alanı ihlal ediliyor, kanunla düzenlenmesi öngörülen konular kararnameyle düzenliyor, kanunla düzenlenen konuları dahi kararname konusu yapıyor. 
  2. Başkanlı rejimin Anayasaya montesinden sonra çıkarılan uyum hukuku belgesi (703 sayılı) KHK, dayanağı olan yetki kanununun amaç ve kapsamı dışına çıkıyor ve tıpkı CBK’ler gibi hak ve özgürlüklerle ilgili yasak alanı ihlal ediyor.

Bunları saptayan ve gerekçeli karar altına alan, iptal eden kurum ise Anayasa Mahkemesi. Mahkemenin bireysel başvuruyla ilgili kimi kararları tanımasa bile iptal kararları Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte ya da AYM’nin kararlaştırdığı tarihte yürürlüğe girer, diğer deyişle iptal edilen hükümler başka bir işleme gerek kalmaksızın yürürlükten kalkar. 

Öte yandan AYM’nin süre verdiği, yani iptal kararının yürürlüğe girişini ertelediği durumlarda, TBMM verilen süreyi sonuna kadar beklemez. Anayasa bu konuda TBMM’ye “iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak kanun teklifini öncelikle görüşüp karara” bağlama görevi yüklüyor; Anayasaya aykırılığı karar altına alınan ve kamuoyuna açıklanan bir hükmün gereğini öncelikle yerine getir ki hukuksuzluk sürmesin, hak ve özgürlükler zarar görmesin diyor. Teknik olarak yürürlükte olan bir kuralın meşruluğunu yitirmesiyle karşı karşıyayız.   

Kaldı ki Anayasa Mahkemesi’nin Anayasaya aykırı bulduğu bu hükümlere dayanılarak birçok iş ve işlem yapıldı. Bu iş ve işlemlerden mağdur olanlara, zarar görenlere yeni bir gerekçeyle hak arama yolu doğdu. Burada AYM’nin anayasal denetim sürecini etkin ve verimli kullanmayarak uzatması da sorunları büyüten, CB faaliyetlerini meşrulaştıran bir durum olarak masanın üstünde duruyor.  

İptal kararlarının açıklanmasından, kamuoyunca bilinmesinden sonraki süreç ise daha kritik. Bir kere iptal edilen hükümlere dayanarak bakılmakta olan davalarda ilgili mahkemelerin iptal kararının yürürlüğe girmesini beklemesine gerek yok. Mahkemenin iptali gözeterek davayı karara bağlaması hukuk devleti ilkesinin gereği. Hukuk devleti ilkesinin bir başka gereğiyse hukuksal boşluk doğmaması ve TBMM’ce yeniden düzenleme yapılması için verilen süre içinde de iptal edilen hükmün uygulanmasında özen gösterilmesi, hak gasplarına yol açılmaması.

Anayasaya aykırı hükümle işlem yapmak hukuk devletine uygun düşmez. Hukukun en temel ilkelerinden biri olan kamu yararı ve Anayasanın üstünlüğü ilkesi burada devreye girer. 

Anayasal gelişme ve gerileme tezleri bize anayasaların ekonomik, siyasal, yönetsel ve toplumsal ilişkilerdeki boşluk ve hukuksuzlukları yansıtma aracı olarak kullanılmasının aracı yapıldığını gösteriyor. 

Vurgulanması gereken konulardan biri, hukuksuzluğun üzerine gitmek ama bununla yetinmemek. Hukuksuzluğun üzerine gidilmesi, sömürücülerin hukukunu ve hukukla yaratılan eşitsizliği, adaletsizliği ortadan kaldırmıyor. 

Dinsel dogmalarla saldırı da, günümüzde devletin, hukukun, siyasetin içinde olanların işbirliğiyle yapılıyor ve aydınlanmanın çocuğu olan hukuku başka bir hukuksuzluğun içine itiyor.

Hukukla koşut ama hukuk-siyaset ilişkisinden soyutlanamayacak bir durum söz konusu. Düzen içi siyasetteki “uzlaşı”nın her türlü hukuksuzluğun üstünü örtmesine ve hukuksuzluğun yeni anayasa girişimlerine bulaştırılmasına izin verilmemeli.  

Düzenin yeni anayasa girişimlerinin kendi ilişkilerini yansıtmasına karşı yapılması gereken, “bu iktidarla, bu düzen siyasetiyle yeni anayasa yapılamaz”dan öteye güçlü bir adım atarak toplumcu anayasanın, emekçilerin anayasasının yapılmasını ve uygulanmasını sağlayacak koşulları yaratmaktır.